VIII
BU FAS KELİME-İ YA'KUBİYYE'DE MÜNDEMİC OLAN
"HİKMETİ RÜHİYYE"
BEYÂNINDADIR
Mesnevî:
Tercüme
ve îzâh: "Kazâ olması cihetinden küfre râzıyım. Bu
rızâ, bizim nizâ'ımız (münakaşamız,
kavgamız) ve hubsümüz (kötülüğümüzün)
olması cihetinden değildir. Küfr, kazâ cihetinden
muhakkak küfür değildir. Eğer küfür der isen, Hakk'a kâfir
demek lâzım gelir. Binâenaleyh (nitekim) sen
Hakk'a kâfir
deme ve burada durma!" Bu beyt-i şerîfin tafsîlâtı (geniş
açıklaması) Fass-ı Uzeyrî (Üzeyri bölümünün)
nihâyetinde (sonunda)
mündericdir. (yer
almıştır) Ve kezâ (böylece)
Hz. Hayyâm buyurur:
Tercüme:
"Hak Teâlâ benim istediğim şeyi murâd etti. Benim istemiş
olduğum şey ne vakit savâb olur? O'nun istemiş olduğu şey,
cümleten savâb ise, benim istediğim şey dahî hep hatâdır."
Ya'nî
ayn-ı sâbitem (ilmi suretim) ne
taleb etmiş (dilemiş)
ise, Hak Teâlâ onun zuhûrunu (açığa
çıkmasını) murâd etmiştir. Ve onun murâdı ifâza-i
vücûddur (vücuda
getirmektir) . Binâenaleyh
(nitekim),
onun murâdı hep savâbdır. Ve benim murâdım ise
hep hatâ olduğundan suâl (soru)
bana teveccüh eder (yönelir), Hakk'a
değil! ………………………………. (Enbiyâ, 21/23)
İmdi
"emr-i irâdî" (ilmi
suretlerin istidadı) ibâdın (kulların)
her biri hakkında neden ibâret olursa olsun, Resûl
ve vâris (Veli) onların
cümlesine, ale's-seviye (hepsine
eşit olarak) "emr-i teklîfî"yi (teklif edilen
emirleri) teblîğ eder (eriştirir).
Onların
vazîfesi ancak budur. Başka bir şey değildir.
Suâl:
Mâdemki
ezelde abdin (kulun)
ayn-ı sâbitesi (ilmi
sureti), lisân-ı
isti'dâd (istidadının
dili) ile Hak'tan neyi taleb etmiş (istemiş) ise,
Hak onu irâde etmiştir (buyurmuştur).
Ve Hakk'ın irâdesine (isteğine)
muhâlif (aykırı) olarak
bu dünyada bir şeyin vukuu (olması)
mümkün değildir ve müessir olan (tesir
eden, etkileyen) "emr-i irâdî"dir (ilmi
suretin istidadıdır); şu hâlde ba's-i Rusül (Peygamberin gönderilmesi)
ile ibâdı (kullara)
ale'sseviye (eşit
surette) "emr-i teklîfi"ye (İlahi
emirlere) da'vetten ne fâide hâsıl olur?
Cevâb:
Fâidesi
çoktur. Evvelâ ednâs-ı
tabîiyye (en
allt seviyede bulunan murdar, kirlenmiş tabiatlar, huylar) ile
mülevves (pis,
kirli) olan nüfûsun (kimselerin)
sebeb-i tahâretidir (temizlenme
sebebidir). Efrâd-ı
beşeriyyenin (insanların)
Enbiyâya (Peygamberlere)
tebaiyyeti (tâbî’
olmaları, uymaları) nisbetinde (ölçüsünde),
isti'dâdât-ı ezeliyyelerinin (ezelde kazanılmış
istidatlarının) merâtibi (mertebeleri)
inkişâf eder (açılır).
Meselâ
hadd-i zâtında (aslında)
Hâdî ism-i küllîsinin (küll
olan Hadi ismi) tahtında (emri
altında) birçok esmâ-i İlâhiyye vardır ki, yekdîğeri
(birbirleri)
arasında tefazzul (üstünlük)
ve temeyyüz (farlılık) mevcûddur.
Bunların mezâhiri (göründükleri
yer) olan ibâd (kullar),
levsiyyât-ı
tabîiyye (tabiatında
bulunan pislikler) ve bunun îcâbâtından (gerektirdiklerinden)
olarak ahkâm-ı hayvâniyye (hayvani
şartlar, hükümler) ile muttasıf (sıfatlanmış)
bulundukça bilinemez. Nitekim, çamur ile mülemma’
(sıvanmış)
olan ahcâr (taşlar)
ve maâdin-i zî-kıyem (değerli maden) parçaları,
su ile tathîr edilmedikçe (temizlenmedikçe)
yekdîğerinden (birbirlerinden)
tefrîk olunamaz. (seçilemezler,
ayrılamazlar) Ve kıymetçe mertebelerini anlamak
mümkün olmaz. Eğer su ile tathîr olunursa (temizlenirse)
altın ve gümüş ve platin veyâ elmas ve pırlanta
ve la'l ve yâkût parçaları temeyyüz eder (birbirinden ayrılır).
Sâniyen,
(ikinci olarak) da'vet-i
Rusül (Peygamberin
daveti) bir mihekktir (ölçektir).
Sûret i'tibâriyle (şekli bakımından)
yekdîğerinin (bir
diğerinin) aynı gibi görünen kalp (sahte
olan) ile hâlis (saf,
hilesiz olan), ancak
bu da'vet ile tezâhür eder (belirir,
meydana çıkar). Zîrâ
esmâ-i İlâhiyye, Hâdî ve Mudill ve Dârr ve Nâfi' gibi cemâlî
ve celâlî olarak yekdîğerine (birbirlerine)
mütekabildir (zıttır,
karşıttır). Sûrette
(şekilde) yekdîğerine
(birbirlerine)
mümâsil (eş,
benzer) olan efrâd-ı insâniyyeden (insanlardan)
ba'zıları Hâdî ve ba'zıları da Mudill isminin
mazharıdırlar (göründüğü
yerlerdir). Da'vet
olmasa, bunlar yekdîğeriyle (birbirleriyle)
müsâvât (eşitlik)
da'vâsında (iddiasında)
bulunurlar. Velâkin, da'vet-i Rusül vukuunda (Resul’ün
davetiyle) Sıddîk, Ebû
Cehil'den ayrılır. Ve bu mihekk (ölçek)
vâsıtasıyla, aralarında fark-ı azîm (büyük
fark) olduğu zâhir olur (görülür).
Sâlisen
(üçüncü olarak)
bu da'vet, esmâ-i İlâhiyye arasındaki tefazzulu (üstünlüğü)
ve farkı, fiilen (fiil olarak) ızhâr
ettiğinden (açığa
çıkardığından),
Allah için hüccet-i bâliğa (kesin, yüksek
mertebeden delil) sâbit (mevcut)
olur. Nitekim bâlâda (yukarıda)
tafsîl olunmuş (geniş
olarak açıklanmış) idi.
<devam
edecek>
Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
29.07.2003
http://gulizk.com
|