nyargı,
insanın düşünce yetisini tek yöne kanalize eder. Önyargılı
insan, saplandığı tek inancın dışında bir şey düşünemez.
Siz onun, atadan, babadan, çevreden aldığı düşüncenin
yanlışlığını ne kadar anlatsanız, bağlandığı şeylerin
Kur'an'a ters olduğunu ne kadar kanıtlasanız, o yine saplantısında
ısrar edip durur. Kur'an, Allah'ın verdiği düşünce yeteneğini
kullanıp gerçeği görmeyen bu tür insanları, canlıların
en şaşkını kabul etmektedir:
"Andolsun,
cehennem için de birçok cin ve insan yarattık ki kalbleri
var, fakat onlarla anlamazlar; gözleri var, fakat onlarla görmezler;
kulakları var, fakat onlarla işitmezler. İşte onlar
hayvanlar gibidir, hatta daha da sapık... Ve işte gafiller
onlardır!."
İşte
Hz. Muhammed (s.a.v.) in mesajını bir türlü kabul etmeyen müşriklerin
bu tutumu, onların önyargılarından kaynaklanıyordu. Bu önyargıları,
onların akıllarını kapatan kılıf, basîretlerini örten
perde oluvermiş, onları sağdan soldan, çepeçevre kapatıp
dar düşüncenin içine hapsetmişti. Kur'an, bu gerçeği şu
çekici söylemle anlatıyor:
Kur'an
okuduğun zaman seninle, ahirete inanmayanların arasına gizli
bir perde çekeriz. Kablerine, onu anlamalarına engel olacak
kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyarız. Kur'an'da
yalnız Rabb'ini andığın zaman (tek Tanrı inancından hoşlanmadıkları
için) arkalarına dönüp kaçarlar. (îsra: 50/45-46)
İçlerinden seni dinleyenler vardır;
fakat biz onu anlamalarına engel olmak için kalblerinin
üstüne kılıflar,
kulaklarının içine de ağırlık koyduk. (Onlar) her mucizeyi
görseler deyince ona inanmazlar. Hatta sana geldiklerinde
seninle tartışırlar, o kafirler:
"Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir"
derler. (En'am: 55/25)
Kendisine
Rabb'inin ayetleri hatırlatıldığı halde onlardan yüz çeviren
ve ellerinin (yapıp) öne sürdügü(günahlarını, isyanları)nı
unutandan daha zalim kim olabilir? Biz onların kalbleri üzerine,
onu anlamalarına engel olan örtüler, kulaklarının içine de
ağırlık koymuşuz.
Onları doğru yola çagırsan da bu halde asla doğru yola
gelmezler (çünkü
gerçeğe basîretlerini kapamışlardır). (Kehf: 69/57)
A'raf:
39/179, îsra: 50/45-46, En'am: 55/25, Kehf: 69/57. ayetlerde
Allah'ın, Peygamber'i dinlemeyen inançsızların kalblerinin
üstüne perde çektiği, kulaklarına ağırlık koyduğu,
Peygamberle onlar arasına gizli bir perde çektiği, bu yüzden
Peygamber'in okuduğu Kur'an'ın
gerçek manasını
anlamayacakları, doğru yola
gelmeyecekleri vurgulanmaktadır.
Aslında
onların anlamalarını engelleyen
gizli perdeler, gönüllerinin
(anlayışlarının) üstüne konan kabuklar, kulaklarına
vurulan ağırlıklar, müşriklerin kendi tutumlarından oluşan
önyargılardır. İnkarlarında direnen müşrikler, Peygamber
(s.a.v.)in çağrılarıyla alay ediyor, Kur'an'ı anlamak için
değil, önyargı ile reddetmek için dinliyorlardı: "Dediler
ki: 'Bizi çagırdığın şeye karşı kalblerimiz kılıflar içinde,
kulaklarımızda bir ağırlık ve seninle bizim aramızda bir
perde var. Sen (istediğini) yap, biz de (istediğimizi) yapıyoruz'."
ayetinde belirtildiği üzere "Boş yere nefesini tüketme,
senin çağrına karşı gönlümüz tıkalıdır, kulaklarımız
sağırdır, seninle bizim aramızda perde vardır. Biz senin sözlerini
dinlemez ve anlamayız"
diyorlardı.
