Zamanının Gavsı
ve Kutb’ül Aktabı
olduğu bildirilen, âlim, mütefekkir, mutasavvıf vasıflarıyla
tarihe geçen bir şahıs Erzurumlu İbrahim Hakkı...
Kendisine atfedilen hayat hikâyesi ise şöyle:
18 Mayıs 1703 yılında
Erzurum’a yaklaşık kırk kilometre uzaklıkta bulunan
Hasankale kasabasında dünyaya gelmiştir. Derviş Osman Haseni
‘nin oğludur.
Birçok şeyhe bağlanıp aradığını bulamayan ve sonunda İsmail
Fakirullah ‘a intisap etmek üzere giden babasının ardından
o da daha çocuk denecek yaştayken Siirt’in Tillo ( Aydınlar)
bucağına gider ve ismail Fakirullah Hazretleri ile burada tanışır.
Babası vefat edince, Erzurum ‘a dönüp öğrenimini
tamamlar. O devirde Erzurum müftüsü olan Muhammed Hazık’tan
Arapça, Farsça dersleri alır, bu dillerde şiir yazabilecek düzeye
gelir.1728 yılında tekrar Tillo’ya dönüp Şeyh Fakirullah
Hazretleri’ne bağlanır. Yedi sene sonra, Şeyhinin vefatı
üzerine, Hasankale’ye döner, oradan da Erzurum ‘a giderek
Yukarı Habib Efendi Camiinde İmam ve hatip olarak görev alır.
Başka camilerde de vaazlar, nasihatler verir. Gençlik dönemini
bilgi ve kültür ile donatarak ileri yıllarda kaleme alacağı
eserlere hazırlık yapmaktadır.
Kabiliyeti, ilim
aşkı, tatmin edilemez bir arzuyla okuduğu kitaplar ve mürşidi
Fakirullah ‘ın manevi himmetiyle şaşırtıcı ilerlemeler kaydeder. Öyle ki Sultan I. Mahmut’un
da dikkâtini çekerek saraya davet edilir. Saray kütüphanesinden
istifade şansı tanınır kendisine. Sonra Sultanın emriyle,
ders okutmak şartıyla Erzurum’un Şigveler
Dağı eteğinde bulunan Abdurrahman Gazi Hazretlerinin
zaviyedarlığına tayin edilir. Erzurum’a döndüğünde, küçük
risale denemelerine başlar. 1775’ te ikinci kez İstanbul’a
gelir. Dönüşte Hasankale’ye çekilerek kendini tamamen
kitap hazırlamaya adar. Ansiklopedik ve tasavvufi bir eser diye
tanımlanan Marifetname’yi o dönemde meydana getirir. Bu
eser, bugün bile birçok bilim adamını şaşırtacak bilgiler
içermektedir. Astronomiden matematiğe, astrolojiden tıbba,dini
emir ve uygulamalara, psikolojiden kıyafetnameye kadar akla
gelebilecek birçok konudaki soruların cevabı verilmektedir.
Halk arasında dolaşan, onun “yıldızlar arasındaki
uzaklığı Tillo sokakları kadar iyi bildiği” söylencesi,
bilgi ve maharetinin derecesini anlatmak açısından önemlidir.
Ardından başka
eserler de kaleme alır. Kitaplarının tam sayısı hakkındaki
rivayetler; on dört ile elli dört arasında değişmektedir.
Gümüşhane, Muş,
Bitlis, Siirt, Hasankale, Erzurum, İstanbul ve başka
vilayetlere çeşitli seyahatler yapar. Üç kez Hacca gider .
Bu seferler sırasında İslam aleminin belli başlı ilim
merkezlerindeki ve mukaddes sayılan şehirlerindeki âlimlerle
tanışır, fikir alışverişinde bulunur.
Çağının keşif
ve icatlarını yakından takip eder; hiçbir zaman yeniliklere
yabancı kalmaz. Geriye dönüşü asla kabul etmeyen bir fikir
ve ilim adamı hüviyetini de taşır. Yeniliklere olduğu kadar
teslimiyet ve rızaya da taraftar olduğunu bildirir. Örneğin,
Fecr-i Şimali denen meteorolojik olay sırasında İstanbul’daki
hocalar, “kıyamet kopuyor” diye cami direklerine sarıldıklarında
İbrahim Hakkı Hazretleri, bu olayı hiçbir telaşa, endişeye
kapılmadan arkadaşlarıyla,
talebeleriyle birlikte
soğukkanlılıkla seyreder.
