5.Bölüm


KATIK:

Adam o kadar yoksuldu ki , ekmeği katık ile bulduğu pek  vâki değildi. Bir gün padişah Yıldırım Bayezid Han’ın oralardan geçeceğini haber alır. Bir plan hazırlayarak , sultana kendisini acındırıp , dünyalık bir şeyler koparacağını umar.
Sultanın maiyetiyle geldiğini fark ettiğinde hemen elinde ki kuru ekmekle dere kenarına iner, başlar ekmeğini  suya batırarak yemeye. Padişah fark eder durumu , sorar :
-Hayır ola baba , bu ne hal?!...
-Ne olacak Sultanım , görüyorsun halimi , derenin suyunu ekmeğime katık ediyorum!... diyince ihtiyar yoksul , Padişah cevabı yapıştırır :
-Maşallah baba maşallah. Katığın bol , ekmek yetiştirebilirsen aşkolsun!...

İLAÇ:

Bayezid-i Bistami Hazretleri   akıl hastanesinin önünden geçerken doktorun havanda ilaç dövdüğünü görerek sorar :
-Doktor ; çok günahkârım , benim için de bir ilaç var mıdır?...
Konuşmayı duyan bir hasta , doktora fırsat bırakmadan , pencereden başını uzatarak cevap verir :
-Tevbe kökü ile istiğfar yaprağını karıştır ... kalp havanında tevhid tokmağı ile güzelce döv ... insaf eleğinden geçir ... göz yaşı ile yoğur ... aşk fırınında pişirerek sabah akşam bol bol ye. Göreceksin hastalığından hiç bir eser kalmayacaktır.
Gönül Sultanının gözleri dolar :
-Ya Rabbi !... der , şu dünya hastanesinde ne doktorlar var!...

AZİZ OL :

Üsküdarlı Aziz Efendi bir gün eşeğine binmiş çarşıya giderken, Doğancılar’da Şair Kazım Paşa ile karşılaşır ve bir latife yapmak ister :
-Öp bakalım Paşa babanın elini , diye eşeğine seslenir.
Kazım Paşa elini eşeğin burnuna doğru uzatır :
-Aziz ol evladım aziz ol!... der.

ÖKÜZ :

“Dünya öküzün üzerindedir!...” ,  “Dünya balığın üzerindedir!...” hadislerinin ne anlama geldiğinden habersiz bir adam Osman Demirci Hocaya sorar :
-Hocam dünyanın altında öküz var diyorlar , siz ne dersiniz?..
-Dünyanın altındakileri bilmem kardeşim , ama üzerinde çok sayıda olduğu kesin.

SADIK MEMUR:

Çok değerli olan kütüphanesini millete vakfeden Koca Ragıp Paşa , tanıdıklarından birini de memur olarak oraya tayin eder. Aradan zaman geçer , bir gün ziyaret için kütüphaneye gider  , etrafı ve kitapları kir , toz içinde bulur , canı sıkılır ama belli etmemeye çalışır , adamına :
-Seni tebrik ederim yavrum der. Gerçekten de çok emniyetli bir adammışsın. Baksana şunlara , verilenlere el dahi sürmemişsin , der.

HADDİ AŞMAK:

Yolda rastladığı nur yüzlü ihtiyara sormuş:
-Efendi , kaç yaşındasınız acaba?
-Haddi aştık evladım, haddi aştık, demiş ihtiyar.
-O ne demek efendi?.. diye sorunca da :
-Resûlullâh’ın mübarek yaşını aştık evladım, 63 ü geçtik senin anlayacağın , demiş.

KAMIŞ:

Bir mecliste Ahmet Haşim’in “Akşam” şiiri okunuyordu :

“Akşam , yine akşam, yine akşam...
 Göllerde bu dem bir kamış olsam!..”

Orada bulunanlardan biri atılmış:
-Bu nasıl şiir yahu?.. Kamış olmak ne demek?... İnsan hiç kamış olur mu?... deyince,  Halit Fahri Ozansoy cevap vermiş :
-Olmaz mı be kardeşim ... bazılarımız odun olmuş , bir kaç kişi de kamış olsun bari.

KADER:

Kenan Rufai Hazretlerine sormuşlar :
-Madem ki neticede kaderin dediği oluyor , o halde niçin çalışıyoruz?...
Şu cevabı vermiş :
-Çalışmak ta kaderin icabı olduğu için.

SOKRAT:

Öğrencilerinden biri Sokrat’a sormuş:
-Herkese güzel konuşma dersleri verdiğin ve onlara hitabet sanatını öğrettiğin halde , niçin sen de çıkıp bir konuşma yapmıyorsun?...
-Bak evlat , demiş Sokrat , bileğitaşı keskin değildir ama , en sert olan demiri bile keskin eder.

<Devam Edecek>

Yansıtan: Hamdi Canik
http://sufizmveinsan.com
24.12.2001

 


Üst Ana sayfa e-mail