VIII
BU FAS KELİME-İ YA'KUBİYYE'DE MÜNDEMİC OLAN
"HİKMETİ
RUHİYYE" BEYÂNINDADIR
İşte
bunun için Resûl (a.s.) ………………….. (Hûd, 11/112)
kavlinden, hâvî olduğu şeyden nâşi, "Sûre-i Hûd
ve ahavâtı beni ihtiyârlattı" buyurdu. İmdi onu
"Kemâ ümirte" ihtiyarlattı. Zirâ o bilmez ki, irâdeye
muvâfık olan şeyle mi emr olundu? Tas ki o şey vâkı'
olsun; veyâhut irâdeye muhâlif olan şeyle mi me'mûr oldu?
Tâ ki vâkı' olmasın. Ve hiçbir kimse, hükm-i irâdeyi
bilmez. Ancak murâdın vukuundan sonra bilir. Allah'ın ayn-ı
basiretini açtığı kimse müstesnâdır. İmdi a'yân-ı mümkinâtı
/ sâbit oldukları hâlde, alâ-mâ-hiye-aleyh idrâk eder. Böyle
olunca bunun üzerine gördüğü şeyle hükm eder (13).
Ya'nî
"emr-i irâdî" (ilmi
suretlerin istidadlarının gereği olan emirler) başka
ve"emr-i teklîfî" (teklif
edilen emirler) başka olduğu ve Resûl ise her
birerleri hakkındaki emr-i irâdî (ilmi
suretlerin istidadında bulunanlar) neden ibâret
olursa olsun, ibâdın cümlesine (kulların
hepsine) müsâvâten (eşit olarak) "emr-i teklîfi"yi
tebliğe (teklif
edilen emirleri ulaştırmaya) me'mûr (vazifeli)
bulunduğu için, Resûl (a.s), iblâğda (haberi
ulaştırmada) ihtimâmı (duyduğu sıkıntıdan, elemden dolayı)
muntazammın
olan (daima)
…………………….. 11/112) âyet-i
kerimesinden ve bunun emsâli
(örnekleri) ve ahavâtı (benzerleri)
olan
………………………………………………… (Mâide,
5/67) ve (Kehf,
18/6) gibi âyât-ı Kur'âniyye-i sâireden (Kur’an’daki diğer ayetlerden) dolayı;
"Sure-i Hûd ve ahavâtı (benzerleri)
beni ihtiyârlattı" buyurdu. Çünkü Resul
ancak teblîğe (haberi
ulaştırmaya) me'mûrdur (görevlidir).Nitekim
buyurulur: ………………………………. (Mâide,
5/99) Halbuki "emr-i teklîfi"nin (teklif edilen emirlerin) "emr-i
irâdî" (ilmi
suretin istidadında olanlar) ile
münâsebeti (ilgisi)
yoktur. Adem-i münâsebetin (ilişkisinin
olmayışının) sebebi budur ki, Hak bir şeyin vâkı'
olmayacağını (gerçekleşmeyeceğini)
bilir. Ve onun adem-i vukûunu (olmayışını),
bu ilmine mebnî (dayanarak)
irâde eder (diler).
Ve
ilim dahî abd-i me'mûrun (görevli
kulun) ayn-ı sâbitesindeki (ilmi
suretindeki) hâline ve isti'dâdına tâbi' (bağlı)
olur. Ya'nî onun bu hâli (oluşu)
ve isti'dâdı Hakk'a o ilmi i'tâ eder (verir).
İmdi Hak Teâlâ, lisân-ı Resûl (Peygamber
vasıtası) ile ibâdına (kullarına)
"Namaz kılın, oruç tutun!" diye sûret-i
umûmiyyede (genelde,
herkese) emreder. Maahâzâ (farz
edelimki) bu ibâdın (kulların)
içinde bu emre muvâfakat (kabul)
edecekler ve etmeyecekler vardır. İşte bu emirde
"irâde" yoktur. Eğer olsa idi, ibâdın (kulların) hiçbirisi muhâlefet
edemez (karşı
çıkamaz) idi. Böyle olunca, me'mûrun (görevli olanın) ayn-ı sâbitesinde
(ilmi
suretinde) gizli olan muhâlefet (karşı
çıkmak) ve isyân zâhir olup (açığa
çıkıp) ber-muktezâ-yı adl (adalet
gereğince) kendisine ıkâb (cezayla)
teveccüh etmek (yönelmek)
ve müstaid (istidadı
müsait olanların) ve emre imtisâl (itaat) edenlerin dahî saâdeti zâhir
olmak (açığa
çıkmak) için, "emr-i teklîfi" (teklif edilen emirleri) bilâ-irâde
(iradesi
dışında) lisân-ı Resul (Peygamber
vasıtası) ile ibâda (kullara)
umûmen (herkese) ve müsâvâten (eşit
olarak) teblîğ olundu (ulaştırıldı).
