Hristiyanlık,
Hz.İsa’ya ( İsa Mesih’e) Allah’ın Resulü olarak tapınmayı
temel almıştır. O, Allah’ın
insan ırkına kendini çok özel bir şekilde tanıtacak
tecellisidir.
Aynı zamanda Hristiyanlık, Hz. İsa’yı Roma imparatorluğunun bir
köşesinde doğup büyüyen ve ölen silik bir kişilik olarak da hatırlamaktadır.
O’nunla
ilgili bilgilerimizin hemen hemen tümü, Yeni Ahid’de yer alan ve
yaşamının dört bölümü ile ilgili anlatılardan oluşmaktadır.
Aşağıdaki yazı, tamamen o anlatılanlar üzerine inşa
edilmiştir. Bazı bilim adamları, her ne kadar
bu menkıbe kayıtlarının tarihi geçerliliği hakkında
kendi aralarında anlaşmazlığa düşseler bile, aşağıdaki
bilgiler üzerinde çoğunluğu hemfikirdir.
Özgürlük
Arayışı
Hz.İsa M.Ö 4 yılında, büyük
Judea / Yahudiye Kralı Herod’un ölümünden hemen önce doğmuştur.
(O dönemde şimdiki Filistin’in güneyinde yer
alan Roma İmparatorluğu sınırları içinde ve Musevilerin
yaşadığı bir eyalet. ) Burada otuz yıldan fazla yaşayan İsa, yaşamı
boyunca Filistin’in dışına çok ender olarak çıkmıştır.
O bölgedeki Yahudiler,
ya Roma İmparatoru tarafından atanan bir prens tarafından ya
da doğrudan Roma’ya bağlı olarak yönetiliyorlardı.
Bir din adamları grubu olan Sadukiler, Roma yönetimini kabul
etmişlerdi; bir anlamda güçlerini ve etkinliklerini de buna borçlu
idiler. Daha sonra Ferisiler
(eski Yahudilerde biçimci ve tutucu bir mezhep), güçlü ve baskın
bir konuma geçmişler, politikayla daha az ilgilenerek
Eski Ahid hükümleri üzerinde çalışmaya ve bunların
uygulanmasına ağırlık vermişlerdir.
Daha da tutucu
olan bazı Yahudiler ise, içinde
bulundukları Yahudi toplumunun dışında olmayı tercih etmişler,
kendi başlarına izole topluluklar kurmuşlardır. (Qumran
örneğinde olduğu gibi) Bu topluluklar da , kendilerini dinsel
saflıklarını korumaya adamışlardır. Ancak, Yahudilerin arasında
Roma egemenliğini ve yönetimini istemeyen pek çok kişinin çıkarttığı
isyanlar, zaman zaman savaşlara yol açmaktadır.
Hz.İsa, Yahudiye’nin
Beytlehem (Bethlehem) kentinde dünyaya geldi; ama Celile’de büyüdü,
halk arasındaki faaliyetlerinin çoğu da bu bölgede oldu.
Yahudiye’nin Yahudi halkı, Celile’de yaşayanları kültürsüz
ve yarı pagan (dinsiz) olarak nitelendiriyorlardı.
İsa’nın konuşmasında çok belirgin olan bu yöreye has
‘’kuzey aksanı’’ ileride Kudüs’e gittiği zaman epeyce
dikkât çekecekti.
Ailesi çok varlıklı ve tanınmış
değildi; ama oldukça saygındı. Kendisi de köy yaşamında önemli
rolü olan marangozluk veya
genel inşaatçılık olarak tanımlanabilen bir mesleğe sahipti. Nasıra
(Nazareth) anlaşılması
güç, tuhaf bir köydü. İsa’nın özellikleri ve yetişmesi de şehir
kültüründen çok farklı idi.
Hz.İsa’nın
doğumu ve ilk yılları
Yaşadıkları bölge fazla tanınmasa
da, İsa’nın ailesi çok şerefli bir ecdada sahipti. Böylece, doğumu,
Kral Davud’un şehri olan Beytlehem’de
gerçekleşti. Ancak, doğumun olacağı dönemde bu şehir,
Roma yönetiminin yaptığı nüfus sayımından
dolayı çok kalabalıklaşmıştı. Başka kentlerde yaşayan
herkes, nüfus sayımında yazılmak üzere kendi kentine geri gelmişti.