İnsanın
ve kâinatın oluşumundan söz ederken, günümüz bilim
adamlarından hiç de farklı şeyler söylememektedir. Tek
fark vardır, o da bilimin henüz yakalayamadığı hakikât
noktasından bakış...
Marifetname’den
alınan şu satırlara bakalım;
“.....Kâinatın ilk mertebesi kesif topraktır. Son mertebesi
ise nefs-i tahire (melek gibi) olup gayet latiftir. Zira,
madenlerin evveli toprak ve suya, sonu bitkiye ulaşır.
Bitkinin evveli madene ve sonu hayvana çıkar. Hayvanların
evveli (en ilkeli) nebata, sonu
insana ulaşır. İnsan nefsinin evveli hayvana, sonu meleki ve
temiz olan nefse ulaşır. Kemal, ancak orada hasıl olur.”
“..... Hayvanın
kemali insandır ki, o özün özü ve her şeyin yaratılış
gayesidir. “
“.....Bütün gök
olayları ve unsurların birleşmesinden doğan ve bütün
zahiri kâinattan murat ve maksudumuz, ancak İnsan-ı Kâmilin
şerefli varlığıdır. İnsan-ı Kâmil’den başkası,
tamamen ona tufeyli, hizmetçi ve tâbi kılınmıştır.
Her isteğin aslı ve her ümidin sonu işte budur.”
Darwin’in insanın
evrimine ilişkin açıklamalarını da içine alan Evrensel bir
bakışın izlerini bulabiliriz bu cümlelerde...
Hz. Resulullah’ın
“ilim ikidir; tıp ilmi ve din ilmi” hadisine değinerek tıp
ve anatomin önemini vurgulayan Erzurumi, bu ilmin Allah’ı
tanımaya bir vasıta olacağını söyler.
Ona göre,
“insanın bedeni küçük alem, ruhu büyük âlemdir. Zira âlemde
yaratılan her şeyin benzeri, insanın vücudunda vardır.
Hissedilen cansızlara örnek, insanın uzuvları;
hayvanlar, insanın ahlâkı;
dört mevsim insanın dişleri;
âdet ve sanatlar, insanın duyguları ve kuvvetleri;
berzah alemi, insanın düşünce ve hatıraları;
melekut alemi insanın kalbi ve ruhuna örnek verilebilir...”
Bu örneklerin yüz
kitaba sığmayacağını, ancak arifin kalbine sığacağını
anlatan İbrahim Hakkı, dış âlemde olan her şeyin, insan âleminde
bulunanların numûnesi olduğunu da sözlerine ekler.
Günümüzde bile astrolojinin halen bir ilim olup olmadığı,
İslam ‘da yerinin bulunup bulunmadığı tartışmaları sürerken,
o iki asır önceden
bunlara cevap vermiştir.
Dünya üzerindeki oluşumların sebeplerinin yıldızlar olduğunu,
ancak bunları da Allah u Teala’nın meydana getirdiğini
anlatırken şunları söyler:
“Allah ü
Teala’nın kudreti ile uyduların ve burçların süfli
cisimlerde maddi yapılarda tesirleri daimi olduğundan bütün
halkın şekil hâl, ahlak ve tavrı, henüz ana karnında nutfe
iken rast gelen baht ve talileri tesirlerinden meydana gelmiştir.
Ana rahmine nutfe vaki olduğu saatte baba ve ananın talileri
hangi işte ise, o nutfenin zatına tesirle işlenmiş olur.
Çünkü o nutfe ceninin cisminin levh-i mahfuzudur. Levh-i
mahfuz ise bu âlemin aynasıdır.”
Dünya üzerindeki
son yıllarını şeyhi İsmail Fakirullah ‘ın çocuk ve
torunlarıyla sohbet ederek, talebelere ders okutarak ve
eserlerini hazırlayarak geçirir.
22 haziran 1780 yılında
Tillo’ da vefat ederek, şeyhi Fakirullah için yaptırdığı
türbeye onun ayak ucuna
defnedilir.
Meşhur
Tefviznamesi’nde yer alan şu satırlar dillerde gönüllerde
dolaşır durur bilincin ölümsüzlüğünü kanıtlarcasına:
“Deme
şu niçin şöyle
Bak sonuna sabreyle
Yerincedir ol öyle,
Mevla görelim neyler,
Neylerse
güzel eyler.”
İstanbul
- 11.01.2001
http://afyuksel.com
|