Eğer böyle olmasa, abd-i muhâlifin (uygunsuzluk
gösteren kul) ayn-ı sâbitesinde (ilmi
suretinde) bi'l-kuvve (kuvvet,
güç olarak) mevcûd olan şekâvet (bedbahtlık)
zuhûra gelmez (meydana çıkmaz) ve şekâvet zuhûr
etmeyince (meydana
çıkmayınca), ıkâb
(cezalandırmak)
için hücceti İlâhiyye (İlahi delil) sâbit (mevcut)
olmaz idi. Mün'im (nimetlendirenin) ve Muazzib'in (azap
verenin) ahkâmı (hükümleri)
zâhir olmak (meydana
çıkmak) için bu, böyle oldu.
İmdi
Resul (a.s.) "emr-i teklîfî"yi (teklif
edilen emirleri) teblîğe (iletmeye)
me'mûr (vazifeli) olmakla berâber, acabâ
"irâde"ye muvâfık (uygun)
şeyle mi me'mûr oldu (vazifelendirildi) ki, o şey vâkı'
olacaktır. (gerçekleşecektir)
Veyâhut "irâde"ye muhâlif (aykırı) olan şeyle mi me'mûr
oldu (vazifelendirildi)
ki, o şey vâkı olmayacaktır. (gerçekleşmeyecektir)
Bunu bilmediği cihetle muztarib olur (sıkılır).
Zîrâ
Resûl, halkı da'vetle mukayyed (kayıtlı)
iken, ibâdın (kulların)
a'yân-ı sâbitelerindeki (terkiplerindeki,
ilmi suretlerindeki) isti'dâdlarından ve icâbet (kabul edeceklerinden) ve adem-i icâbetlerinden
(kabul
etmeyeceklerinden) muhtecibdir (örtülüdür,
perdelidir). Eğer da'vete adem-i icâbet (daveti
kabul etmeme) istidâdında bulunanlara vâkıf olsa (bilse), onu da'vet
etmekten fütûr lâzım gelir
(bezginlik duyar) ve emr-i dâ'vette (davet
etme işinde) noksan üzere (eksik)
olur ve bu sûrette de, a'yân beyninde (ilmi
suretler arasında)
adem-i imtiyâz îcâb eder (farklılık kalmaz) idi. Resûl
bu hicâba mebnî (perdeden
dolayı),
da'vetin "irâde"ye muvâfık mı (uygun
mu),
yoksa muhâlif mi (aykırı
mı) olduğunu bilmez. O ancak da'vete me'mûrdur (davet etmekle görevlidir).
"İrâde"ye
muvâfık (uygun)
olan emirden (hususlardan) bahse (konuşmaya)
lüzum yoktur. Çünkü bu emir, Resûl'den sâdır
olunca (çıkınca) vâkı olur
(gerçekleşir).
Velâkin "irâde"ye muhâlif (aykırı)
olan emri teblîğ ettiği (ulaştırdığı)
vakit, icâbet olunmadığını (kabul
edilmediğini) görüp muztarib olur (üzülür,
sıkılır). Ve
"irâde"ye muhalif (aykırı)
olduğu için icâbet olunmadığını (kabul
edilmediğini) fehm etmez (anlayamaz).
Eğer da'vette kedisinin noksânına haml edip
(yetersizliğine dayandırıp) mübâlâğa etse (aşırıya
gitse) ………………………………….