Bu yüzden şartlar hiç
de eski krallık dönemindeki gibi değildi;
Luke’un bir ahırda
yemliğin içinde yatan ve çobanlar tarafından ziyaret edilen
bebekle ilgili anlatısı dünyada en çok bilinen menkıbelerden
biridir.
Ancak, son derece gerçekçi şartlarda
olan doğum şekline rağmen, Hristiyan menkibeleri bunun normalden çok
farklı olduğunu anlatmaktadır.
Melekler, onun Kurtarmayı vaad ettiğini,
normal bir kadın – erkek birleşmesi sonucu değil
Allah ‘ın kudretiyle
yaratıldığını söylediler.
İşte bu şekilde dünyevi fakirliğin ve garipliğin mucize
bir doğumla birleştirilmesi, anlatılarda yer alan tipik bir İsa
portresidir. Hem tam bir insan, hem de çok özel, Allah’ın Resulü
...
Çocukluğundan otuz yaşına kadar olan dönemde hayatı ile ilgili
olarak hemen hemen hiçbir şey bilinmemektedir.
Büyük ihtimalle, yöredeki sinagogda bulunan okulda Eski Ahid
yazıtları üzerine iyi bir eğitim aldı.
Ancak, yetiştirilmesi akademik çalışmalara değil de,
marangozluk işine ağırlık verilerek gerçekleşmiştir.
İsa’nın halk için çalışmasına
vesile olan ilk olay, akrabası ‘’vaftizci Yahya’nın’’
Yahudiye’de üstlendiği misyon olmuştur.
Yahya, İsrail halkını Allah’a dönmeye
davet ediyor ve kabul edenleri Ürdün nehrinde vaftiz ediyordu.
Etrafına oldukça büyük bir grup toplanmış, İsa’da
onlara katılmıştı. O da vaftiz edilip vaaz vermeye başladı.
Yahya hapse atılınca, İsa Celile şehrine geri dönerek halka vaaz
vermeye devam etti.
Şifa
ve Vaaz
Halk arasında anlatılan menkıbelere
göre Hz. İsa’nın etkinlikleri ‘vaaz vermek, irşad etmek ve şifacılık’
olarak tanımlanmıştır, zaten kendisi de üç yıl boyunca verdiği
halk hizmetinde o dönemde yaşayanlara bu izlenimi vermiştir.
O ve en yakın takipçileri
gezgin, bağımsız bir yaşam şeklini benimsemişlerdir. Hiçbir
zaman devamlı bir evleri olmamış,
etrafta hep grup halinde dolaşıp
kendilerine teklif edilen yerde misafir olmuş, verilen
hediyeleri kabul etmişlerdir. Hz.İsa, sık sık mal mülk ve diğer
eşyaların esiri olmanın tehlikesinden bahsederek takipçilerini sınırsız
bir cömertliğe davet etmiştir.
Bir vaiz olarak kendisini sürekli
takip eden oldukça büyük kitleleri kendine çekmiştir. Öğretme
şekli de çok canlı ve basit olmuştur. Uyguladığı otorite, diğer
Yahudi din görevlilerinin tarzına tamamen zıttır.
Onun vaazlarını daha sonra inceleyeceğiz.
Halk arasında göreve başlamasından
itibaren şifacılığı ile tanınmıştır. Nakledilenlere göre,
çok çeşitli hastalıkları ya da deformasyonları basit bir
kelime ve dokunuşla tedavi etmiştir.
Faaliyetlerinde ne çok komplike bir seremoni ne de tedavi
etmek için bir hasta arayışı olmuştur. O, sadece
karşısına çıktığı anda
fiziksel ihtiyacı olanlara cevap vermiştir.
İsa, aynı zamanda ağzından çıkan tek kelime ile şeytanı
kovabilen biri olarak bilinmektedir (exorcist/şeytan kovucu). İşte
Celiliye ‘deki halk gruplarının onun peşinden sürekli koşmalarının
sebebi, öğretileri olduğu kadar, şifa gücünden yararlanmaktır.
Hz. İsa’nın kayıtlı ve günümüze
dek ulaşan mucizeleri, özellikle tedavi ve şifa üzerinde yoğunlaşmıştır.
Fakat O’nun aynı zamanda tabiat üzerinde insanüstü bir
hakimiyeti ve tasarruf gücü vardı. Ortaya koyduğu tüm mucizeler,
halkın o anda ihtiyacı olan şeylerle ilgili olup hiçbir zaman bir
güç gösterisi şeklinde olmamıştır. Bunun örnekleri, aç bir
kalabalığı doyurmak için çok az miktardaki yiyeceği bir emirle
çoğaltması ve göldeki
çok tehlikeli bir fırtınayı dindirmesidir.
