Kayıt için burayı tıklayın

ismillahirrahmanirrahim, 1- Dini yalanlayanı gördün mü?
2- İşte o yetimi itip kakar;
3- Yoksulu doyurmaya teşvik etmez,
4/5- Yazıklar olsun ki , onlar namazlarını ciddiye almazlar.
6/7- Onlar gösteriş yapanlardır. Hayra da mâni olurlar.


Maun, “zekât vermek yahut bir şeyi geçici olarak kullanması için birine vermek şeklinde yardım etmek” demektir. Bu Sûrenin tamamının Mekke’de indiği söylenmektedir. Yedi Âyetten müteşekkildir.

Sûrenin içeriğinde  bazı kimselerin namazlarına riya katmaları, bazılarında namaz erkânının ihmal edildiğine işaret vardır.

Herhangi bir Kur’an tefsirini okuduğunuzda, Maun Sûresi ile ilgili şu açıklamalara rastlayabilirsiniz:

“Allah;
Ya Muhammed!
“Dini yalanlayanları gördün mü?”
Bu öldükten sonra dirilme, günah ve sevab günüdür.
“İşte odur yetimi şiddetle iten.”
Yetime baskı yapıp hakkını yiyen, onu doyurmayıp iyi davranmayan işte odur.”

“Yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen” cümlesinin açıklamasını Cenabı Hak,  başka bir Âyette,
“Hayır, doğrusu siz yetime ikram etmezsiniz. Yoksulu yedirmek için birbirinizi teşvik etmezsiniz.” (Fecr /17-18) şeklinde açıklıyor. Bu uyarı ile yiyecek ve içeceği bulunmayan muhtaç ve fakir kimseye atıf yapılmaktadır.

İbni Abbas ile diğer sahabi, “Vay namaz kılanların haline, onlar kıldıkları namazdan gâfildirler.” Âyetinin bazı münafıkların, namazı açıkça görülen yerde kıldıklarını, gizli bir yerde kılmadıklarını işaret ettiğini söylemektedirler.

Şer’an namazı vaktinde kılmayanlar için ise, Ata İbn Dinar şöyle diyor:
“ Hamdolsun O Allah’a ki “Onlar, kıldıkları namazdan gâfildirler” buyuruyor da “namazlarında gâfildirler, unuturlar” buyurmuyor.
Veya namazı ilk vaktinde kılmayıp sürekli ya da ekseriyetle istenilen şekilde yerine getirmeyenler buyurulmuyor.

Bir başka yorum da namazı ilk vaktinde kılmayıp çoğunlukla ya da sürekli, son vaktinde eda edenler hakkındadır. Veya namazı huşu içinde kılmayanlar içindir. Bu niteliklerden herhangi biri ile vasıflanan kişi, söz konusu Âyetten nasibini alacaktır.

Buhari ve Müslim’den anlatılanlara göre, Resulullah (S.A.V), “İşte münafıkların namazı, oturur güneşi gözetler. Güneş şeytanın iki boynuzu arasına girince, kalkıp dört rekat namaz kılar ve namazda Allah’ı pek az zikreder. Bu ikindi namazının son vaktidir. Nitekim namazın son vaktinin niteliği, yukarıda geçtiği gibidir.Bu vakte “Kerahat vakti” denir. “Karganın gagalaması” diye tarif edilen ve kılınmaması gereken vakitte kılınan namaz için Allah Resulu “ Allah’ı pek az zikreder” demektedir. Kerahat vaktinde ibadetlerin faydalı olamayacağı yine  Efendimiz ( s.a.v.) tarafından belirlenmiştir.
Allah’ın zikredilmediği gerekçesi ile bu uyarı mecazi bir yaklaşımla, karganın gagalamasına benzetilmiş ve o şekilde acele ile kılınan namazın hiçbir fayda temin edemeyeceği  anlatılmıştır.
Diğer taraftan Hadiste buyurulan “Güneşin şeytanların boynuzları arasına girmesi “ sözü ile, Güneşin parazitleri nedeniyle oluşan manyetik alanların insan beynini allak bullak etmesi, insanda  bulunan şeytaniyet vasfının yoğunlaşarak kişinin bu anlarda namaz kılmak istemesi  veya şeytanın bu kozmik fırsatı kaçırmayarak, insanı kışkırtması ve  namazı işe yaramaz bir hale getirişi  dile getirilmektedir.
Bu şekildeki namaz yine Efendimizce (a.s.) “Allah’ın zikredilmediği namaz” olarak tanımlamıştır.

