49. Bölüm

VI

[KELİME-İ İSHÂKIYYE'DE MÜNDEMİC "HİKMET-İ HAKKIYYE"NİN BEYÂNINDA OLAN FASTIR]

Ma'lûm olsun ki, Allah bizi ve seni tevfîkıyla te'yid eyle­sin, İbrâhim (a.s.) oğluna dedi: "Tahkîk ben menâmda seni zebh eder görürüm". Menâm ise hazret-i hayâldir. İmdi İb­râhîm (a.s.) rü'yâyı ta'bîr etmedi. Halbuki menâmda İbrâ­hîm (a.s.)’ ın oğlu sûretinde zâhir olan koç idi (1)

Ya'nî menâm (uyku), Fass-ı Yûsufî’de îzâh olunduğu (açıklandığı) üzere "hazret-i hayâl-i mukayyed"dir (insanda bulunan kayıtlı hayaldir). Ve bu fassın mukaddemesinde (bu konunun birinci bölümünde) zikrolunduğu (adı geçtiği) vech ile "hayâl-i mukayyed" (kayıtlı hayal) insanın vücûdunda olan "hayâl"dir. Binâenaleyh (nitekim), âlem-i misâl-i mutlaktan (gerçek, kayıtsız misal âleminden) insanın mir'ât-ı hayâline (hayal aynasına) nâzil olan (inen) sûret­lerin ba'zısı ta'bîre (yorumlamaya) muhtaç olur ve ba'zısı aynıyla zuhûr eyler (çıkar). Bi­nâenaleyh (nitekim) İbrâhîm (a.s.)’ın cenâb-ı İshâk'ı rüyâsında / zebh (kurban) eder gör­mesi, âlem-i yakazada, (uyanıkken) menâmda (uyurken) görülen sûret-i İshâk'a (İshak’ın suretiyle, şekliyle) münâsebeti (ilişkisi) olan sûret-i hissiyye (hissi suret) ile ta'bîr olunmak (yorumlamak) iktizâ eder (gerekir) idi. Ve ona mü­nâsebeti (ilişkisi) olan sûret-i hissiyye (hissi suret) ise inkıyâd (boyun eğmesi) ve teslîm i'tibâriyle (bakımdan) koç idi. 'Cenâb-ı İbrâhim ise rü'yâsını keşf-i mücerred" (mutlak hayal âleminden olan katkısız, saf keşf) addiyle (sayarak) ta'bîr etme­yip (yorumlamayıp) zâhiri üzerine (göründüğü gibi) aldı ve cenâb-ı İshâk'ı zebha (kurban etmeye) teşebbüs buyurdu.

İmdi İbrâhîm (a.s.) rüyâyı tasdîk eyledi. Böyle olunca ce­nâb-ı İbrâhîm'in vehminden nâşî, Hz. İshâk'a Rabb'i zibh­-i azîmi fidâ eyledi ki, o, onun rü'yâsının Allah indinde ta'­bîri idi; halbuki o muttali' olmadı (14).

Ya'nî İbrâhîm (a.s.) rü'yâyı zâhiri üzere (göründüğü gibi) ahz edip (alıp) âlem-i hayâlde (rüyasında) merî olan (görülen) sûretin İshâk (a.s) olduğunu zannetti. Halbuki İbrâhîm (a.s.)ın vehminin müşâreketiyle (karışmasıyle) İshâk (a.s.) sûretinde (şeklinde) âlem-i hâyâlde (hayal âleminde)       görülen şey, Allâh'ın indinde (katında) zibh-ı azîm (büyük  kurban) idi. Cenâb-ı İbrâhîm ise buna      muttali' olmadı (bunu bilemedi). Zîrâ o hazret "keşf- i mücerred"e (mutlak hayal âleminden alınan saf, katıksız keşife) alışmış idi. Bu "keşf-   i muhayyel"i (kendi hayalinde oluşan keşfi) de keşf-i mücerred (sade, saf keşif) zannetti. Halbuki rü'yâda görülen her şeyde vehmin medhal-i azîmi (büyük parmağı, işe karışması) vardır. Çünkü vehim maânî-i cüz'iyyenin (bir kısım manaların) idrâkinde (anlaşılmasında) sultandır (hükümdardır).  İşte bunun için cenâb-ı İbrâhîm mer'î olan (görülen) sûretin ta'bîre (yoruma) muhtaç olmadığını tevehhüm eyledi (düşündü, zannetti).  Ve oğlunu         zebha (boğazlamaya) kasd (niyet) etti. Ve "vehim" âlem-i suveri muhît (âlemlerin suretlerini kuşatmış) ve Enbiyâ’nın (Peygamberlerin) vücûdu da âlem-i suverde (âlemin suretlerinden) vâkı' (olagelmiş) olduğundan bu tevehhüm (zannetme) Nübüvvete (Peygamberlik görevine) kadh vermez (kötülemez). 

