ıradan insanın fikir anlamında  üretken olduğu düşünülemez. O sıkı bir zombidir. Olsa olsa, eski fikirlerini “yeni” diye lanse etmeye kalkar. Veya durmadan kendisine öğretilenleri tekrar eder. Hâlâ bu şekilde varlığını sürdüren bir yığın insan görüyoruz. Siz de farkındasınız. Önlerinde beklenti ile geçmekte olan koskoca bir ömür var. Üstelik, geriye baktıklarında kayda değer bir tek oluşa bile tanık olamamanın üzüntüsü içindeler.

Hâl böyle iken, insan gibi yaşamak da mümkün değildir. Toplumsal yaşam içinde  her birim,  ancak fikirleri kadar var olur. Ne varki  fikir boyut da hızla erozyona uğramaktadır. Fikir tartışmaları yanı sıra, bugünün insanı her zamankinden daha bilgili, daha aktif olmaya mecburdur. Nedeni, globalleşen dünyada bilimin insana eriştirdiği kazanımdır. Bu koşullara  uymak isteyen insan üretici olacaktır. Üretmek ise, sıradışı insanların yapabileceği bir aksiyonun neticesidir.
Bütün bu vasıflar, iyi bir meslek sahibi olmayı, iyi bir avukat, iyi bir doktor veya öğretmen ve iyi bir insan olabilmeyi getirebilir. Sıradışı gibi kabul ettiğimiz bu tür insanların, bugün bir tıp bilimine veya fizik biliminin yarattığı evrene  yaklaşım yapması ise gayet mantıklıdır. Ama yeterli değildir.  Bu aşama onların üst insan sınıfında yer aldığını göstermez. Sıradışı  niteliklere sahip  bir birimin ayrıca kendine yakın olması, buram buram özünü hissetmesi gerekir ki, istenilen elde edilsin.

Neden bunları düşündüm biliyor musunuz?
Belki bilirsiniz; Eski Yunan’ da Delfi Tapınağının üzerindeki ‘Kendini Bil‘ ibaresi var. Yukarıda ortaya koymak için çaba gösterdiğim görüşe somut bir açıklama getiriyor da ondan! Bu ibare benim düşündüğüm şeylerle bir bağlılaşım içinde bulunduğunu kanıtlıyor.
Aslında derinliği olan ve çok dikkât çekici bir cümle. ‘ Kendini Bil’ uyarısı..
Sıradışı her insanın yakalaması gereken bir fırsat bu. Dikkat ederseniz sıradışı dedim, yani azda olsa muhakeme ve tefekkür eden bir kesimden bahsettim.

Algılayabildiğim kadarı ile kendini bilme, sadece basit bir tefekkür anlayışını yansıtmaktan ziyade, yine kendine dönük üretici fikirsel eylem ve bilimin sonucunda elde edilebilen bir oluşu işaret ediyor. Bu  yüzden, kendini bilmek, tanımak nihai nokta olarak kabul edilmelidir. Bu, insanın varoluş gayesi olmalıdır. Ve İnsan kendini tanımak için  çıktığı  yolculukta ne kadar meşakkâtle karşılaşırsa karşılaşsın, alabora olmadan, emin ve sağlam adımlarla yürümeyi bilmelidir. Aksi takdirde, yarı yolda kalır, emekleri de heba olur gider.

Ve insanoğlu  bu sözün anlamına gerçek bir eğitimle, gerçek felsefe olan “tasavvuf felsefesi“ ile varacaktır. Tasavvuf bütün meseleleri çözüme ulaştıran bir alandır. Tasavvufun çağdaş bilimleri yanına alması ve beraberce yürümesi şarttır. Mistisizmde  birçok değerli insan bu felsefe ile yetişmiştir. Hz. Ali de bu ender insanlardan biridir ve Hz.Muhammed tarafından en iyi biçimde eğitilmiştir.

Bu doğrultuda Taptuk’la özdeşleşen Yunus “ İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsin  bu nice okumaktır?“ dizeleriyle insanın kendine arif olması hususunu ince ve renkli bir biçimde dile getirerek, bizlere çok anlamlı mesajlar ulaştırmıştır. Dikkât çeken nokta, yukarıda da değindiğim gibi bu mesajın muhatabının cahil birinin değil, özellikle belirli bir eğitimden geçmiş insanın olmasıdır..
Keza, Hz Resulullah’ın “ Nefsini bilen, Rabbini bilir hadisi de insanın bu mantıkla ve aklın derinliklere dalarak, kendinle ilgili ipuçlarını yakalaması bakımından, yine uyarı mahiyetinde söylediği  örnek bir sözdür. Zihinlerini doldurmayan, sınırlı, dar kafalı, bedenle bütünleşmiş, insanların ‘ Kendini bilmesi ‘ pek beklenemez.
Sıradışı insanlarla, sıradan insanların, sıradışı insanlarla üst insanların arasındaki fark da işte burada ortaya çıkıyor!

İstanbul - 15.01.2002
http://sufizmveinsan.com

 


Üst Ana sayfa e-mail