Söz konusu yaklaşımlara, “gösteriş için namaza durmak” gibi bir başka faktör daha eklenmiştir.

“Doğrusu münafıklar Allah’a oyun etmek isterler. Oysa O, onların oyunlarını başlarına geçirir. Onlar namaza tembel tembel kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar. Allah’ı pek az anarlar” denilmektedir.” (Nisa/142) Âyeti söylenenlere emsaldir.

Hadislerle açıklığa kavuşturulmak istenen El-Mâun Sûresi’nin belirtilen zahir tefsirinin yanındaki yorumumuz ise şöyle olmaktadır:

“Dini yalanlayan”ifadesinin muhatabı ; sistemi, çalışma tarzını bilmeyen, algılayamayanlardır.
“Yetim”den kasıt da Hz. Muhammed‘dir.

Dini algılayamayan bir kişinin “yetim”i de yani sistemin üzerinde döndüğü “B” nin sırrını, ‘İmam-ı Mübin’i yani zamanın İnsan-ı Kâmil’ini (ki Sûrenin bu bölümünde “Yetim” şeklinde nitelenmiştir.) anlaması mümkün olmaz. Dolayısıyla O’na ulaşacak, değerlendirebilecek güçte olmayanın O’nu doyurması mümkün olmadığı gibi, haliyle doyurmaya teşvik etmesi  de söz konusu değildir. Kur’an bunun imkânsız olabileceğini vurguluyor.

Şayet bu koşul ehlince biliniyorsa, yani bir İnsan-ı Kamil’e verebileceği, (mânâ yönü itibariyle söylüyorum) bir şey olamayacağının bilincindeyse, teşvik de etmemesi gerekir. Âyeti Kerime de bu noktayı  “Onlar Allah’ı layıkı ile takdir edemediler.” (En’am / 91)şeklinde açıklamaktadır.
Bu idrak üzerinde bulunamayanların, bir anlamda kendi aslına irfan sahibi olmayanların “Yetim’in hakkını vermek” bir yana, kıldıkları namazdan da gâfil olmaları tabiidir.

Namazın en alt basamağı  ihsan halidir.
Sen Allah’ı görmesen de, o senin karşında, seni görüyormuşçasına yaptığın ibadettir. Bence namazda gâfil olma durumu budur. Belki bu açıklamaya çok itiraz  gelecektir; ama Allah’ı özünde değil de dışarıda, ötelerde bulana sanırım başka bir etiket yapıştırılamaz.

Namaza gelince, o  kılınmaz, ikâme edilir.
Resulullah Efendimizin Hadisindeki münafığın namazından gâfil olduğu ifadesinin, yine Kur’an’ da bazı Âyetlerle belirtilen ve zahir ehlinin ikindi namazı olarak kabul ettiği; aslı, mânâların müşahedesi demek olan “Salatü Vüsta” (orta namaz) ile sıfat boyutunun namazı , salatü daim ( varlıkta  her an Allah’ı müşahede etmek) ile bir alakası bulunmamaktadır.
Burada anlatılmak istenen, zahir yönlü kılınan, bildiğimiz  günlük namazdır. Bu namazın dosdoğru kılınması,  hareketlerin içerdiği mânâların bilinmesi anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla, her bir hareketi ayrı bir anlam ifade eden namazın , kıyamda , rükuda , secdede  ve iki secde arasındaki oturuşta mutlaka belirli bir süre beklenerek, kanın beyne akışını, beynin kandaki oksijen ve glikozdan faydalanacak biçimde kılınması yanında başka anlamları olduğu da düşünülmelidir.

Bu arada akla şöyle bir sual gelebilir :
Her insanın kendini aslını tanıması  mümkün olamayacağına göre; namaz kılınmayacak mıdır?
Yanıtı “mutlaka kılınmalı” olacaktır. Bu şekilde kılınan namazın dahi inanılmaz derecede ecri vardır.
Ancak, yukarıda belirlenen koşulları da hatırdan çıkarmamak gerekir.
Birimsel varlığın yok oluşuyla biten namazın  gerçeğinden haberdar olamayanın namazdan gâfil olduğunu tekrar hatırlatalım.
Namazı dosdoğru kılmayanın zekâtını da istenilen şekilde vermesi beklenemez. Zekâtı vermenin batınî anlamı Hak’tan alıp Halka verebilmektir.
Hak’tan aldığını  halka verebilenlerin sayısı da bir elin parmakları kadar olsa gerek.

İstanbul - 21.12.2000
http://afyuksel.com

Not: 21.12.2000 Akşam Gazetesi

 


Üst Ana sayfa e-mail