Böyle olunca hazret-i hayâlde vâkı' olan tecellî-î sûrî ilm-i âhara muhtaçtır ki, o sûret-i mer'iyyeden Allâh'ın murâdı olan şey onunla idrâk olunur (15).

Ya'nî âlem-i menâmda (rüyada) görülen sûretlerden murâd-ı İlâhî  ne oldu­ğunu bilmek için diğer bir ilim lâzımdır. Bu ilim de "ilm-i ta'bîr"dir (yorum yapma ilmidir).  Ve bu ilm-i ta'bîri (yorum yapma ilmini) ancak kendisine esmâ-i bâtıne (batında gizli kalmış esma) ile esmâ-i zâ­hire (açığa çıkmış esma) beyninde (arasında) olan münâsebât (ilişki) münkeşif (açılmış) olan ve bu münâsebetle (ilişkiyle) suver­i hayâliyyeye (hayali suretlere) münâsebeti (ilişkisi) olan suver-i hissiyyeye (hissi suretlere) vukufu bulunan (bilen, vakıf olan) zevât (zatlar) lâyıkı vech (gereken yönleri) ile bilir.

Sen görmez misin ki, rü'yânın ta'bîri hakkında Resûlullah (S.a.v.) Ebû Bekir (r.a.)’e, nasıl "Ba'zısında isâbet ettin ve ba'zısında hatâ ettin" buyurdu. Böyle olunca Hz. Ebû Be­kir, hangisinde isâbet ve hangisinde hâtâ ettiğini ta'rîf bu­yurmasını taleb eyledi. (S.a.v.) Efendimiz ta'rîf buyurmadı (16).

Hz. Şeyh (r.a.) bu kelâmı, tecellî-i sûrî (tecelli eden, oluşan sûretlerin) başka bir ilme muhtaç oldu­ğunu isbât için îrâd buyurmuştur (söylemiştir) . Hz. Ebû Hüreyre (r.a)’den rivâyet buyrulan hadîs-i şerîfe işâret buyrulur. Hadîs-i şerîf budur:

Ya'nî "Bir kimse Hz. Resûl (a.s)’a gelip: "Yâ Resûlallah, bu gece rü'yâda bir buluttan bal ile yağ yağarak ondan halkın kimi çok, ki­mi az nasîbleri hasebiyle ahz ettiklerini (aldıklarını) gördüm. Ve gökten yere vâsıl (ulaşan) bir ip müşâhede ettim (gördüm) . Yâ Resûlallah, Zât-ı hazretini (sizi)  gördüm ki, onu tutup yükseldin. Ondan sonra onu diğer bir adam tutup çıktı. Ba'dehû (daha sonra) diğer bir kimse o ipi tutup onunla münkatı' oldu (koptu). Ondan sonra' bitiştirip yükseldi. Hz. Ebû Bekir (r.a.) buyurdular ki: "Yâ Re­sûlallah, izin verir iseniz onu ben ta'bîr edeyim (yorumlayım)." (S.a.v.) Efendimiz: "Ta'bîr et!" buyurdular. Cenâb-ı Sıddîk buyurdu ki: "Buluttan mû­rad İslâm bulutudur. Ve ondan yağan bal ile yağdan murâd lezzet ve halâveti (zevki) münâsebetiyle Kur'an'dır. Ve çok ve az alandan murâd dahi Kur'ân'dan az ve çok ahz edendir (alandır) .  Ve semâdan (gökten) arza (yere) vâsıl olan (ulaşan) ipe gelince o da Hak'tır ki, sen onun üzerinesin. Onu tutarsın, Allah seni a'lâ eder (yüceltir) .  / Senden sonra onu diğer bir kimse tutup onunla yük­selir. Ba'dehû (daha sonra) o kimseden sonra diğer biri alır. Ba'dehû (daha sonra) munkatı' olup (kopup) birleştirilerek yükselir." "Yâ Resûlullah ta'bîrimde isâbet mi ettim, yoksa hatâ mı ettim?" (S.a.v) buyurdu ki: "Ba'zısında isâbet ettin (tutturdun) ve ba'zısında hatâ ettin." Hz. Sıddîk buyurdu ki: "Yâ Resûlal­lah, and veririm ki,  ta'bîrimde hatâ ettiğim şeyi beyân buyur (bildir)!"  (S.a.v.) Efendimiz: "Buna and verme!" buyurdular."