İşte
bu ayetlerde onların bu inatçı, önyargılı ve alaylı sözlerine
işaretle Kur'an'a karşı onların gönülleri ve kulakları,
yani dinleyip anlama duyuları üzerinde perde bulunduğu
belirtiliyor. Gönülleri ve kulakları üzerine konan perde,
gerçekte kendi isteksizliklerinden
önyargılarından oluşan psikolojik bir perdedir. İnsan
bir sözü, bir konuyu anlamak
için istek göstermezse
anlayamaz. Bir öğrenci öğretmenin sözünü anlamak için
kendisini hazırlamaz, öğretmen ders anlatırken onun aklı başka
şeylerle meşgul olursa, öğretmen konuyu yüz kez yinelese o
öğrenci yine bir şey anlayamaz. Konuyu anayabilmek için önce
anlama isteği gerekir. İşte müşrikler bu isteği göstermiyorlardı
Peygamber Kur'an okumağa
başladıkça onlar başka şeyle meşgul oluyor, konuşuyor, gürültü
ediyor. kesinlikle anlamak
niyetiyle dinlemiyorlardı. Nitekim: İnkâr edenler dediler ki:
"Bu Kur'an'ı dinlemeyin, o(okunduğu)nda
gürültü edin..
(böylece onun anlaşılmasına engel olun), belki ona galib
gelirsiniz:
(başka
türlü onunla başa çıkmanıza imkân yoktur) ayeti,
onların bu davranışını anlatmaktadır.
İşte
Peygamber'le onlar arasına çekilen gizli perde, gönüllerinin
ve kulaklarının üzerine vurulan kılıflar, onların bu önyargılarından
oluşan psikolojik perdelerdir. Bu durum, onların dinlemesine
ve anlamasına engeldir. Bu psikolojik olay, o inatçıların
kendi inatçı davranışlarından, önyargılarından meydana
gelmekle beraber Allah'ın yasaları içinde oluşur. Onlar
isteksizlik gösterince Allah'ın yasaları içerisinde o
anlamazlık ve duymazlık hali meyadana gelir. Bu hali yaratan
da Allah'tır ama, bu yaratma, onlar'ın önyargılarına bağlıdır.
Yani fi'lin malzemesi, nedenleri, onların davranışlarıdır.
Onlar isteksizlik gösterince AIIah'ın yasaları gereği, böyle
bir hal oluşur. Bu hali yaratan AIIah'ın yasaları olmakla
beraber, sebepleri kendi eylemleri olduğu için onlar kınanmaktadır.
Ona
ayetlerimiz okunduğu zatman sanki onları hiç
işitmemiş, sanki
kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak döner.
Ona acı bir azabı müjdele.
(Lokman: 57/7) ayeti de müşrik insanın bu psikolojik durumunu
yansıtmaktadır.
Kehf:
69/57. ayette Allah'ın ayetleri kendisine hatırlatıldığı
halde inanmayan yaptığı kötü işleri de unutan kimseden
daha zalim (haksız) birinin olmadığı; öylelerinin olumsuz
davranışları yüzünden Allah'ın, gönüllerine perdeler geçirdiği,
kulaklarına da ağırlık vurduğu için hak sözü duyup
anlamadıkları; Peygamber onları ne kadar hakka çağırsa doğru
yola gelmeyecekleri belirtilmektedir.
İnkarda
kararlılıkları, onların anlama
ve gerçeği
duyma yeteneklerini kapatmıştır. Bundan dolayı
anlamazlar, duymazlar, yola gelmezler. Onları bu hale getiren,
kendi davranışları, boş geleneklerin etkisinde oluşan
saplantıları, önyargılarıdır.
('Ey
Muhammed), sen mi sağıra
işittireceksin, yahut körü ve apaçık sapıklıkta olanı
yola ileteceksin? Ya biz seni alıp götürdükten sonra
onlardan öc alırız.. Yahut onları uyardığımız şeyi sana
gösteririz (senin gözlerinin önünde onları azaba ugratırız.);
bizim onlara gücümüz yeter. Sen
sana vahyedilene sımısıkı sarıl, çünkü sen doğru yoldasın.
0 (Kur'an) sana ve kavmine bir Zikir (uyarı, şan ve şeref)dir
ve yakında (ona uyup uymadığınızdan) sorulacaksınız.
