14. Bölüm


Bir zanna sahip oldun, seni sen sandın;
Halbuki sen olamazsın.. hiç olmadın..
Sen, sen olunca.. şüphesiz bir rab kaldın;
Geç bu zannı: İki şeyin biri kaldın..
Varlıkta hiç fark yok, ikiniz de aydın;
Ne senden ayrılan, ne ondan ayrıldın..
Sen ki cehlen yabancılık sözü attın;
Serteldin, cehlin gidince narin kaldın..
Ayrılığın vuslat, vuslatın ayrılık;
Böyle hoş oldun: Yakınlığın uzaklık..
Aklı at, keşfin nur anlayışla bak..
Sakın ha.. Allah'a ortak kılmayasın;
Ki, düşmeyesin.. şirkle düşük kalırsın..
***
Şimdi..
Bir soru daha karşımıza çıkar..
Ve .. Biri, şöyle diyebilir:
-Yaptığınız işarete göre:
-İrfanın kendinsin.. Yani: Nefsin.. Ki o, Allah'a karşı irfan sahibi olmanın taa, kendisidir.
Diyorsunuz.. Halbuki irfan sahibi, nefsi ile kalınca Allah'ın gayrıdır.
O, Allah'ın gayrı olduğuna göre, Allah'a karşı nasıl bir irfan sahibi olabilir?
İşbu soruya verilecek cevap, kısmen yukarıda geçen cümlelerdeki cevabın aynıdır.
Ama yine de bir cevap verilmesi yerinde olur..
Şöyle ki: Bir kimse nefsine; yani: Özüne karşı tam ârif olursa.. bilir ki: Varlığı, kendi varlığı değildir. Ama, başka bir varlığa da sahip değildir..
Yani: Kendisinden başka varlık yoktur..
İşbu mananın bir icabı olarak: Elbette kendi vücudu; yani varlığı Allah'ın vücududur. Yani: Varlığı..
Ama, kendi varlığı, bir olma sonucu, Allah'ın varlığı olmadan..
Kendi vücudunun Allah'ın varlığına dahil olması, gibi bir durum da yok..
Hatta, kendi varlığının, ondan çıkışı diye bir mesele de yok..
Hatta; kendi varlığı onunla, yani: Hak'la da olamaz..
Hatta; Hakkın varlığında da olamaz..
***
Şüphesiz, bu arada değişen hiç birşey yoktur. Yani: Bütün bu olup biten işler arasında: Her şey haliyle olmaktadır. Yani: Olduğu gibi..
İşte.. O irfan sahibi, kendisini, bu halet içinde görür.. Yani: Varlığını böyle sezer..
Kısacası: Onun görüşü ve bilişi;hiçbir olan şeyin yeniden olacağı, sonradan birşey olduğu fikrine sahip olmadan, kendisini olduğu halde görür ve bilir..
İşbu manada, fena hali yoktur..
Yokluğa gitmek, diye bir mesele mevzu bahis değildir.
Mahiv, diye birşey yoktur.
Sonra.. Fena halinin de fena bulması ile de bu durum hasıl olmaz..Yani: Yokluğu da yokluğa gömmek, diye birşey yoktur..
Birşeyin yok olduğunu düşünelim.. Yani : fena halini..
Onun böyle olması.. Yani: Birşeyin fenaya varması demek, o şeyin daha önceden var olması demektir..
Durum, böyle iktiza eder.. Önce, durum budur..
Fena bulmak kabul edildiğine göre, bunu da kabul gerekir..
Bu ki kabul edildi: onun, yani: o fena bulan şeyin kendi başına bir varlık olması da kabul edilir.. Böyle olması gerekir..
Yani: Allah'ın kudreti ile değil de, kendi kendine var olması..
Bu ise, muhaldir.. Olamaz..
Nedenini izaha lüzum bile yok.. Açık..
***
Buraya kadar hayli şeyler anlatıldı.. ve birçok muamma olan manalar da çözüldü..
Bütün bu anlatılanlardan anlaşılan odur ki: Bir ârif kişinin nefsine karşı olan irfan duygusu; şüphesiz, Allah-ü Taâlâ'nın nefsini bilmesi sayılır..
Öyle değil mi?..
