73. Bölüm

VIII
BU FAS KELİME-İ YA'KUBİYYE'DE MÜNDEMİC OLAN
"HİKMETİ RÜHİYYE"   BEYÂNINDADIR

Mesnevî:
Tercüme ve îzâh: "Kazâ olması cihetinden küfre râzıyım. Bu rızâ, bizim nizâ'ımız (münakaşamız, kavgamız) ve hubsümüz (kötülüğümüzün) olması cihetinden değildir. Küfr, kazâ cihetinden muhakkak küfür değildir. Eğer küfür der isen, Hakk'a kâfir demek lâzım gelir. Binâenaleyh (nitekim) sen Hakk'a  kâfir deme ve burada durma!" Bu beyt-i şerîfin tafsîlâtı (geniş açıklaması) Fass-ı Uzeyrî (Üzeyri bölümünün) nihâyetinde (sonunda) mündericdir. (yer almıştır) Ve kezâ (böylece) Hz. Hayyâm buyurur:

Tercüme: "Hak Teâlâ benim istediğim şeyi murâd etti. Benim iste­miş olduğum şey ne vakit savâb olur? O'nun istemiş olduğu şey, cüm­leten savâb ise, benim istediğim şey dahî hep hatâdır."

Ya'nî ayn-ı sâbitem (ilmi suretim) ne taleb etmiş (dilemiş) ise, Hak Teâlâ onun zuhûrunu (açığa çıkmasını) murâd etmiştir. Ve onun murâdı ifâza-i vücûddur (vücuda getirmektir) .  Binâenaleyh (nitekim), onun murâdı hep savâbdır. Ve benim murâdım ise hep hatâ olduğundan suâl (soru) bana teveccüh eder (yönelir), Hakk'a değil! ………………………………. (Enbiyâ, 21/23)

İmdi "emr-i irâdî" (ilmi suretlerin istidadı) ibâdın (kulların) her biri hakkında neden ibâret olursa ol­sun, Resûl ve vâris (Veli) onların cümlesine, ale's-seviye (hepsine eşit olarak) "emr-i teklîfî"yi (teklif edilen emirleri) teblîğ eder (eriştirir).  Onların vazîfesi ancak budur. Başka bir şey değildir.

Suâl: Mâdemki ezelde abdin (kulun) ayn-ı sâbitesi (ilmi sureti),  lisân-ı isti'dâd (istidadının dili) ile Hak'­tan neyi taleb etmiş (istemiş) ise, Hak onu irâde etmiştir (buyurmuştur). Ve Hakk'ın irâde­sine (isteğine) muhâlif (aykırı) olarak bu dünyada bir şeyin vukuu (olması) mümkün değildir ve müessir olan (tesir eden, etkileyen) "emr-i irâdî"dir (ilmi suretin istidadıdır); şu hâlde ba's-i Rusül (Peygamberin gönderilmesi) ile ibâdı (kullara) ale's­seviye (eşit surette) "emr-i teklîfi"ye (İlahi emirlere) da'vetten ne fâide hâsıl olur?

Cevâb: Fâidesi çoktur. Evvelâ  ednâs-ı tabîiyye (en allt seviyede bulunan murdar, kirlenmiş tabiatlar, huylar) ile mülevves (pis, kirli) olan nüfûsun (kimselerin) sebeb-i tahâretidir (temizlenme sebebidir). Efrâd-ı beşeriyyenin (insanların) Enbiyâya (Peygamberlere) tebaiyyeti (tâbî’ olmaları, uymaları) nisbetinde (ölçüsünde), isti'dâdât-ı ezeliyyelerinin (ezelde kazanılmış istidatlarının) merâtibi (mertebeleri) inkişâf eder (açılır).  Meselâ hadd-i zâtında (aslında) Hâdî ism-i küllîsinin (küll olan Hadi ismi) tahtında (emri altında) birçok esmâ-i İlâhiyye vardır ki, yekdîğeri (birbirleri) arasında tefazzul (üstünlük) ve temeyyüz (farlılık) mevcûddur. Bun­ların mezâhiri (göründükleri yer) olan ibâd (kullar),  levsiyyât-ı tabîiyye (tabiatında bulunan pislikler) ve bunun îcâbâtından (gerektirdiklerinden) olarak ahkâm-ı hayvâniyye (hayvani şartlar, hükümler) ile muttasıf (sıfatlanmış) bulundukça bilinemez. Nite­kim, çamur ile mülemma’ (sıvanmış)  olan ahcâr (taşlar) ve maâdin-i zî-kıyem (değerli maden) parçaları, su ile tathîr edilmedikçe (temizlenmedikçe) yekdîğerinden (birbirlerinden) tefrîk olunamaz. (seçilemezler, ayrılamazlar) Ve kıymet­çe mertebelerini anlamak mümkün olmaz. Eğer su ile tathîr olunur­sa (temizlenirse) altın ve gümüş ve platin veyâ elmas ve pırlanta ve la'l ve yâ­kût parçaları temeyyüz eder (birbirinden ayrılır).

Sâniyen, (ikinci olarak) da'vet-i Rusül (Peygamberin daveti) bir mihekktir (ölçektir). Sûret i'tibâriyle (şekli bakımından) yekdîğeri­nin (bir diğerinin) aynı gibi görünen kalp (sahte olan) ile hâlis (saf, hilesiz olan), ancak bu da'vet ile tezâhür eder (belirir, meydana çıkar).  Zîrâ esmâ-i İlâhiyye, Hâdî ve Mudill ve Dârr ve Nâfi' gibi cemâlî ve celâlî olarak yekdîğerine (birbirlerine) mütekabildir (zıttır, karşıttır). Sûrette (şekilde) yekdîğerine (birbirlerine) mü­mâsil (eş, benzer) olan efrâd-ı insâniyyeden (insanlardan) ba'zıları Hâdî ve ba'zıları da Mudill isminin mazharıdırlar (göründüğü yerlerdir). Da'vet olmasa, bunlar yekdîğeriyle (birbirleriyle) müsâvât (eşitlik) da'vâsında (iddiasında) bulunurlar. Velâkin, da'vet-i Rusül vukuunda (Resul’ün davetiyle) Sıddîk,  Ebû Cehil'den ayrılır. Ve bu mihekk (ölçek) vâsıtasıyla, aralarında fark-ı azîm (büyük fark) olduğu zâhir olur (görülür).

Sâlisen (üçüncü olarak) bu da'vet, esmâ-i İlâhiyye arasındaki tefazzulu (üstünlüğü) ve farkı, fii­len (fiil olarak) ızhâr ettiğinden (açığa çıkardığından), Allah için hüccet-i bâliğa (kesin, yüksek mertebeden delil) sâbit (mevcut) olur. Nitekim bâlâda (yukarıda) tafsîl olunmuş (geniş olarak açıklanmış) idi.

<devam edecek>

Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com

29
.07.2003
http://gulizk.com


Üst Ana sayfa e-mail