oplum  yaşamında sıkça kullanılan bir deyim vardır: Kâmil İnsan!..
Bu ifade, maalesef mistik çevrelerde bile amacına uygun şekliyle tanımlanmıyor.
“Olgun,dürüst, hoşgörülü, vakar sahibi... “  gibi çağrışımlar yapan kâmil bir insanı, gerçek anlamdaki insan, yani İnsan-ı Kâmil‘e eşdeğerde kabul ediyor. Ne yazık ki, aralarında bir toz tanesi ile Everest Dağı  kadar fark bulunmaktadır.
Dilerseniz ben Ahsen-î Takvim olanını size gücüm yettiğince anlatayım, siz farkı yakalayın sonra kararınızı verin.

İnsan-ı Kâmil, bildiğimiz şekil ve suretteki insan değildir...
Duyu araçlarıyla var olan ve  aynada kendini  et-kemik karışımı bir yapı olarak gören insan, varlığını, mistik deyimle “Ahsen-i Takvim” olarak yaratılan gerçek anlamdaki suretsiz ve şekilsiz olan İnsan-ı Kâmil’den alır. Bunu model olarak bir yoğunlaşma gibi kabul edebiliriz. Karın aslının su oluşu gibi... 
Âyet-i Kerime’de, bu varolma  şöyle vurgulamaktadır:
“Biz İnsanı en mükemmel şekilde yarattık.” (95/4)
İnsan-ı Kâmil, en kâmil bir zuhur mahalli, en faziletli tecelligâhtır!..
Asla belirli bir tekâmül neticesinde meydana gelmemiş, aksine, alemler onun orijin yapısından varolmuştur. Bir diğer ismi de, İmam-ı Mübin’dir...
Bütün mertebeler, idraklar, soyut ve somutlaşan tüm yapılar, varlığını hep O’ndan alır...

Varlık aşamasındaki dizayn dikkâte alındığında İnsan-ı Kâmil’in bir nesneye sirâyeti, dışarıdan nüfuz etmesi veya tasarruf etmesi gibi değil, özünden gelen biçimde olduğu görülecektir...
Şâyet bu oluş, aynı hassasiyetle değerlendirilirse, Kur’an’ın, Hz Resulûllah’a dışarıdan bir yerden değil, özünden geldiği anlaşılır. Buna göre Cebrail (a.s.)‘ın,  Hz.Muhammed’in özündeki bir boyut olduğu düşüncesi doğruluk kazanır. Hz. Muhammed‘in bu meleği ilk etapta kendi dışında ve değişik suretlerde görmesinin  izahı vardır. Konumuz ile ilgisi olmadığı için bu noktalara girmeyi uygun bulmuyorum...

Âlemde görünen veya görünmeyen, hissedilen,vehmedilen, akla gelebilen her şey, varlığını O’na borçludur. Zira O, bildiğimiz anlamdaki insanın orijinalidir!..
Evrensel boyutta bahsi geçen bu varlık, yani İnsan-ı Kâmil aslen bir melektir !..
Ruh adlı melek diye tanımlanır.
Mukarrebun zümresindeki melekler, cin kökenli melâike, yeryüzü melaikesi diye tanımlanan Rahmet ve Gazab melekleri  de,  onun varlığı ile varolma şansını yakalayabilmişlerdır.

Mutlak Yaratıcı, O’nu kendi Zâtına ayna yapmıştır.
Hz Resulûllah’ın hakikâti de ona dayanır. Kur’an’ın hemen başlarında ve diğer bölümlerinde geçen ‘mim’ harfi ile kastedilen, O’dur. Hz. Muhammed (s.a.) O İnsan’ı yani bu meleği tanımıştır. Hz. Muhammed’in bu bilince ulaşması dolayısıyla Hakikât-i Muhammediye olarak isimlenir.

Bildiğimiz, suretini beş duyu ile müşahede edebildiğimiz, duyu araçları ile sınırlı olan insan, O’na alternatif bir varlık olamaz. Olması da beklenemez.

Sonsuz  âlemleri Hûviyetinde  toplayan İnsan-ı Kâmil’in, aşağıların aşağısına inişi (esfeli safilin) ,   O’nun varlık âleminde en son halka olan ve toplum içinde yaşayan insan tarafından algılanır hale gelmesi içindir.

O; Âlemlerin varlığı, Özü, Ruhudur. Bütün suretler O’nun suretidir.
O; kimliği, kişiliği ile İnsan-ı Kâmil, (genel anlamdaki kimlik ile bağlantısı yoktur) hayatiyeti ile Ruhu Azam, Kudreti ile Nefs-i Kül, İlmi ile Aklı Evvel, hûviyeti ile Hakikat-i Muhammediyye’dir !..
(Bildiğimiz) insan, bu noktada yoktur, adı bile geçmez, anılmaz. (İnsan/1) âyeti ile bu gerçeğe değinilmektedir.

Bütün bu ayrıntıları anlayıp Kur’an’ı  deşifre edebilmek,  bireyin  ancak kendi  özünden dışa bakışıyla mümkün olmaktadır.

Zaman üstü boyutlarda hazırlanarak yakın melekler tarafından (Cebrail a.s.) Hz.Muhammed’e ulaştırılan yeryüzü kitabının bir âyetinde:
“İnna aradnel EMANET e alessemavati vel arzı vel cibali ebeyne en yahmilneha ve eşfakne minha ve hamelehel İNSAN.. İnnehu kane zalumen cehula.” (Ahzab-72)
(Biz EMANETİ göklere, arz’a ve dağlara arz ettik de onlar bunu yüklenmekten kaçındılar, endişeye düştüler. İNSAN bunu yüklendi!..  Hakikât, O, çok zâlim ve çok cahil oldu.) denilmektedir.
Burada emaneti kabul edenin, ‘Ahseni Takvim’ üzere halk edilen İnsan-ı Kâmil’ olduğu ortaya çıkıyor.
Çünkü geniş bir perspektifle bakılınca evrensellik hissedilecektir. Bu ilk dışa vurumun hedeflediği nokta, bahsi geçen gerçek anlamdaki insana aittir....
O’nun zalim oluşu, Nefsin hakkının verilmediği bir boyutu, kısaca nefissiz kalınan bir mertebe ile ilgilidir.
Buna işaret eder.  Olmayan bir şeyin hakkının verilmesi düşünülemez. Bu husus, mecazen  zalim oluşu ile anlatılmaktadır.
Yine Âyet-i Kerime‘de bahsi geçen cahil olma hali, İlmin bu noktada sukût etmesi ile alâkalıdır.İfade,tamamen mecazidir. O‘nun cahil oluşu  bildiğimiz cehalet anlamının dışında, sembolik bir cahillikle tanımlanmaktadır.

O‘nu edinebildiğim bilgiler ışığında tanıtabildim mi bilemiyorum!

İstanbul - 18.04.2001
http://afyuksel.com


Üst Ana sayfa e-mail