Arada bir yabancı düşünülmediğine göre, başka nasıl olabilir ki?..
Olamaz..
Çünkü, irfan sahibinin nefsi, özü, varlığı: Allah-ü Taâlâ'nın nefsidir... Özüdür..Varlığıdır..
Kısacası: Allah-ü Taâlâ'dır..
NEFS'ten murad: Varlıktır.. Vücuddur..
***
Şimdi.. bütün mesele.. anlatılan mana derinliğine erebilmektedir.
Her kim bu anlatılan makama vâsıl olursa onun kendisine mal edeceği bir varlığı olmaz..
Ne zâhirde kendine mal edeceği bir varlığı olur: ne de batında..
Yani: Ne içte, ne de dışta.. Hiçbir halde kendisine has bir vücud tanımaz..
Şüphesiz, bir vücudu varsa.. Allah'ın vücududur; varlığıdır.
Şüphesiz, onun kelâmı, Allah'ın kelâmıdır.
Fiili, yani işi, Allah'ın işidir..
O esas varlığa kavuşan kimsenin de bir davası vardır: Marifetullah.. Yani: Yüce Allah'ı anlamak..
İşbu davası da: Doğrudan doğruya nefsini bilmesidir.
Bu arada ey cahil kimse.. Sen: O eren kişiden bir iddia işitirsin.. Haliyle ne olduğunu da anlayamazsın..
Yani: Anlatılan mana yolunda..
. Ve onun varlığına bakınca.. Allah-ü Taâlâ'dan başkası sanırsın..
Tıpkı sen, özünü; Allah-ü Taâlâ'nın gayrı sandığın gibi..
Şüphesiz; bu halin, hakiki halle bir çelişme meydana getirir..
İşbu çelişme ise.. sen, kendi nefsini bilmediğindir..
Onun ne olduğunu anlayabilseydin; hiç böyle bir yanlış duruma girer miydin?..
***
Düşün ki: Mümin, müminin aynasıdır.
Her iki halde de mümin Allah'ın sıfatıdır.. Her iki halde de, mümin zatın gayrı değildir..
Aynıyla, o odur. Yani: Allah..
O müminin baktığını gör: Allah'ın gözü ile bakar.
Çünkü onun gözü Allah'ın gözüdür.
Yani: Onun nazarı Allah'ın nazarıdır..
Yani: İnanan müminin nazarı..
Yani: Anlatılan manaya vasıl olan müminin nazarı..
Ne var ki: Bu mana, zahire çekilmez.. dile düşürülemez..
Senin bu kısa bakışınla; o, olamaz..
Senin, bu kısır ilminle de olamaz..
Senin, bu eksik anlayışınla da olamaz..
Hele vehminle.. hele zannınla hiç olamaz.. zahirdeki görüşünle de olamaz..
O, daima odur.. Ama nasıl?. Geç ötelere.. nasıl olduğunu anla..
O, aynıyla ve görüşüyle odur..
***
İşin sonuna geldik sayılır.
Böyle olunca, biraz daha açık konuşacağız.
Şimdi diyeceklerimizi, buraya kadar anlattıklarımız açısından dinlemelisin..
Bu hali ki, kendinde buldun; biri sana:
- Ben Allah'ım..
Derse. Onu duy.. ama candan duy.. çünkü Allah:
- Ben Allah'ım..
Diyor.. O sözü diyen kimse değil..
Yani: O kimse söylemiyor.. Hak söylüyor..
Belki burada bir şaşırma olabilir.. Yani: Sende..
Çünkü sen: O sözü edenin vâsıl olduğu makama vâsıl olmadın..
Şayet, onun vâsıl olduğu makama vâsıl olsaydın; onun dediğini anlardın..
Sonra.. Onun gördüğünü, sen de görürdün..
***
Biraz öz konuşalım..
Hulâsa: Cümle eşyanın varlığı, Hakkın varlığıdır.. Ama, onların bir varlığı olmadan..
Sakın ha.. bu anlatılan manalarda bir şüpheye kapılmayasın..
Sonra.. Yanlış bir vehim yoluna da sapmayasın..
Meselâ demiyesin ki:
- Allah-ü Taâlâ, mahluktur..
Yani: Bu gördüğün yaratılmışlar..

(yorumsuz.net)

<devam edecek>

 

30.11.2004
http://sufizmveinsan.com

 


Üst Ana sayfa e-mail