Halk anlatıları onu hiçbir zaman bir mucize
yaratıcısı olarak şöhret kazanmak üzere yolundan sapan
biri olarak tanımlamamıştır. Yapılan bütün tanımlar, onun kişisel gücünün
kelimeler dışına taşarak tabiat
üzerinde bir kontrol sahibi olduğu yönündedir.
Bu güç, etrafındakiler
üzerinde çok etkili olmuştur.
Diğer Yahudi öğreticiler
gibi Hz.İsa da etrafına
‘Havariler’ olarak bilinen bir grup sadık takipçi toplamıştı.
Onlardan hem vaazlarında anlattığı ideallere hem de kendisine
mutlak sadakat göstermelerini ve ihtiyaçlarının karşılanması için
Allah’a güvenmelerini istemişti.
Onlar da İsa’nın
sözcüleri gibi hareket
etmişler, kendi başlarına hem
vaaz verme hem de şifacılık
misyonlarını yürütmüşlerdi.
Daha içteki halkada bulunan
on iki kişi
onun en yakın dostları olmuştu.
Git gide zamanının büyük
bir kısmını havarilerini özel olarak eğitmekle geçiriyordu.
Onlara kısa bir zaman sonra öleceğini söyleyip kendisinin
gayretleri sonucu ortaya
çıkan bu insan topluluğuna tüm dikkâtlerini yöneltmelerini
istedi. Aynı zamanda diğer
insanlardan daha farklı olduklarını görmeleri gerektiğini söyleyerek
amaçlarının kendisine başka havariler kazandırmak olduğunu
belirtti.
Tepkiler
Hz.İsa, henüz Celile’deki
halk arasında yeni yeni popüler olmaya başladığı andan itibaren
liderlerin ters tepkileri ile karşılaştı. Onun tutumu pek çok yönden
alışılagelmişin dışında idi ve yerleşik, geleneksel Yahudi din
kurumları içinde bir tehdit teşkil ediyordu.
Toplum içinde insanları
birbirinden ayıran engelleri kabul etmiyordu. Daha üst tabakalardaki
insanlarla görüşüp, yemek dahi yerdi. Bu yüzden kendisine
‘vergi toplayanlar ve günahkârların arkadaşı’ lakabı verilmişti.
Takipçileri arasında kadınların sayısı oldukça fazla idi ve bu
kadınların hepsi de saygın değildi. O, mevcut standartları
‘’Birinci sonuncu olmalı, sonuncu da birinci olmalı’ sloganı
ile tersine çevirmekten mutlu oluyordu.
Samiriyelileri sevmeyen
Yahudilerin fikirlerine iştirâk etmiyordu.(Yahudilerle bazı
Filistin halklarının karışımından oluşan melez bir halk. Safkan
Yahudi olmadıkları için hor görülürlerdi.) Öyle ki, en meşhur
menkıbelerden birinin kahramanı olarak tüm Yahudi din adamlarına
karşıt olan Samiriyeli birini almıştı. Yahudi bölgesinin dışına
çok az çıkmasına rağmen, Yahudi olmayan bir askerle Suriyeli bir
kadının ona inanmalarına kucak açmış ve Allah’ın krallığında
Yahudi olmayanların Yahudilerin yerini alacağını söylemiştir.
Ekonomik engeller açısından düşünüldüğünde, Hz. İsa güvenli
bir yaşamdan bilerek vazgeçmiş, zenginliği ne kadar değersiz
bulduğunu asla saklamamıştır. Bütün bunları dikkâte alınca
yönetimin ondan neden dolayı rahatsız olduğunu anlamak hiç
de zor olmasa gerek.
Dinle ilgili konulara da
oldukça radikal bir yaklaşımı vardı.
Dini otoritelerle sürekli çatışıyor, Şabat-dinlenme günü
ile ilgili son derece serbest fikirler ileri sürüyordu. Bunlara ek
olarak, dinle ilgili törenlerden gelecek arınmanın, esas kalbin arınmasına
göre çok daha az önemli olduğunu belirtiyordu. Onun, Eski Ahid
Kanunlarını cesurca yorumlayışı, düzenli olarak dış görünüşte
kurallara uymaktan öte, daha
derin ve özveri gerektiren bir ahlâk anlayışına yöneliyordu. O,
asırlardan beri gelişmiş olan gelenekleri tam ortasından delen
Allah’ın buyruğunu bir yönetici gibi kendinden çok emin bir şekilde
anlatıyordu. Bu nedenle de hem yazıtlar hem de kalpsizce kanunları
uyguladıklarını belirten Ferisilere ters düşüyordu.
