KATIK:
Adam o
kadar yoksuldu ki , ekmeği katık ile bulduğu pek
vâki değildi. Bir gün padişah Yıldırım Bayezid Han’ın
oralardan geçeceğini haber alır. Bir plan hazırlayarak , sultana
kendisini acındırıp , dünyalık bir şeyler koparacağını umar.
Sultanın maiyetiyle geldiğini fark ettiğinde hemen elinde ki kuru ekmekle
dere kenarına iner, başlar ekmeğini
suya batırarak yemeye. Padişah fark eder durumu , sorar :
-Hayır ola baba , bu ne hal?!...
-Ne olacak Sultanım , görüyorsun halimi , derenin suyunu ekmeğime katık
ediyorum!... diyince ihtiyar yoksul , Padişah cevabı yapıştırır :
-Maşallah baba maşallah. Katığın bol , ekmek yetiştirebilirsen aşkolsun!...
İLAÇ:
Bayezid-i
Bistami Hazretleri akıl
hastanesinin önünden geçerken doktorun havanda ilaç dövdüğünü görerek
sorar :
-Doktor ; çok günahkârım , benim için de bir ilaç var mıdır?...
Konuşmayı duyan bir hasta , doktora fırsat bırakmadan , pencereden başını
uzatarak cevap verir :
-Tevbe kökü ile istiğfar yaprağını karıştır ... kalp havanında
tevhid tokmağı ile güzelce döv ... insaf eleğinden geçir ... göz yaşı
ile yoğur ... aşk fırınında pişirerek sabah akşam bol bol ye. Göreceksin
hastalığından hiç bir eser kalmayacaktır.
Gönül Sultanının gözleri dolar :
-Ya Rabbi !... der , şu dünya hastanesinde ne doktorlar var!...
AZİZ
OL :
Üsküdarlı
Aziz Efendi bir gün eşeğine binmiş çarşıya giderken, Doğancılar’da
Şair Kazım Paşa ile karşılaşır ve bir latife yapmak ister :
-Öp bakalım Paşa babanın elini , diye eşeğine seslenir.
Kazım Paşa elini eşeğin burnuna doğru uzatır :
-Aziz ol evladım aziz ol!... der.
ÖKÜZ
:
“Dünya
öküzün üzerindedir!...” , “Dünya
balığın üzerindedir!...” hadislerinin ne anlama geldiğinden habersiz
bir adam Osman Demirci Hocaya sorar :
-Hocam dünyanın altında öküz var diyorlar , siz ne dersiniz?..
-Dünyanın altındakileri bilmem kardeşim , ama üzerinde çok sayıda
olduğu kesin.
SADIK
MEMUR:
Çok değerli
olan kütüphanesini millete vakfeden Koca Ragıp Paşa , tanıdıklarından
birini de memur olarak oraya tayin eder. Aradan zaman geçer , bir gün
ziyaret için kütüphaneye gider ,
etrafı ve kitapları kir , toz içinde bulur , canı sıkılır ama belli
etmemeye çalışır , adamına :
-Seni tebrik ederim yavrum der. Gerçekten de çok emniyetli bir adammışsın.
Baksana şunlara , verilenlere el dahi sürmemişsin , der.
HADDİ
AŞMAK:
Yolda
rastladığı nur yüzlü ihtiyara sormuş:
-Efendi , kaç yaşındasınız acaba?
-Haddi aştık evladım, haddi aştık, demiş ihtiyar.
-O ne demek efendi?.. diye sorunca da :
-Resûlullâh’ın mübarek yaşını aştık evladım, 63 ü geçtik senin
anlayacağın , demiş.
KAMIŞ:
Bir
mecliste Ahmet Haşim’in “Akşam” şiiri okunuyordu :
“Akşam ,
yine akşam, yine akşam...
Göllerde bu dem bir kamış olsam!..”
Orada
bulunanlardan biri atılmış:
-Bu nasıl şiir yahu?.. Kamış olmak ne demek?... İnsan hiç kamış olur
mu?... deyince, Halit Fahri
Ozansoy cevap vermiş :
-Olmaz mı be kardeşim ... bazılarımız odun olmuş , bir kaç kişi de
kamış olsun bari.
KADER:
Kenan Rufai
Hazretlerine sormuşlar :
-Madem ki neticede kaderin dediği oluyor , o halde niçin çalışıyoruz?...
Şu cevabı vermiş :
-Çalışmak ta kaderin icabı olduğu için.
SOKRAT:
Öğrencilerinden
biri Sokrat’a sormuş:
-Herkese güzel konuşma dersleri verdiğin ve onlara hitabet sanatını öğrettiğin
halde , niçin sen de çıkıp bir konuşma yapmıyorsun?...
-Bak
evlat , demiş Sokrat , bileğitaşı keskin değildir ama , en sert olan
demiri bile keskin eder.
<Devam
Edecek>
Yansıtan:
Hamdi Canik
http://sufizmveinsan.com
24.12.2001
|