nlü
alman filozofu Kant, "imana yer bulmak için, aklı aradan çıkarmak
zorunda kaldım" derken, umulur ki, soyut ile somut dengelerdeki
başkalaşım nedeniyle bu kelimeler ağzından dökülmüştür.
Gerçekte,
aklı başında, uygun, tutarlı; şuurlu bir yaşam biçimi içinde
olmak; hırs, kin, nefret gibi duyguları kontrol altına alabilmek,
asgari düzeyde inanç için gereken şartlar arasında sayılmaktadır.
Kur'an, bütün bu vasıflan göz önünde bulundurarak iman eden
bireyler için ayrı bir ikaz yapmış. "Ey iman edenler, Allah'a
iman ediniz" (Nisa/ 136; hitabında bulunmuştur.
Bir
bakıma Kant’ın anlatmak istedigi gibi "imana ulaşmayan aklı"
aradan çıkartmak ve tazelemek gereğine işaret etmiştir.
Aslında
Kur'an' a göre iman ile akıl, aynı varlığın gerçekte tek ve bölünmez
bir realiteye bakış aşamalarındaki değişik adlandır.
Şöyle
ki, ilim kesret boyutunda bir beşer adı altında zuhura çıktıgında
"akıl" adını alır. Çoğunluğun cüz'i akıl olarak tanımladığı
ve kabul ettigi bu olgu, külli aklın veya bir başka deyişle ilmin,
boyutumuzdaki degerlendirilişidir.
Mutlak
varlığın ilmi, perdeli olarak zahir olduğunda almış olduğu isim
olan "akıl"ın; üst boyutlarda yerini alabilmesi için
aracı katına yani, imana ihtiyaç vardır. İmanın çeşitli şartlan
vardır; onlardan birisini benimseyip diğerlerini kabul etmemek,
bireyi kendi oluşturduğu bir inanç kürsüsüne ulaşdırır ki, bu
tasavvuf diliyle açık şirki, halk dilindeki ifadesiyle de
"yedek ilahçılığı benimseme"y i getirir.
Hiç
şüphe yoktur ki, Kur’an’ın birbirinden değerli ayetlerinin
herbiri, Allah'a iman etmeyi direkt, dolaylı veya uyarı mahiyetinde
bildirirken, aklı kullanmayı, düşünmeyi, muhakeme ve tefekkür gücünü
çalıştırmayı öngörüyor ve ilk âyet ile tüm insanlığı içine
alabilecek şekilde hitap ederek orijinal bir kavramla bizlere yönleniyor:
İkra
Oku! Okumanın dayanmak istediği hedefe ulaşmak da, işte belirtilen
iman sırrı ile mümkündür.
Yani,
varlık ve oluşların hikmetini bilmek, Mutlak Yaratıcı ile aradaki
perdeyi kaldırabilmek, bu sırrın şartlan arasinda bulunuyor.
Ayını
zamanda, edinilen bilgilerle Kur'ansal kavram ve düşüncenin günümüze
yansıyan oluşlarının mutlaka birliktelik taşıması gerekiyor.
Bu
perspektiften bakıldığında, varlık aleminde her hareketin belli
prensipler neticesinde ortaya çıktığı saptanacaktır.
iman,
bilinmeyene hitap ederken, basireti örtüp köreltmek anlamına
gelmez. Bu noktada karşılaşılacak olan en korkunç şey,
ilimsizlik ve cehaletin eseri olan şirk halidir.
"Bu
dünyada a'mâ olan, ahiret hayatında da a'mâdır. En berbat sapık
da odur." (isra 72) âyeti, değindigimiz noktaya açıklık
getirmektedir.
Şurası
kesin ki, iman rast gele bir anlayışın ifades’i değil, ilmin ve
bir değerlendirmenin göstergesidir. Bu tür düşünce haricindeki
her inanç, amel kapısının dışında, olaya şuursuzca yaklaşım
saglamaktan başka bir şey getiremez. Hz. Resûlullah şuurlu olana işaretle;
"İşte
bu imanın en güzel şekli, kendisidir!” demektedir."
İnançta
oluşabilen tereddüt, bir anlamda nedencilik, sorgulama, yapıcı bir
ortam içinde geliştiginde faydalı; tabu haline dönüştüğünde
ise, zanna tabi ve zararlı olur.
"Zannın
Hak adına hiçbir degeri yoktur." (Necm, 28) âyeti karamsarlığın
çekişmeciligin, aynı zamanda şüpheciliğin imanla ayrılış
sebebi olduğuna işarettir. imana dayalı anlayış biçimleri oldukça
farklı düzeylerde görünür. Genelde, Allah ismiyle işaret
edilene, meleklere, bunun yanında kitaplara, Resûller'e ve bazı
soyut kavramlara inanç baskın olur, bu arada gayba İman da geçerliliğini
korurken, mutlaka zorlanılan, hatta imkânsız hâle gelebilen nokta
"hayrın ve şerrin Allah'tan" oldugunu benimseme durağıdır.
İnsan,
nefsine şu soruyu sormalıdır:
"Ben
Allah'a inanç sahibi bir insan olarak, hayrı terkibiyetime uygun bir
şekilde, memnuniyetle birinci sırada kabul ederken, şer denilen oluşları
da aynı hassasiyetle kabul edebilir miyim?"
Kesin
olan şu ki, kişi artı beş ile eksi beşi nötr hale getirmedikçe
bu şıkkın geçerliligini sağlayamaz ve hakiki mânâda iman sahibi
olamaz.
Hz.
Resulullah'ın bir Hadis'ini ömek alalım;
"Allah
yolunda Uhud Dağı kadar altın harcamış olsan, başına
gelebilecek olanların senden şaşmayacağına, gelmeyecek olanların
da asla isabet etmeyeceğine inanmadıkça Allah'a iman etmiş olamazsın"
Tasavvufun
yakine, ikana ve mutlak şuura giden yol adını verdiği iman anlayışı,
mistisizm yönünde yaşayan insanda temel yapı taşını teşkil
etmiyorsa, üzerinde kurulacak
binanın
herhangi bir depremde yerle bir olacağından kuşkunuz olmasın.
Bu
nedenlerle, imanda akıl ve denge fonksiyonları çok iyi değerlendirilmelidir.
Ahmet F. Yüksel
|