Üstelik, Sedukileri, yani papaz yöneticileri de memnun edemiyordu.
O, Yahudi milletinin Allah tarafından yargılanmak için yeterli
olgunluğa eriştiğini söylüyor ve milli dinlerinin merkezini teşkil
eden bir mabedin yıkılacağını da önceden haber veriyordu.
Sembolik bir hareketle, sırf bu
mabedi arındırmak için, papazların desteklediği tüccarları
oradan uzaklaştırdı.
Ayrıca, bu kadar popüler olması,
üst kademenin Roma ile ilişkilerindeki hassas dengeyi de
tehdit ediyordu. Ancak,
bütün bunlar hiçbir şekilde
Hz. İsa’nın halk arasındaki popülaritesini azaltmıyordu. Halk,
O’nu beklenen haberci olarak kabul etmişti ve sürekli ziyaretine
geliyorlardı. Hatta daha da ileri giderek,
Roma’ya karşı çıkaracakları
isyanda başlarına geçip kralları olmasını öneriyorlardı.
Ama, İsa ısrarla, kurtarmakla ilgili fikirlerinin hiçbir şekilde
politika ile ilgisi olmadığını
vurguluyordu. Böylelikle,
askeri bir Mesih bekleyenleri de hayal kırıklığına uğratıyordu.
Hatta sonunda kendisine en yakın on iki havarisinden biri de
O’na ihanet etti. Aslında hiçbirisi yaşadığı dönemde onun
esas amacının ne olduğunu kavrayamamıştı. Ancak öldükten sonra
anlayabildiler.
Ölüm
ve Diriliş
Hz. İsa’ya karşı tepkiler,
Kudüs ‘teki Fısıh Bayramında zirveye ulaştı. İsa, her ne
kadar şehre, sakin, bir eşeğe binmiş olarak geldiyse de,
sanki savaş atının üzerindeki bir kurtarıcı gibi görüldü
ve büyük kalabalıklar tarafından coşkuyla karşılandı. Büyük
ihtimalle bütün bu insanlar onun kendi milli liderliğini ilan
etmesini bekliyorlardı.
Bu beklentilerin aksine o, mabed rejimi aleyhine gösteri yapmaya
devam etti ve dini otoritelerle tatsız sürtüşmeleri oldu. Ancak,
Roma’nın aleyhine herhangi bir davranışta bulunmadı.
En sonunda havarisi Judas’ın yardımıyla Yahudi liderler tarafından
tutuklandı ve Yahudi kanunlarına göre kâfirlikle suçlanarak
yargılanmaya başlandı. Ona atfedilen suç ise bir “kurtarıcı
ve Allah Resulü olduğu”nu söylemesi idi.
Hakkında ölüm emri verildi. Ancak, bunun yürürlüğe
konması için Romalıların onayı gerekiyordu. Onayın sağlanması
için de dini liderler, Romalı Vali’ye onun yönetime isyan ettiğini
söylediler ve baskı yapmak için kendi tezlerini destekleyen çok
taraftar olduğunu söylediler. Böylece İsa, popülaritesini
Roma’ya karşı gelmeyi reddettiği için kazanmasına rağmen,
Roma’ya karşı gelen politik bir isyancı ‘Yahudilerin Kralı’
olarak öldürüldü.
Öldürülmesi
için Romalıların köle ve isyankârlara uyguladığı
barbarca bir yöntem olan çarmıha gerilme metodu kullanıldı.
Ona inanmış olan bazı takipçileri vücudunu alarak yakındaki bir mezara gömdüler.
Böylece
haklı olarak haç, Hristiyanlığın sembolü haline geldi.
Tüm zalimliğine ve adaletsizliğine rağmen bu ölüm, kurtuluşun odak noktası olmuştur. Zaten Hz. İsa’da
havarilerine ( her ne kadar kendisini çok az anlamış olsalar da)
olaya bu şekilde bakmalarını öğretmiştir.
Fakat tek başına bir haç bu kadar dikkât çekemezdi. Ona
anlam veren şey, bu barbarca öldürülme işlemini takip eden
olaylardı…
İsa’yı
gömdükten iki gün sonra havariler mezarın boş olduğunu gördüler.