Ve Hak Teâlâ İbrâhîm (a.s.)a ………………………… (Saffât; 37/104) di­ye nidâ ettiği zaman …………………….. (Safiât, 37/105) dedi. Ona ………………… demedi. Zîrâ Hz. İbrâhîm (a.s.) rü'yâyı ta'bîr etmedi. Belki gördüğü şeyin zâhiri üzerine aldı. Halbuki rü'yâ ta'bîr ister (17):

Ya'nî Hak Teâlâ hazretleri İbrâhîm (a.s)’a hitâb buyurduğu (konuştuğu) vakit, "Yâ İbrâhîm muhakkak sen rü'yâyı sâdık (doğru, gerçek) kıldın. Ya'nî rü'yâda gördüğün vech üzere (yönüyle) ahz etmek (almak) sûretiyle rü'yâyı tasdîk eyledin" (onayladın) dedi. Ve "Rü'yâda sâdık oldun (doğruladın) . İşte o rü'yâda gördüğün, senin oğlundur" demedi. Binâenaleyh (nitekim) İbrâhîm (a.s.) rü'yâyı tasdîk etti (onayladı) . Fakat onu tâ'bîr etmediğinden (yorumlamadığından) rü'yâda sâdık (doğru) olmadı. Çünkü eğer sâdık (doğru) olaydı, rüyâ­da görünen sûret onun oğlu olur ve zâhirde (dünyada) zebh (kurban kesme) dahi  onun üzeri­ne vâkı' olur (olagelir) idi. Fakat rü'yâda cenâb-ı İshâk sûretinde görünen, tes­lîm ve inkıyâd (boyun eğme) münâsebetiyle "koç" idi. Binâenaleyh (nitekim) İbrâhîm (a.s.) “koç” ile ta'bîr etmek (yorumlamak) lâzım gelirken, etmedi.

Bunun için Azîz, …………………… (Yûsuf, 12/43) dedi. Ve     "ta'bîr"in ma'nâsı rü'yâda gördüğü sûretten emr-i âhara ce­    vâzdır. İmdi öküz, kaht ve vüs'atte, seneler oldu (18).

Ma'lûmdur ki, Hz. Yûsuf (a.s.) Mısır'da mahbûs olduğu sırada Azîz-i Mısr (Mısır’ın azizi) bir rü'yâ görmüş idi. Mısır'ın eşrâfiyle (ileri gelen) kâhinlerini (falcılarını) cem' edip (toplayıp) dedi ki: "Ben rü'yâmda denizden yedi semiz ve onu müteâkıb da ye­di zaîf (zayıf) öküz çıktığını; ve zaîf (zayıf) öküzlerin semiz öküzleri yuttuğunu; ve dâneleri (taneleri) yeşil ve birbirine bağlanmış yedi başak ile kuru olarak ye­di başak zâhir olup (meydana çıkıp) kuruların yeşil başaklara galebe ederek (üstün gelerek) onlardan eser kalmadığını gördüm. Eğer rü'yâ ta'bîrini bilirseniz bu rü'yâma fetvâ (karar) ve cevâb verin!" Onlar cevâben: "Bu karışık bir rü'yâ­dır. Biz bunun ta'bîrini bilmeyiz" dediler. Nihâyet Hz. Yûsuf’a mürâcaat olundu. Onlar buyurdular ki: "Yedi yıl âdetiniz üzere ekin ekin. Fakat hepsini döğmeyip başaklarında bırakın. Yalnız yiyeceği­niz kadar döğün. Bu yedi yıl vüs'at (bolluk) geçtikten sonra yedi sene kaht (kıtlık) vâkı' olup evvelce iddihâr (birikmiş) olunanları yerler. Ve ondan bir mikdar tohumluk alıkonulur. Bu kaht (kıtlık) senelerinden sonra çok yağmur ya­ğıp bolluk olur." İşte rü'yâ ta'bîr (rüyanın yorumlanmak) taleb ettiğini (istediğini) bildiği için Azîz ……………………………….. (Yûsuf 12/43) dedi. Ve "ta'bîr"in ma'nâsı dahi rü'yâda gö         rülen sûretten diğer bir emre (hususa, manaya) geçmektir ki, o emr ( mana) âlem-i  hayâlde     (rüyada) görülen sûretin ma'nâsıdır. Ya'nî suver-i hayâliyyeye (hayali suretlere) münâsebeti (ilişkisi) olan suver-i hissiyyedir (hissi suretlerdir). Bunun için Hz. Yûsuf (a.s.) Azîz'in âlem-i hayâl­de (rüyasında) gördüğü yedi semiz öküzü ve yeşil başakları yedi bolluk senesi ve yedi lâğar (cılız) öküzü ve kuru başakları dahi yedi kath (kıtlık) senesi ile ta'­bîr buyurdu. Şu halde sûret-i hayâliyyeye (rüyasında gördüğü) hayali suretlere) münâsib (uygun) olan ma'nâya geçti ki, bu da emr-i dîğerdir (diğer manasıdır).

