[KELİME-İ YÛSUFİYYE’DE
MÜNDEMİC “HİKMET-İ NÛRİYYE”NİN BEYÂNINDA OLAN FASTIR]
Ve her ne
kadar halleri muhtelif ise de, (S.a.v)’in, hâl-i yakazada
gördüğü her şey, bu kabîldendir. İmdi Hz Âişe (r.anhâ)’ın
dediği altı ay geçti. Belki (S.a.v.) Efendimiz'in dünyâda bütün
ömrü bu mesâbede idi (6).
Ya'nî her ne
kadar râîye (görene)
nazaran uyanıklıkta görülen sûretlerin ahvâli
(halleri, durumları) ile
uykuda görülen sûretlerin ahvâli muhtelif
(farklı) ise de, âlem-i
hayâlde (rüyada) görülen
sûretlerin her birisi âlem-i histe
(dünyada) görülen sûretlerin misâli
(benzeri, hayali) olduğuna nazaran
(göre), ahvâl
beyninde (haller arasında)
ihtilâf (farklılık)
olmadığından (S.a.v.) Efendimiz'in yakazalarında
(uyanıkken) gördüğü her bir
hâl ve fiil ve sûret, nevmlerinde
(uykularında) gördüğü suver-i hayâliyye
(hayali sûretler)
kabîlindendir (türündendir).
Zîrâ fahr-i âlem Efendimiz hâl-i yakazayı
(uyanıklık halini) hâl-i
nevme (uyku haline) ilhâk
eyledi (kattı, ekledi).
Binâenaleyh (nitekim)
Ümmü'l mü'minin
(müminlerin annesi) Hz. Âişe (r. anhâ)’ın "Vahyin
altı ay mikdârı rü'yâ ile idi" dediği hükümsüz kaldı ve bâtıl
(geçersiz) oldu. Belki onun
ömrünün hepsi dünyâda rü'yâ mesâbesinde
(derecesinde) idi. Zîrâ hâl-i
yakazada (uyanıkken),
âlem-i histe
(dünyada) gördüğü
sûretlerden her birisinin mâ’nâsına nazar edip
(bakıp) o sûretleri, o nazar
ettiği (gördüğü) ma'nâlar
ile ta'bîr buyurur (yorumlar)
idi. Nitekim rü'yâda görülen sûretler dahi öylece ta'bir
olunur (yorumlanır).
Binâenaleyh (nitekim)
hâl-i yakaza (uyanıklık
hali), hâl-i
nevm (uyku hali)
kabîlindendir (sınıfındandır).
.............................. kavliyle cenâb-ı Şeyh
(r.a), bu hazret-i şehâdette
(dünyada) cenâb-ı Âişe'nin tekellüm buyurdukları
(söyledikleri) "altı ay"
kavlinin (sözünün) ve kezâ (böylece)
ömr-i risâlet-penâhînin (Hz.
Peygamberimizin hayatı) ve bu Fusûsu'l-Hikem'in
yazıldığı vakit geçmiş bulunduğuna; ve binâenaleyh
(nitekim) o zamânın bu
zamâna nisbetle (göre)
hayâl olduğuna işâret buyururlar.
O, ancak
menâm içinde menâmdır. Ve bu kabilden olarak vârid olan her şey
"âlem-i hayâl" ile müsemmâdır (7).
Ya'nî fahr-i
âlem Efendimiz hâl-i yakazayı
(uyanıklık halini) ......... kavliyle
(sözleriyle) nevme ilhâk
ettiğinden (uyku haline kattığından,
eklediğinden) Hz. Âişe (r. anhâ)nın dediği "altı ay
rü'yâ" uyku içinde uykudur. Ve uykuda görülen şey kâbilinden
(türünden) olarak vârid olan
(gelen, erişen) her şey,
âlem-i hayâldendir. Binâenaleyh
(nitekim), Peygamber
Efendimiz'e vârid olan (gelen)
vahy-i İlâhî, ister uykuda rü'yâ-yı sâdıka
(doğru çıkan rüya, yorumlamaya ihtiyaç
olmayan rüya) ile olsun, ister âlem-i histe
(dünyada) veyâ histen gâib
(gizli, görünmez) olarak
kalbine meleğin nüzûlü (indirmesi)
ile olsun, hepsi / âlem-i hayâldendir. Ve meleğin
ona görünmesi dahi kezâlik (böylece)
âlem-i hayâldendir.
Ve bunun için, kendi nefsinde bir
sûret üzere olup ondan gayri bir sûrette zâhir olan emr, ta'bîr
olunur. Böyle olunca âbir, eğer isâbet ederse, nâimin uykusunda
gördüğü sûretten, emr ne şey üzerine ise, o şeyin sûretine ubûr
eder. İlmin "süt" sûretinde zuhûru gibi (8)
Ya'nî uykuda
görülen şey kabîlinden (türünden)
olarak vârid olan (gelen,
ulaşan, ilham olunan) her şeye "âlem-i hayâl"
denildiği için, kendi nefsinde bulunduğu bir sûretin gayri
(başka) bir sûrette
(görünüşle) zâhir olan
(görülen) emr
(işler, hususlar),
ta'bîre muhtâç olur Zîrâ
sûretler başka başka
şeylerdir. Fakat ma'nâ i'tibâriyle
(bakımından) bir olduklarından, beynlerindeki
(aralarındaki) münâsebet
bulunup ta'bîr olunmak ve bu iki sûretin
(şeklin, görünüşün) ma’nâsı
birleştirilmek lâzımdır. Binâenaleyh
(nitekim), ta'bîr eden
kimse, eğer ta’bîrinde isâbet ederse, nâimin
(uyuyanın) uykusunda gördüğü
sûret-i mütehayyilenin, (hayali
sûretlerin) ilm-i İlâhide
(Allah’ın ilminde) müteayyin olduğu
(bellilik kazandığı, meydana çıktığı)
sûrete ubûr
eder (geçer, atlar).