Tabii bunun nedenini anlayamamış olmaları bir sürpriz değildi.
Onların Hz. İsa hakkında anlayamadıkları pek çok şey vardı. Bunun mânâsı onlara bizzat Hz. İsa tarafından canlı ve
gerçek olarak verildi. Hz. İsa
artık zaman ve mekân kısıtlamalarından kopmuştu ve kapalı
bir odada dahi aniden kaybolup tekrar meydana çıkabiliyordu.
Birkaç hafta boyunca onunla çok çeşitli
ortamlarda görüştüler. Bu görüşmeler, bazen bir veya iki
kişi olarak, ama çoğu kez geniş bir grup halinde devam etti.
O, tekrardan yaşamının ve ölümünün ne ifade ettiğini,
onlara emanet ettiği misyonun ne olduğunu anlattı.
Bunlar tamamladıktan sonra yanlarından ayrıldı ve havariler
de dünyaya dağılarak İsa hakkında vaaz vermeye başladılar.
Vaazların konusu İsa’nın bir Rab ve kurtarıcı olduğu,
kendisinin ölüme karşı bile bir zafer kazandığı idi.
İlk Hristiyanların vaazlarının odak noktası Hz. İsa’nın
yeniden dirilmesi idi. Onlar yeniden dirilip ayağa kalkan Resullerine
tapınıyorlardı.
Hz. İsa ne öğretti…
Halktan
nakledilen mesellerden çıkan sonuca göre İsa’nın Celiliye‘de
verdiği vaazlar şöyle özetlenebilirdi ‘’Artık vakit geldi.
Allah’ın krallığı çok yakında. Tövbe edin ve bu iyi habere
inanın!’’ Bu özet
onun verdiği mesajın bazı noktalarını aksettirmek için oldukça
iyi bir çerçevedir.
‘Artık vakit geldi’ Eski
Ahit, İsrail’in bütün ümitleri ve Allah’ın onlara verdiği sözler
gerçekleştiği zaman Allah’ın yapacağı bir hesaplaşma ve kurtarma işlemine
işaret edilmektedir. Hz.
İsa, kendi misyonunu işte bu gerçekleştirme, yerine getirme işlemi
olarak görüyordu. Diğer bir deyişle, kendisi her ne kadar politik
birinin popüler fikirlerine çok az katılsa da, o kendisini Allah’ın
insanlarını kurtarmaya gelen bir Mesih olarak görüyor, Kendisini
‘’İnsanoğlu’’ olarak isimlendiriyordu ki, bu da Eski Ahitte,
Daniel’in kitabında bahsedilen bir figürün yansıması idi. Anlatılana
göre, bu kişi Allah’ın gerçek insanlarına zaferi ve
en yüksek noktadaki kurtuluşu iletmekle görevli idi.
‘’Allah’ın Krallığı çok yakında’ Hz. İsa’nın öğretisinde
ana nokta, Allah’ın
Krallığı (daha kesin şekliyle ‘Allah’ın hükümranlığı’
bir aktivitedir, herhangi bir yer veya toplum değildir.)
Bu demektir ki, kontrol, Allah adına ve onun isteği ile yapılmaktadır.
İşte bu yüzden o insanları
Allah’ın krallığına girmeye O’nun egemenliğini kabul etmeye
ve O’na tabi olarak yaşamaya davet
etmiştir. O, insanlara
Allah’ın Krallığı’nın kabul edildiği güne odaklanmalarını
öğretmiştir ki bu zaten İsa’nın
kendisi ile başlamıştır (‘Krallık Senindir’ sözü
ile.) Tüm insanların Allah’ın krallığını kabul edecekleri dönemde
‘Senin Krallığının vakti geldi’, Hz. İsa zaferle geri dönecek
ve Allah’ın Evrensel
ve sonsuza dek sürecek
olan egemenliğini paylaşacaktır.
‘Tövbe’ İsa’nın
çağrısı, özellikle kendi halkına İsrail’e yönelikti. Onları
Allah’a gerçek sadakatlerini göstermeye çağırmıştı ve şayet
bunu reddederlerse Allah’ın hesap göreceği hakkında uyarmıştı.
Onun bu ricasında bir aciliyet vardı.
Daha
sonra yeniden dirildiği zaman, havarilerini bütün milletleri
Allah’ın krallığına davet etmeleri için gönderdi. Allah’ın
istekleri mutlaktır; isyankârlık ve sadakâtsizlik asla gözden kaçmaz.