Eğer rü'yâda sâdık olaydı, oğlunu zebh eder idi. Halbuki ancak bu, veledinin aynı olduğunda rü'yâyı tasdîk eyledi. Allah indinde ise, ancak onun veledinin sûretinde zibh-ı azîm idi. Böyle olunca İbrâhim (a.s.)ın zihninde veled vâkı' olduğundan nâşî zibh-i azîmi fidâ eyledi. Yoksa o nefs-i emr­de indallâh fidâ değildir. İmdi his zibhı tasvîr eyledi. Ha­yâl dahi ibn-i İbrâhîm'i tasvîr eyledi. Binâenaleyh eğer hayâlde koçu göre idi, elbette onu oğlu ile, yâhut emr-i dîğer ile ta'bîr eder idi (19).

Ya'nî eğer İbrâhîm (a.s.)’ın oğlu sûretinde görülen şey, koç olmayıp da, hakîkaten oğlu olaydı, elbette onu zebh kurban) eder idi. Binâenaleyh (nitekim) rü'yâda sâdık (doğru rüya) olmadı.  Ancak görülen şey oğlunun aynı olduğunda rü'yâyı tasdîk eyledi (onayladı) . Ya'nî rü'yâda oğlunu zebh (kurban) eder gördü. Ve o rü'­yâyı zâhirde (dünyada) sâdık kılıp (doğru bilip) oğlunu boğazlamağa mübâşeret etti (kalkıştı) . Halbu­ki o mer'î olan (görülen) şey, Allah indinde, ancak onun oğlu sûretinde nümâ­yan (görülen, aşikâr) olan zibh-ı azîm (büyük kurban) idi; hakîkaten oğlu değil idi. Binâenaleyh (nitekim), Hak Teâlâ Hazretleri, İbrâhîm (a.s.)’ın zihninde oğlu vâkı' (geçmiş) olduğu için, İs­hâk (a.s)’a zibh-ı azîmi (büyük kurbanı) fıdâ (fidye) eyledi. Fakat o zibh-ı azîm (büyük kurban) , Hak indinde, hakîkaten fidâ (fidye) değil idi. Çünkü Allah Teâlâ, İbrâhîm (a.s)’a oğlunu zebh (kurban) etmesini emr etmemiş idi ki, ona zibhı (kurbanı) fidâ etsin (fidye olarak versin). Böyle olunca hiss-i zâhir (gözle görülen) zibhı (kurbanı) tasvîr eyledi (hayalinde canlandırdı, şekillendirdi). Ya'nî hayâlde görülen şey âlem-i his (içinde bulunduğumuz hissedilen âlemde) ve şehâdette (dünyada) koçun boğazlanmasıyla netîcelendi. Ve zâten Allah in­dinde dahi zebh (kurban) olunacak şey koç idi.

İmdi her şey İndallah’da (Allah katında) ne sûret üzere sâbit (mevcut) olmuş ise âlem-i his (hissedilen, içinde bulunduğumuz âlem) ve şehâdette (dünyada) dahi, onunla, zâhir olur. (görülür) Çünkü âlem-i his, (hissedilen âlem, dünya) âlem-i hayâlden (hayal âleminden) daha cem'iyyetli (toplayıcı) ve daha sahîhdir (gerçektir). Zîrâ âlem-i tafsîldir (genişletilmiş, açılmış âlemdir).  Ve hayâl ise, İbrâhîm (a.s)’ın oğlunu tasvîr etti (şekillendirdi). Sebebi de koç ile İshâk (a.s) arasında inkıyâd (boyun eğme) ve teslîm münâsebeti (ilgisi) bulunması idi. Çünkü hayâl, bir ma'nâyı, türlü türlü sûretlerde tasvîr eder (şekillendirir).  İşte bu sebep­le rü'yâ tâ'bîre (yoruma) muhtaçtır. Eğer İbrâhim (a.s.) âlem-i hayâlde (rüyasında) koçu boğazladığını göre idi (görseydi), elbette onu, koça münâsebeti (ilgililiği) olan oğlu ile ve­yâhut diğer bir şey ile ta'bîr ederdi (yorumlardı). Çünkü rüyânın "keşf-i muhayyel" (insanda bulunan hayalden) olan kısmı mutlaka ta'bîr olunmak (yorumlamak) iktizâ eder (gerekir).