Ve bu vech ile
(yönüyle) rü'yâda görülen
sûret (şekil, görünüş) ile
o sûretin (şeklin) delâlet
(işaret) ettiği diğer
sûret (şekil, görünüş),
ma’nâ i'tibâriyle
(bakımından) tevhîd edilmiş
(birleştirilmiş, birlenmiş)
olur. Nitekim "ilim", rü'yâda "süt" sûretinde
(şeklinde) zuhûr etmiştir
(meydana çıkmıştır).
Halbuki bunlar sûret i'tibâriyle
(şekil, görünüş bakımından)
başka başka şeylerdir. Fakat ma'nâ i'tibâriyle
(bakımından) beynlerindeki
(aralarındaki) münâsebet
bulunup birleştirilir.
İmdi te'vîlde
süt sûretinden ilim sûretine ubûr etti. Binâenaleyh, te'vîl
etti. Ya'nî bu sûret-i lebeniyyenin meâli ilim sûretinedir,
buyurdu (9).
Ya'ni (S.a.v) Efedimiz rü'yâsında
gördüğü "süt"ü kendi sûreti üzerine terk etmeyip, o sûretten
"ilim" sûretine geçti. Ve onu te'vîl edip,
(görünen, açık olan manasından başka bir
manada yorumlayıp) bu "süt" sûretinin meâli
(manası) "ilim" sûretinedir,
buyurdu. Zîrâ "ilim" ile "süt" gıdâiyyette
(besin olarak) bir manâ
üzerinedirler. "Süt" bedenin ve "ilim" rûhun gıdâsıdır. Velâkin
sûretleri (görünüşleri, şekilleri)
başka başkadır. Nitekim bu birlik ve ayrılık sûrî
gıdâlarda da (besinlerin dış
görünüşlerinde de) vardır. Meselâ ekmek ile et gıdâ
olmak husûsunda bir ma'nâdadırlar, fakat sûretleri
(görünüşleri, şekilleri)
ayrıdır.
Ondan sonra (s.a.v)in hâli bu idi
ki, ona vahy olunduğu vakit mahsüsât-ı mu'tâdeden ahz olunurdu.
İmdi indinde hâzır olanlardan örtülür ve gâib olur idi. Ve
püşide ondan ref' olundukta redd olunurdu. Binâenaleyh, vahyi
ancak hazreti hayâlde idrâk etti. Şu kadar ki ona nâim denilmez
(10).
Ya'nî (Sa.v)
Efendimiz'e vahy olunduğu vakit, mahsüsât-ı mu'tâdelerinden
(Peygamberimize özgü âdetlerden)
ahz olundukları (kabul
edildikleri) için huzûr-i saâdetinde
bulunanlardan pûşîde-i misâliyye
(hayal örtüleri) ile örtülüp
âlem-i gaybe (bilinmeyen âleme)
duhûl (girmek)
ile gâib olurlar (kaybolurlar)
idi. Bu pûşîde-i gaybı (gayb örtüleri) ref olunup
(kaldırıp) açıldıkda,
hazret-i şehâdete (dünyaya) redd (dönerler, iade)
olunurlar idi. Böyle olunca bi't-tabi
(tabi olarak) vahyi ancak
hazret-i hayâlde (hayal mertebesinde)
idrâk eyledi. Fakat böyle olmakla berâber, onlara
uyku isnâd olunup (uyuyor denip)
nâim (uykuda)
tesmiye olunmaz (denemez).
Zîrâ uykunun sebebi
dimâga (beyne) ârız olan
(gelen) bir emr-i
mizâcîdir (tabii şeydir).
Bunun sebebi ise kalbe
fâiz olan (dolan) emr-i
rûhânîdir (ruha ait hususlardır)
ki, o hazreti âlem-i şehâdetten
(dünyadan) ahz eyler (alır).
Bu ma'nâ ise, âlem-i histen
(dünyadan) bi'l külliyye
(büsbütün) gaybet etmeksizin
(kaybolmaksızın) vâkı'
olur (gerçekleşir).
Nitekim (S.a.v)’in bu emrin
(hususun) nihâyetindeki hâli
hâl-i nevme (uyku haline)
muhâlif (aykırı) idi. Bu
hal dahi "sine"ye, (uyuklamaya)
ya'nî bidâyet-i nevmde
(uyumaya başlarken) hafif bir sûrette kendinden
geçmeye müşâbihdir (benzemektedir).
(Devam edecek)
Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-14.10.2003
http://gulizk.com
|