‘İyi habere inanın’ Şimdi
artık mesajı iletme dönemi idi.
İsa bunu politik amaçlı olarak yapmadı. Onun verdiği mesaj,
Allah’ la gerçek bir ilişki kurabilmek içindi. Tövbe edenler
affedilip yeni bir hayata kavuşacaklardı. İsa, kendi çekeceği ıstırapları
ve ölümünü önceden söylediği zaman, bunun yeniden yapılanmaya
vesile olacak bir araç olduğunu düşünmüştü. O, daha evvelce İsaiah’ın
haber verdiği,
‘yaraları
ile bizleri iyileştiren’ Allah’ın hizmetkârı idi.
Böylece ‘hayatını, pek çok kişinin kefaletini ödemek için’
vermeye geldi; ‘benim kanımda yeni bir
değişiklik’ kurmaya ifadesiyle ; günahtan arınmış yeni
insanlar oluşturmaya geldi. Aynen İsrail halkının Mısırdaki köleliğinin
Allah’ın özel insanları olmak üzere sona erdirilişi gibi...
İşte,
bunlar İsa’nın öğretilerinin odak noktası idi. Tövbeye davet,
Allah’ın yeni insanlarından biri olmaya davet, Ölümü karşılığında
bağışlanma ve yenilenmeyi getirmesi gibi...
Onun
çok bilinen ahlak öğretisi ikinci planda kalmıştır, çünkü bu
öğreti, özellikle Allah krallığına yeni girmiş olan
havarileri ile ilgili bir ahlâk idi.
Onlar
için yaşam yeni başlıyordu. Bu yaşam,
Allah’a odaklanmıştı. Çünkü, İsa, havarilerine
Allah’a çocukta olan güvene benzer bir şekilde tabi olmayı,
teslim olmayı öğretmişti. Birbirleriyle olan ilişkileri, aynı
aile içinde yaşayan ve bir diğerini menfaat gözetmeksizin, hesap
kitap yapmaksızın seven aile fertleri gibi idi.
Bu yeni toplulukta dünyanın pek çok standardı tersine döndü.
Maddi güvenceler ve bu alandaki uğraşlar, Allah Krallığının
kurulması için duyulan arzunun içinde kaybolup gitti. Bunlar başka
bir dünyanın değerleri idi . İsa, havarilerinin gerçek anlamda
farklı olmasını istiyordu. Onların ‘’dünyanın ışığı’’
olmalarını ve tüm dünyaya yaşamın ne demek olduğunu anlatmalarını
istiyordu.
Hz.İsa kimdi?
O bir peygamberdi; Allah tarafından
gönderilen birisi idi. Vaazlarında,
öğretilerinde, verdiği şifalarda bu konumuna çok uygundu. O,
ezelden beri Allah’ın asil insanlar silsilesinden birisi idi.
Ancak, Hristiyanların inançları ve kendi yaşantısı ile öğretileri,
O’nun bu tanımdan daha fazla olduğunu göstermektedir.
İsrail’e
ricasında bir sona eriş açıkça belirtilmişti.
Bu sadece Peygamberin yaptığı bir uyarı değil,
Allah’ın son çağrısı idi. Bunun reddedilmesi, İsrail’in
Allah’ın özel insanları için olmasına bir son verecekti;
Kabulü
ise, Allah’ın tüm amaçlarının zirveye ulaştığı yeni bir
Allah insanının yaratılması demekti.
Bu
kriter, sadece İsa’nın mesajına cevap değildi, aynı zamanda İsa’nın
kendisine de cevaptı. O,
insanları kendisine iman etmeye ve sadakate davet ederek, kendisini
insanların kaderini tayin edecek son hakem
olarak tanıttı. O sadece af
edilmek ve kurtulmak istemedi;
bizzat kendi ölümü ile bunlara ulaştı. O hem haberci, hem de
haberin kalbi idi. O, insanları Allah’a çağırdı, ama aynı
zamanda kendisi Allah’a giden yoldu.
İsa’nın
dünyevi yaşantısı sırasında havarileri bütün bunları kısmi
bir şekilde anlamışlardı. Sadece anlatılan kadarı bile onların
kendisine büyük bir sadakatle bağlanmalarını sağlamıştı.
Ancak, dirilişinden sonra onu sadece bir insan olarak görmediler
ve ona Allah’a taptıkları
gibi tapmaya başladılar.
http://afyuksel.com
İstanbul - 20.05.2000
|