Ba'dehû Hak Teâlâ buyurdu: "Bu emr-i ma'hûd muhakkak belâ-yı mübîndir' (Saffât, 37/106); Ya'nî imtihân-ı zâhirdir. Ya'nî Hak Teâlâ, mevtın-ı rü'yânın ta'bîrden iktizâ ettiği şeyi bilir mi, yoksa bilmez mi deyu İbrâhîm (a.s.)ı ilimde imtihandır. Zîrâ tahkîkan mevtın-ı rü'yânın ta'bîr istediği­ni Hak Teâlâ bilir (20).

Ya'nî İshâk (a.s.)’a fıdâ (fidye) olmak üzere koç nâzil olduğunu (indiğini) İbrâhîm (a.s.) gördükten sonra, Hak Teâlâ ona; "Bu oğlunu boğazlamak emri imtihân-ı zâhirdir" (Saffât, 37/106) buyurdu. Ve Hak Teâlâ'nın İbrâ­hîm (a.s.)’ı ilimde imtihan buyurması, onu mükemmel kılmak ve "keşf-i mücerred"den (katıksız saf keşiften) başka "keşf-i muhayyel" dahi (insanda da hayal) mevcûd olduğuna ve binâenaleyh (nitekim) âlem-i hayâlde (rüyada)  görülen suverin (suretlerin) mutlaka zevâhirine (görünüşüne) haml (bağlamayıp, atf) edilmeyip, belki ondan maksûd (maksat) olan şeyi aramak lâzım geldiğine muttali' eylemek (vakıf olmak, bilmek)    için idi. Zîrâ İbrâhîm (a.s) keşf-i mücerrede (saf, gerçek keşfe) alış­mış ve âlem-i misâlden (gerçek, mutlak misal âleminden) ahzi i'tiyâd eylemiş (almaya alışkanlık kazanmış) idi. Onun için, bunu da öyle zannetti. Ve rü'yâsını zâhiri üzere (dış görünüşüyle) alıp oğlunu zebha (kurban etmeye) tasaddî eyledi (girişti). Bu hâl İbrâhîm (a.s.)’ın şân-ı Nübüvvetine, (Peygamberlik görevinin şanına) noksan vermez. Zî­râ Enbiyâ (Peygamberler) "seyr-i fillâh"da (Allah’ta seyir de) dâimâ terakkîdedir (ilerlemekte, yükselmektedirler) ve seyr-i fillâh’ın (Allah’ta seyrin) ni­hâyeti yoktur. Da'vet ettikleri halkın seyri ise "seyr-i ilallâh"dır. (Allah’a doğru seyrdir) Ve bu seyrin nihâyeti (sonu) "seyr-i fillâh"dır (Allah’ta seyirdir). Binâenaleyh (nitekim), Enbiyâ’nın (Peygamberlerin) bidâyet­i seyri (seyir başlangıcı) halkın nihâyet-i seyridir (insanların seyrinin sonudur) . İmdi Hz. Şeyh'in "Mevtın-ı rü'yâ (rüyanın mertebesine göre) ta'bîr (yorumlamak) ister" buyurması, "keşf-i muhayyel" kısmından (insanda olan hayal ile ilgili keşf) olan rü'yâya âittir. Ve rü'yânın kısm-ı a'zamı (büyük bir kısmı) "keşf-i muhayyel" nev'indendir (insanda bulunan hayalden oluşan keşif cinsindendir) . "Keşf-i mücerred" kısmından (mutlak misal âleminden olan katıksız saf keşif) olanı ise nâdiren vâkı' olur (gerçekleşir) .  Binâena­leyh (nitekim) rü'yânın pek çoğu ta'bîr (yorum) ister.

<devam edecek>

asliye@hotmail.com
28
.01.2003
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail