VERMEYİNCE
MÂBUD...
Osmanlı
Padişahlarından Sultan ll.Mahmud zaman zaman tebdili kıyafet eder ,
kontrollere çıkarmış. Bir sabah namazı vaktinden önce kalkar, nedimi
ile çıkar, camiide namazını eda ettikten sonra bir kıraathaneye uğrarlar.
Her taraf ter temiz, işleten işinin ehli , lâkin müşteri yok. Çay,kahve
içerler , beklerler nafile. Ne gelen var, ne
giden. Sorar :
-Bu
ne haldir ağa ?... Müşteri
yok !.. Her zaman böyle midir?...
-Ne
bileyim beyim , rızkımız bu kadar demek ki.
-Çoluk
çocuk var mıdır?..
-Ellerinden
öperler beyim ... yedi tane.
Padişah
düşünür , adamın gururunu incitmeden, kendini de tanıtmadan bir hal çaresi
bulur :
-Bak
ağa , ben varlıklı bir insanım. Allah’ın nasibini yoksullarla paylaşmaktan
hoşlanırım. Çocukların uzun zamandır tatlı da yememişlerdir. Sana
her gün bir tepsi baklava göndereceğim. Ailenizle afiyetle yersiniz ,
deyip , kalkıp sarayın yolunu tutar. Yolda nedimini tembihler :”
Baklavanın her diliminin arasına , dışarıdan belli olmayacak biçimde
bir altın koyasınız!...”
Aradan
zaman geçer. Sultan yine bir sabah vakti o kıraathaneye uğrar. Eski hamam
, eski tas!... Hiç bir değişiklik yoktur adamın durumunda. Sorar:
-Ne
var ne yok ağa?... Tepsiler gelmiyor mu?... Yemiyor musunuz?
-Allah
ömür versin beyim , her gün geliyor. Lâkin
ne yalan söyliyeyim , yemiyor , yanda ki ahçı dükkanına satıp ,
parasıyla eve nevale alıyoruz. Ama ne biçim tatlıdır ki ahçı gözü
yollarda bekler her gün!?...
-Allah
müstahakını versin. Neden beklediğini bir bilseydin!...
Garibana
daha fazla eziyet etmemek için sözünün devamını getirmez . Kendini tanıtır
ve ikindi vakti saraya gelmesini tembihler , uzaklaşır oradan.
Gelir adam söylenen saate. Padişah
hazinedarını çağırır emir verir :
-Bu
adamı alıp hazine dairesine sokacaksın. Eline bir kürek vereceksin , altın
yığınına daldıracak. Kürekte ne kadar kalırsa kendisine vereceksin.
-Ferman
Padişahımızındır der hazinedar , sultanı selamlar , çıkarlar
birlikte.
Hazine
dairesine girdiklerinde ; gördüklerinin karşısında adeta dili tutulur
adamın , titremeye başlar. Küreği alır eline daldırır altın yığınına
, kaldırır ... İkisinin de gözleri fal taşı gibi açılmıştır.
Gariban heyecandan küreği ters daldırmış , kaldırdığında yalnızca
tek bir altın kalabilmiş üzerinde. Durum sultana haber verilir. O bir altını
adama uzatırken söylenir :
-Vermeyince
Mâbud , neylesin Sultan Mahmut!...
HEDİYE
Bir
gün Sultan Ahmet, Aziz Mahmut Hüdâyi’ye bir
hediye gönderir. Hazret gönderilen hediyeyi şüpheli bularak geri çevirir.
Padişah aynı hediyeyi bu sefer Abdülmecid
Sivâsi’ye gönderir. O ise kabul eder.
Gün gelir Padişah ile Sivâsi hazretleri karşılaşır , sorar :
-Size
gönderdiğim hediyeyi daha önce Hüdâyi’ye yollamıştım lâkin kabul
etmedi ?!...
-Padişahım
, der Sivâsi hazretleri , Hüdâyi bir Ankâ’dır ki , lâşeye tenezzül
etmez ...
Başka
bir gün Hüdâyi hazretleri ile sohbette iken sorar :
-Geri
çevirdiğin o hediyeyi Abdülmecid Sivâsi’ye gönderdim , kabul etti ,
deyince padişah , hesabı görüleceklerin kadısı Aziz Mahmut Hüdâyi
hazretleri şu cevabı verir :
-Sultanım
; Abdülmecid bir deryadır ki , ona bir katre necaset düşmekle pislenmiş
olmaz.
DÜNYA
YALANI
Kenan
Rufâi hazretleri oturduğu yerden pencereye doğru baktıktan sonra , orada
bulunanlara :
-İşte
size bir yalan : Falanca geçiyor , demiş , her kes pencereye üşüşerek
dışarı bakmışlar. Bunun üzerine şöyle söylemiş :
-Sizlere
, bir yalan dediğim halde yine dışarı baktınız. İşte dünya da böyledir.
Yalan olduğunu bile bile her
cefasına katlanıyoruz.
HİKMET
Bir
gün Hz. Ömer , kardeşi Zeyd’in katili ile karşılaşır , sorar :
-Zeyd’i
sen mi öldürdün?
Olaydan
sonra İslâmla şereflenip hidâyete ermiş olan Ebu Meryem :
-Evet
, ama beni birazıcık dinlemelisin... Şayet Zeyd beni öldürseydi , benim
bir müşrik olarak bu dünyadan ayrılmama dolayısıyla da cehenneme
gitmeme sebep olacaktı. Halbuki , benim onu öldürmemle Allah şehitlik rütbesini
nasip etti kardeşine ve cennete gönderdi. Bana da daha sonra iman nasip
etmekle , müşrik olarak ölme azabından kurtardı. Böylece hem Zeyd
kazandı , hem ben.
Cevabı
dikkatle dinleyen Hz. Ömer :
-Evet
, bu değerlendirme gerçeğin ta kendisi . Demek böylesi hayırlı imiş ,
der.
YENİ
YIL
Ömrümüzden
geçen kısımda nice şeyler vardır ki , izi dahi kalmamıştır hafızamızda.
Gönüllü gönülsüz , dünyaya ait her şeyle vedalaşılacak
o güne her an biraz daha yaklaşırken ... 2002 yılının , ebediyyen
birlikte olunacak “Dost”luğun
şâhidi olmasını dilerim...
<Devam
Edecek>
Yansıtan:
Hamdi Canik
http://sufizmveinsan.com
01.01.2002
|