3.Bölüm


SERVET İLE ÖVÜNMEK

Harun Reşit ile Behlül Dânâ Hazretleri sohbet ediyordu. Bir ara Hazret:

-Ey Halife! Farz et ki büyük bir çölde kaybolmuşsun. Susuzluktan ölmek üzeresin. O anda birisi gelip , elinde ki su dolu kırbayı sana satmak istese kaç para verirsin ? diye sordu.

Halife gülerek:

-Ne kadar isterse veririm, dedi.

-Peki, o suya karşılık servetinin yarısını istese verir misin?

-Veririm.

Şeyh :

-Doğru söyledin , dedi ve devam etti : Ey Halife! Diyelim ki servetinin yarısı ile o suyu alıp içtin ve bir müddet daha yaşama imkanı buldun. Fakat az sonra içtiğin suyu çıkarman gerekir. Ama buna muvaffak olamasan, bütün uğraşmalarına rağmen idrarını yapamasan ve âdeta ölecek hale gelsen... o anda yine birisi karşına çıkıp: "Seni tedavi edebilirim, ancak servetinin öbür yarısını isterim!..." dese, ne dersin?

Halife hiç düşünmeden:

- Elbette razı olurum, dedi.

Bunun üzerine Behlül Dânâ :

- Öyleyse Ey Emirül Mü'minin ! Önce içtiğin, sonra da idrar yolu ile dışarı attığın bir yudum su kıymetinde bile olmayan servetine sakın güvenme!... Hiç kimseye karşı mal, mülk ve servetinle övünme, buyurdu.

BU YÜZ ÇİĞNEMEYE DEĞİL ÖPÜLMEYE LAYIKTIR

Ebû Zer Hazretleri anlatıyor:

Bir gün Bilâl-i Habeşî ile sohbet ederken, bir mesele hakkında anlaşamayarak işi münakaşaya döktük. Bilâl’e :

-Sen bundan ne anlarsın siyah kadının oğlu, diyerek hakâret ettim.

Hazreti Bilâl bunu Efendimiz ‘ e söylemiş, Resulüllah beni huzuruna çağırdı. Hemen  koştum ,  bana:

- Sen rengi siyah diye Bilâl’i küçük görmüş ona hakaret etmişsin. Doğru mu?

Çok maçup olmuştum, utancımdan hiç bir şey söyleyemedim. Rasûlullah devamla:

- Demek sende hala cahiliye devrinin âdetlerinden eser var. Halbuki islamiyette insanın derisinin hiç bir ehemmiyeti yok. İslamiyet ırk, renk, ve soy - sop farkını ortadan kaldırmıştır. Müslümanlıkta Allah'tan kim daha fazla korkarsa o öbüründen daha üstündür.  Sen bu hali nasıl işledin?... buyurdular.

Efendimizin bu sözleri karşısında ziyadesiyle üzülmüş ve ne yapacağımı şaşırmıştım. Rasûlullâh’ın huzurundan ayrıldıktan sonra doğru Bilâl-i Habeşî’nin evine gidip , başımı eşiğine koydum:

- Ey Bilâl, mübârek ayakların bu kaba başın üzerine basarak geçmedikçe kendimi affetmeyeceğim ve buradan ayrılmayacağım, dedim.

Biraz sonra  Bilâl içeriden çıktı, beni tutarak kaldırdı ve  :

- Ey kıymetli kardeşim ben seni affettim, Allah da affetsin. Bu yüz çiğnenmeye değil öpülmeye layıktır , dedi ve kucaklayarak içeri aldı beni . Bilâl’in  bu hareketine çok sevinmiştim,  gözlerinden öptüm.

PAŞANIN   ATLARI

Cimriliği ile meşhur paşa ; atlara arpa verilmesi gerektiği yolunda kendisini her seferde uyaran seyislerine kızar , “Lâ havle!...” çekermiş. Bir gün atları dermansızlıktan yığılıp kalınca gürler :

-Atlarıma neler oluyor ?...

Seyis cevap verir :

-Ne olacak efendim ... “Lâ havle...” yiye yiye , “ve lâ kuvvete!...” oldular.

MEZARTAŞI   

Behlül Dânâ ‘ ya biri sorar :

-Oğlum öldü , mezar taşına ne yazdırayım?...

-Şunları yazdır der : Dün altında olan çimenler , bugün üstünde yeşerdi. Ey yolcu anla ki ; şu toprak , günahtan gayri her şeyi örter!...

ÖLÜM NEDİR

Öğrencilerinden biri Konfiçyüs’e sorar .

-Ölüm nedir ?...

-Hayat hakkında ne biliyorsun ki , sana ölümden bahsedeyim, diye cevap verir.

MISIR EŞEĞİ

Mısır asıllı Osmanlı  paşalarından  birisi senenin yarısını memleketinde , yarısını da başkent İstanbul’da geçirirdi. Bir seferinde memleketine gitme vakti gelmiş,  Sadrazama uğrayarak vedalaşıp bir isteğinin olup olmadığını sorar.

-Unutmazsan Paşa , dönüşte bana bir Mısır eşeği getir , der Sadrazam.

-Baş üstüne , der vedalaşır ayrılırlar.

Aradan aylar geçer Mısırdan dönüş vakti gelir , paşa İstanbul’a avdet eder. Hazırladığı hediyelerle huzuruna çıkmak için beklerken aklına Sadrazamın ısmarladığı Mısır eşeği gelir. Kaynar sular dökülür âdeta başından , “Nasıl da unuttum?...” diye dövünürken , “unutmuştur , bunca gaile arasında o mu aklında kalacak?...” diye telkinler verirken kendine , içeri davet edilir. Hoş beşten sonra hediyelerini takdim eder. Sadrazam sorar :

-Mısırdan eşek getirdin mi Paşa ?...

Paşa utana sıkıla , ezile büzüle :

-Affı şahanelerinize sığınıyorum Efendim. İnanın ki unuttum!...der.

Sadrazam gülümseyerek :

-Ziyanı yok Paşa. Üzülmeyiniz. Siz geldiniz ya!...

ADAMA GÖRE

İncili Çavuş Osmanlı elçisi olarak Fransa Kralına gönderildiğinde elbiselerinin bazı yerlerinde yama varmış. Kral bunu fark edince sormuş :

-Bana senden başka gönderecek adam bulamadılar mı?...

-Osmanlılar adama göre adam gönderirler. Beni de sana göndermelerinin hikmeti bu olsa gerek, der İncili Çavuş.

<Devam Edecek>

Yansıtan: Hamdi Canik
http://sufizmveinsan.com
11.12.2001

 


Üst Ana sayfa e-mail