Senden önce gönderdiğimiz elçilerimizden sor: Rahman'dan başka
tapılacak tanrılar yapmış mıyız? (Zuhruf: 63/40-45)
Bu
ayetlerde şeytanın
iğvâsına, nefislerinin arzusuna kapılıp bir türlü Hakk'ın
çağrısını kabul etmeyen müşriklerin önyargılı tutumlarına
üzülen Peygamber (s.a.v.) tesellî ediliyor:
Sen
hiç duymayan sağırlara söz işittiremezsin. Senin görevin,
gerçeği duyurmaktır. Onların yola gelip gelmemesinden sen
sorumlu değilsin. Biz ya seni onların arasından alıp götürdükten
sonra onlardan öcümüzü alırız, ya da onları uyarmakta
olduğumuz azabı sana gösteririz, sen henüz hayatta iken
onları nasıl cezalandırdığımızı görürsün. Onları bir
gün mutlaka cezalandıracağımızda kuşkun olmasın. Sen,
sana vahyedilenlerin gereğini yap, senin yolun doğrudur. Bu
Kur'an, hem senin, hem de kavmin için şan ve şereftir. Yahut
sana da, kavmine de öğüttür. Siz, bununla sorumlusunuz.
Ayet,
Kur'an'ın, gerek Peygamber(s.a.v.)in kendisi, gerek ilk kavmi
olan Kureyş veya Araplar için bir şan ve şeref olduğunu,
onların şan ve
şereflerini yükselteceğini ifade ediyor. Gerçekten
çok geçmeden Peygamber
(s.a.v.)in şöhreti cihan ufuklarına yayılmış ve Kur'an, başta
Araplar olmak üzere bütün İslam ümmeti için şan ve şeref
olmuştur. Allah, Kur'an'a saygı gösteren milletlerin şanını
yükseltmiştir. Bunun en son örneği de Kur'an sayesinde altıyüz
yıl cihana hükmeden Osmanlı Devletidir.
Zuhruf:
45. ayette Kur'an'ın anlattığı tevhîd inancının, gelmiş
geçmiş bütün peygamberlerin temel öğretisi olduğu
vurgulanmak üzere:
"Senden
önce gönderdigimiz elçilerimize sor: Rahman'dan başka tapılacak
tanrılar yapmış mıyız?" buyuruluyor.
Bu
ayette İbrahîm yolunda olduklarını iddia eden Araplara sataşma
vardır: Kendilerini İbrahîm yolunda sanan Araplar, meleklere
tapmalarının, Allah'ın dilemesiyle olduğunu, O dilemedikçe
O'ndan başkasına tapmayacaklarını söylüyorlardı. İşte onlara böyle bir şeyin,
hiçbir peygamberin dininde olmadığı belirtiliyor. İbrahîm,
peygamberlerin atası ve önderidir. Onun dininde şirk olmaz. O
insanlara Allah'a tapmalarını, O'na teslîm olmalarını
emretmiştir. Peki, siz nasıl hem onun yolunda olduğunuzu
iddia ediyor, hem de putlara tapıyorsunuz? Bu, olacak şey
midir?
Kur'an'ın
anlattığı tutumu sergileyen önyargılı insanlar, her zaman
ve her toplumda vardır. İnsanı önyargılı yapan önce
aileden, sonra okuldan,
çevreden aldığı, temelde yanlış bilgiler, kültürlerdir.
Bunu tecrübelerimizle yaşadık, gördük.
Yıllardardır
çeşitli llahiyat Fakültelerinde lisans ve yüksek lisans
dersleri okutuyoruz. Fakülte bitirmiş nice talebemiz oldu ki
Tefsîre, Kur'an'ın temel konularına başladığımız zaman
anlattıklarımıza itiraz yağmuru yağdırırlardı. Sorunu
anlatırız, izah ederiz, yarım saat, bir saat dinlerler,
verecekleri cevapları olmaz, sadece:
-
Hocam, bu kadar alim, bu kadar bilim adamı bunları görmemiş
mi?
Ama
bir ay sonra itirazlar kısılır, gerçeğe teslim bayrağı çekilir.
Bir
şehirde yalnız din bilgisi öğretmenlerinin katıldığı bir
konferans verdim. Bizi mahcub edebilmek için bazı öğretmenler
çeşitli sorular hazırlamışlardı. Dört saat konuları izah
ettikten sora bir öğretmen dedi ki:
-
Hocam, evet, söyledikleriniz doğru ama bizim şimdiye kadar öğrettiklerimiz
ne olacak?
İşte
biz yazılarımızla, damıtılmış bilgiyi, saf, arı duru İslamı
insanlarımıza öğretmeğe, Allah'ın izniyle gönülleri
"Kur'an Mesajı"yla aydınlatmağa çalışacağız.
Önce
Kur'an'a göre İslamın ne anlama geldiğini izah etmek
gerekir. Gelecek Makalede bunu yapmağa çalışacağız.
İstanbul
- 17.8.2000
http://afyuksel.com
|