83. Bölüm

[KELİME-İ YÛSUFİYYE’DE MÜNDEMİC “HİKMET-İ NÛRİYYE”NİN BEYÂNINDA OLAN FASTIR]

Ve her ne kadar halleri muhtelif ise de, (S.a.v)’in, hâl-i ya­kazada gördüğü her şey, bu kabîldendir. İmdi Hz Âişe (r.an­hâ)’ın dediği altı ay geçti. Belki (S.a.v.) Efendimiz'in dünyâ­da bütün ömrü bu mesâbede idi (6).

Ya'nî her ne kadar râîye (görene) nazaran uyanıklıkta görülen sûretlerin ahvâli (halleri, durumları) ile uykuda görülen sûretlerin ahvâli muhtelif (farklı) ise de, âlem-i hayâlde (rüyada) görülen sûretlerin her birisi âlem-i histe (dünyada) görülen sûretlerin misâli (benzeri, hayali) olduğuna nazaran (göre), ahvâl beyninde (haller arasında) ihtilâf (farklılık) olmadığından (S.a.v.) Efendimiz'in yakazalarında (uyanıkken) gördüğü her bir hâl ve fiil ve sûret, nevm­lerinde (uykularında) gördüğü suver-i hayâliyye (hayali sûretler) kabîlindendir (türündendir). Zîrâ fahr-i âlem Efen­dimiz hâl-i yakazayı (uyanıklık halini) hâl-i nevme (uyku haline) ilhâk eyledi (kattı, ekledi). Binâenaleyh (nitekim) Ümmü'l ­mü'minin (müminlerin annesi) Hz. Âişe (r. anhâ)’ın "Vahyin altı ay mikdârı rü'yâ ile idi" dediği hükümsüz kaldı ve bâtıl (geçersiz) oldu. Belki onun ömrünün hepsi dün­yâda rü'yâ mesâbesinde (derecesinde) idi. Zîrâ hâl-i yakazada (uyanıkken),  âlem-i histe (dünyada) gördü­ğü sûretlerden her birisinin mâ’nâsına nazar edip (bakıp) o sûretleri, o na­zar ettiği (gördüğü) ma'nâlar ile ta'bîr buyurur (yorumlar) idi. Nitekim rü'yâda görülen sûretler dahi öylece ta'bir olunur (yorumlanır). Binâenaleyh (nitekim) hâl-i yakaza (uyanıklık hali), hâl-i nevm (uyku hali) kabîlindendir (sınıfındandır).  .............................. kavliyle cenâb-ı Şeyh (r.a), bu hazret-i şehâdette (dünyada) cenâb-ı Âişe'nin tekellüm buyurdukları (söyledikleri) "altı ay" kavlinin (sözünün) ve kezâ (böylece) ömr-i risâlet-penâhînin (Hz. Peygamberimizin hayatı) ve bu Fusûsu'l-Hikem'in ya­zıldığı vakit geçmiş bulunduğuna; ve binâenaleyh (nitekim) o zamânın bu za­mâna nisbetle (göre) hayâl olduğuna işâret buyururlar.

O, ancak menâm içinde menâmdır. Ve bu kabilden olarak vârid olan her şey "âlem-i hayâl" ile müsemmâdır (7).

Ya'nî fahr-i âlem Efendimiz hâl-i yakazayı (uyanıklık halini) ......... kavliyle (sözleriyle) nev­me ilhâk ettiğinden (uyku haline kattığından, eklediğinden) Hz. Âişe (r. anhâ)nın dediği "altı ay rü'yâ" uyku içinde uykudur. Ve uykuda görülen şey kâbilinden (türünden) olarak vârid olan (gelen, erişen) her şey, âlem-i hayâldendir. Binâenaleyh (nitekim), Peygamber Efendimiz'e vâ­rid olan (gelen) vahy-i İlâhî, ister uykuda rü'yâ-yı sâdıka (doğru çıkan rüya, yorumlamaya ihtiyaç olmayan rüya) ile olsun, ister âlem-i histe (dünyada) veyâ histen gâib (gizli, görünmez) olarak kalbine meleğin nüzûlü (indirmesi) ile olsun, hep­si / âlem-i hayâldendir. Ve meleğin ona görünmesi dahi kezâlik (böylece) âlem-i hayâldendir.

Ve bunun için, kendi nefsinde bir sûret üzere olup ondan gayri bir sûrette zâhir olan emr, ta'bîr olunur. Böyle olun­ca âbir, eğer isâbet ederse, nâimin uykusunda gördüğü sû­retten, emr ne şey üzerine ise, o şeyin sûretine ubûr eder. İlmin "süt" sûretinde zuhûru gibi (8)

