irtakım
insanlar kendilerine bir hayal dünyası kurmuşlar, ona
inanıyor ve bu şekilde bir hayatı benimsiyorlar.
Bu koşullar altında yaşamak durumunda kalan insanlara
soruyorum: Kendini tanımak, kendini bilmek nedir acaba, hiç düşündünüz
mü?
Tanımak;
birisi, bir şey, bir yer, bir oluş hakkında fikir sahibi
olmaktır.
Kendimizi ne kadar tanıyoruz, kendimiz hakkında ne kadar fikir
sahibiyiz?
İnsan
doğduğu andan itibaren bir yaşam içindedir. Peki, bunun ne
kadarını kendi olarak yaşıyor? Bence kendini tanımak,
kendini yaşamaktır.
“Kendini yaşamak” ise, insanın kendine ait bütün özelliklerini
algılaması, iyi veya kötü , güzel ya da çirkin, toplumsal
değerlere uygun ya da değil, çevre şartlarına göre doğru
ya da yanlış, olumlu veya olumsuz, kısaca her şeyiyle sevip
kabul etmesidir.
Karşılaştığımız durumlarda ne kadar tepkiliyiz , ne kadar
duygusalız, ne kadar eleştiriciyiz, ne kadar hükmediciyiz ,
ne kadar neşeliyiz , ne kadar mutluyuz , ne kadar seveceniz ,
ne kadar hoşgörülüyüz veya ne denli yardımseveriz, ne
kadar..., ne kadar..., ne kadar?...
Bunları kendimiz de keşfettik mi?
Kendimizi her halimizle kabullendik mi? Yani kendimizden memnun
muyuz?
Tanrımız bile bize bağlıdır. Çünkü onu hayalimizde biz
yarattık.
Bunun farkında mıyız?
Bu sorular, bizi
diğer sorulara götürüyor ve sorular listesi de git gide
uzuyor. Ama bütün bunlar bireyi özeleştiri yapmaya, kendi
ile barışık olmaya, kendini sevmeye, kendine değer
vermeye,kendini saymaya, yani özüne doğru bir yolculuğa çıkarıyor.
Böylece,
tanımlamak gerekirse “ kendimize, özümüze ulaşma”
yoluna ilk adımı atmış oluyoruz. Her şeyin bizde başlayıp
bizde bittiğini anlıyoruz. Bir şeyden mutlu ya da mutsuz
olmanın bizim bakış açımıza bağlı olduğunu, her olayda
ve her oluşta olumlu ya da olumsuzluğun bizim görüşümüzle
meydana geldiğini, cennet ya da cehennem hayatı yaşamanın
bizim elimizde olduğunu algılıyoruz.
Bunun, git gide yoğunlaşan duygularımızla yaşamaya bağlı
olduğunu görüyor muyuz?
Yaşamın her anında bize gelen oluşları güzel, çirkin,
iyi, kötü, acı, tatlı diye değerlendirmek, zaman zaman içine
düştüğümüz bunalımlar, yalnız ve yalnız bizim duygularımızı
ne kadar kontrol edebildiğimizle alakalı.
Evet, insanın saf
ve temiz çehresini karartan, özünde var olan, canlı ruhunun zayıf
ve etkisiz olmasına yol açan, kısaca yaşamdaki her olgu, her
şey, duyguların baskınlığı ile yön değiştirmektedir.
Varoluşun bir bütün olduğunu düşündüğümüzde, bunu
fark ettiğimizde artık
bizi alıp götüren, batırıp çıkaran, yüceltip alçaltan,
mutlu mutsuz eden bu duruma el koyma hakkını elde edebiliriz.
Bazen duygusal olmak istiyorsak olabiliriz, ama getireceği
sonucu da bilip onu da sevip, kabul edebilmeli ve olayların akışına kendimizi kaptırmamalıyız. Yani
olmasını istediğimiz hali dolu dolu yaşayıp sanırım,
kendimizi olduğumuz gibi kabul edebilmeliyiz.
Bu
çok önemli nokta, insanın kendisini tanımasına bağlı.
Çünkü, yaptıklarımızdan biz sorumluyuz ve her yaptığımızın
sonucuna da biz katlanmak zorundayız.
Yaşamımızdaki tüm oluşların bize bir şey öğretmek amacı
ile var olduğunu düşünüp öze giden yolda her şeyin
aynı, fakat algılayıcıların farklı olduğunu idrak
edebilmemiz gerekiyor.
Bizce olumlu olarak kabul edilenlerin bir başkasında aynı
etkiyi yaratmayacağını düşünüp, her zaman kendimizi karşımızdakinin yerine koyabilmeliyiz.
İşte
belki bildiğimiz, duyduğumuz ve algıladığımız şeyler bu
söylediklerim, ama yine de kendimizi ne kadar
tanıdığımızın farkında mıyız acaba?
Diyorum!...
Dr.
Füsun Aydoğan
İstanbul
- 01.03.2001
http://afyuksel.com
|