(Bakara, 2/286) kavl-i kerîmine (Kuran’ı
Kerim’in bu sözlerine) muhâlif (aykırı)
olarak vüs' (güç)
ve tâkatten hâriç bir şeyle emretmiş olmasından
hazer eder (sakınır, çekinir). Zîrâ
Resûl, âlemlere rahmettir. Vüs' (güç)
ve tâkatten ziyâde (fazla)
teklîfe me'mûr (vazifeli)
değildir. Ve ızhâr-ı hüccette (delil
göstermede) mübâlâğa etmek (aşırıya
gitmek) ümmetin helâkine (mahvolmasına)
sa'y etmektir (çalışmaktır) . Ve eğer teklîf-i mâlâ-yutâktan (güç
yetmeyecek emirlerle mükellef kılmaktan) hazer edip
(sakınıp) da'vette mübâlâğa
etmezse, (aşırıya
gitmezse) adem-i icâbeti (kabulün
olmadığını) görünce, kendisinin da'vette noksânına
haml eder (davetteki
yetersizliğine yükler). Binâenaleyh
(nitekim) bu sebepler ile ıztırâba
düşer. Bunun için "Sûre-i Hûd ve emsâli (benzerleri) beni ihtiyârlattı"
buyurmuştur. Çünkü Sûre-i Hüd'da, emir ve nehyde (yasaklarda) istikâmet (doğru
hareket) üzere olması emr olunur.
…………………. kaydı, emr-i da'vet tarafına
(davet hususunu) şâmil olunca (içine
alınca),
Resul'ü emr-i da'vete (davet
işine) terğîb (teşvik
etme) ve bu bâbda (konuda) onu ihmâl ve müsâheleden (kolaylık
göstermekten) tahzîr eder (yasaklar,
sakındırır). Ve terhîb (korkutmak) için olursa, med'uvv
tarafına da (davet
edilenleri de) şâmil olur
(içine alır) ki, bu surette ona vüs' (güç)
ve tâkatten ziyâde (fazla)
teklîf etmemek lâzım gelir. Binâenaleyh (nitekim) Resûl (a.s),
……………….. kaydından
anlaşılan iki emr (husus) arasında mütereddid (tereddüd eder, kararsız) olur. Böyle
olunca emr-i da'vet (davet
hususu), Resûl hakkında
ibtilâ-i İlâhidir (İlahi
imtihandır).
Ve
hükm-i irâde (Hakk’ın abd hakkındaki batıni hükmi (ilmi
suretlerin istidatları) ancak vukuundan (olayın olmasından) sonra bilinir.
Meselâ Ebu Cehil imân etmedi ve küfr üzere gitti. Ancak bu
hâlin vukuundan (oluşmasından)
sonra Ebû Cehil'in îmân etmemesi hakkında irâde-i
İlâhiyye taalluk ettiği (İlahi
irade ile ‘ilmi suretler ile’ alakalı olduğu) ve
onun ayn-ı sâbitesinin (ilmi
suretinin) talebi (isteği)
küfr olduğu anlaşıldı. Ve kezâ Resûl (a.s),
amm-i nebevîleri (Resullah’ın amcası) bulunan Ebû
Tâlib'in îmân etmesini son derece arzû buyurduğu ve ona
tebliğde (bildirmede)
mübâlağa ettiği (aşırıya
gittiği) hâlde
…………………………………………………………
(Kasas, 28/56) ayet-i kerîmesi nâzil oldukda (indiğinde)
hakkındaki "emr-i irâdî"nin (Hakk’ın kul hakkındaki batıni hükmü) onun
adem-i ihtidâsına olduğu (istidadında
olmadığı) tebeyyün eyledi (anlaşıldı).
Evvelce onların bu halleri meczûm (kat’i)
değil ve îmân etmeleri me'mûl (umulur,
beklenir) idi. Maahâzâ (bununla
beraber), Hak Teâlâ
Hazretleri bir kimsenin basar-ı basîretini (kalp
gözünü) açınca, o kimse hükm-i irâdeyi, (ilmi
suretlerin istidadını) murâdın vukûundan (olmasından)
evvel bilir. Ya'nî bir abdin (kulun)
ayn-ı sâbitesindeki (ilmi
suretindeki) hâline nazaran (göre),
kendisinden saâdet ve şekavet eseri zâhir olmadan (meydana
çıkmadan) evvel, onun saîd (bahtlı,
cennetlik) veyâ şakî (bahtsız, cehennemlik) olduğunu
bilir ve o abd (kul)
hakkında ona göre hükmeder (karar
verir).
<devam
edecek>
asliye@hotmail.com
12.08.2003
http://gulizk.com
|