Ya'nî uykuda görülen şey kabîlinden (türünden) olarak vârid olan (gelen, ulaşan, ilham olunan) her şeye "âlem-i hayâl" denildiği için, kendi nefsinde bulunduğu bir sûretin gayri (başka) bir sûrette (görünüşle) zâhir olan (görülen) emr (işler, hususlar),  ta'bîre muhtâç olur Zîrâ sûretler başka başka şeylerdir. Fakat ma'nâ i'tibâriyle (bakımından) bir olduklarından, beyn­lerindeki (aralarındaki) münâsebet bulunup ta'bîr olunmak ve bu iki sûretin (şeklin, görünüşün) ma’nâsı birleştirilmek lâzımdır. Binâenaleyh (nitekim), ta'bîr eden kimse, eğer ta’bîrinde isâbet ederse, nâimin (uyuyanın) uykusunda gördüğü sûret-i mütehayyi­lenin, (hayali sûretlerin) ilm-i İlâhide (Allah’ın ilminde) müteayyin olduğu (bellilik kazandığı, meydana çıktığı) sûrete  ubûr eder (geçer, atlar).  Ve bu vech ile (yönüyle) rü'yâda görülen sûret (şekil, görünüş) ile o sûretin (şeklin) delâlet (işaret) ettiği diğer sûret (şekil, görünüş), ma’nâ i'tibâriyle (bakımından) tevhîd edilmiş (birleştirilmiş, birlenmiş) olur. Nitekim "ilim", rü'yâda "süt" sû­retinde (şeklinde) zuhûr etmiştir (meydana çıkmıştır). Halbuki bunlar sûret i'tibâriyle (şekil, görünüş bakımından) başka başka şeylerdir. Fakat ma'nâ i'tibâriyle (bakımından) beynlerindeki (aralarındaki) münâsebet bulunup birleştirilir.

İmdi te'vîlde süt sûretinden ilim sûretine ubûr etti. Binâe­naleyh, te'vîl etti. Ya'nî bu sûret-i lebeniyyenin meâli ilim sûretinedir, buyurdu (9).

Ya'ni (S.a.v) Efedimiz rü'yâsında gördüğü "süt"ü kendi sûreti üzeri­ne terk etmeyip, o sûretten "ilim" sûretine geçti. Ve onu te'vîl edip, (görünen, açık olan manasından başka bir manada yorumlayıp) bu "süt" sûretinin meâli (manası) "ilim" sûretinedir, buyurdu. Zîrâ "ilim" ile "süt" gıdâiyyette (besin olarak) bir manâ üzerinedirler. "Süt" bedenin ve "ilim" rû­hun gıdâsıdır. Velâkin sûretleri (görünüşleri, şekilleri) başka başkadır. Nitekim bu birlik ve ayrılık sûrî gıdâlarda da (besinlerin dış görünüşlerinde de) vardır. Meselâ ekmek ile et gıdâ olmak husûsunda bir ma'nâdadırlar, fakat sûretleri (görünüşleri, şekilleri) ayrıdır.

Ondan sonra (s.a.v)in hâli bu idi ki, ona vahy olunduğu va­kit mahsüsât-ı mu'tâdeden ahz olunurdu. İmdi indinde hâ­zır olanlardan örtülür ve gâib olur idi. Ve püşide ondan ref' olundukta redd olunurdu. Binâenaleyh, vahyi ancak hazreti hayâlde idrâk etti. Şu kadar ki ona nâim denilmez (10).

Ya'nî (Sa.v) Efendimiz'e vahy olunduğu vakit, mahsüsât-ı mu'tâ­delerinden (Peygamberimize özgü âdetlerden) ahz olundukları (kabul edildikleri) için huzûr-i saâdetinde bulunanlardan pûşîde-i misâliyye (hayal örtüleri) ile örtülüp âlem-i gaybe (bilinmeyen âleme) duhûl (girmek) ile gâib olurlar (kaybolurlar) idi. Bu pûşîde-i gaybı (gayb örtüleri) ref olunup (kaldırıp) açıldıkda, hazret-i şehâdete (dünyaya) redd (dönerler, iade) olu­nurlar idi. Böyle olunca bi't-tabi (tabi olarak) vahyi ancak hazret-i hayâlde (hayal mertebesinde) idrâk eyledi. Fakat böyle olmakla berâber, onlara uyku isnâd olunup (uyuyor denip) nâim (uykuda) tesmiye olunmaz (denemez).  Zîrâ uykunun sebebi dimâga (beyne) ârız olan (gelen) bir emr-i mizâcîdir (tabii şeydir).  Bunun sebebi ise kalbe fâiz olan (dolan) emr-i rûhânîdir (ruha ait hususlardır) ki, o haz­reti âlem-i şehâdetten (dünyadan) ahz eyler (alır). Bu ma'nâ ise, âlem-i histen (dünyadan) bi'l ­külliyye (büsbütün) gaybet etmeksizin (kaybolmaksızın) vâkı' olur (gerçekleşir). Nitekim (S.a.v)’in bu emrin (hususun) ni­hâyetindeki hâli hâl-i nevme (uyku haline) muhâlif (aykırı) idi. Bu hal dahi "sine"ye, (uyuklamaya) ya'nî bidâyet-i nevmde (uyumaya başlarken) hafif bir sûrette kendinden geçmeye müşâbihdir (benzemektedir).

(Devam edecek)

Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-14.10.2003
http://gulizk.com


Üst Ana sayfa e-mail