Kayıt için burayı tıklayın




John Horgan’ın Bilim dergisinin  ( Scienific American) Ocak 1994 sayısında yayımlanan “Dağınık işlevler“ makalesinde savunduğu görüşlerin, ilk kez, sekiz yıl önce Ahmet Hulûsi tarafından yazıldığını biliyormuydunuz?

Nokta dergisi 6 Mart 94 sayısında Türk okuyucusuna bu soruyu yöneltmeden üç sene önceydi. 1991 yaz tatilinde, Tokat’ta çok can sıkıcı bir günde, elime geçtiğinde can simidi gibi sarıldığım bir kitap, beni yoğun bir şaşkınlığa itmişti. Okuduklarımı düşündüm ve tekrar okudum.

Ebu Hureyre (radiyallahu ahn) anlatıyor:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesselam) buyurdu:

Cehennem rabbine şikayette bulunarak: Ya rabbi kısımlarım birbirini yedi!.. Dedi!.. Bunun üzerine Allah iki nefes vermesi için ona izin verdi. İşte bulunduğumuz şiddetli soğuk (kışın) Cehennem’in ZEMHERİR’inden; bulunduğumuz yakıcı sıcak da onun SEMUM’undandır!..

Evet, 1400 yıl öncesinin şartları içinde ancak bu kadar dile getirilebilir böylesine muazzam bir gerçek!... (Tur-27)

Şimdi, önce birinci hususu anlamağa çalışalım. “ Cehennem kendi kendini yedi “ tabiri neyi anlatmak istiyor? Güneş tümüyle hidrojen gazından ibaret merkeze sahiptir ve burada 15 milyon derece civarında bir hararet mevcuttur. Bu hararet dolayısı ile sürekli nükleer tepkimeler olmakta ve hidrojen atomları kendi kendini yiyerek helyuma dönüşmektedir. Bu arada yediklerinden artanı (!) da dışarıya atmaktadır. Bu atıklar ise ta dünyaya, bizlere kadar ulaşmaktadır. Güneşin, pardon Cehennem’in yediklerinin artıkları nedir? SEMUM! Nedir, “narı SEMUM“ ?...
Arapça’da “semum” kelimesi iki manaya gelir. Birincisi: “ Gözeneklere (mesamat) işleyen ışın “ ...  İkincisi: “ zehirleyici ateş “ yani radyasyon!.. Termonükleer tepkime içinde olan Güneş’in bu tepki sonucu yaydığı radyasyonlar, ışınlar acaba bundan daha başka nasıl anlatılabilirdi 1400 küsûr yıl önce?...

Kitaba bakıyorum. “  Din – Bilim ışığında İnsan ve Sırları “ Alta bir ibare daha düşürülmüş. “Beynin bilinmeyen güçleri” 4. Baskı. Yazan Ahmed Hulûsi.

Kıyameti hep düşünmüşümdür. Herşey normal seyrinde giderken neden sistem bir anda allak bullak olacak, Güneş insanların tepesine kadar yaklaşacak ve her şey ateş ve ısıda buharlaşacak? Kâinatın döngüsünü sebep sonuç ilişkisi üzerine var eden Rabbül Alemin buna da bir sebep yaratmış mıydı ve insanlık bu sebebe ulaşabilecek miydi? Çocukluğumun karanlık odalardaki soru işaretleriydi bunlar. Sonra ilkokulda tükenebilir enerji kaynakları içinde Güneş'i ’e görmek beni ürkütmüştü. Soğuktan ölebilirdik ve daha kötüsü karanlıkta bir odadan bir odaya geçmeğe bile korkuyordum. Çok sonraları da kıyamet ve güneş ilişlkisini herkes gibi kurguladım. Kıyamet koptuğu için değişen güneş... Güneş değiştiği için kopan kıyamet kimsenin aklından geçmezdi sanırım.

Ahmed Hulûsi, bilim adamlarının söyledikleri bir yıldız olarak Güneşi bekleyen doğal kaderinin vuku bulmağa başlaması ile gerçekleşecek olanların, Kur’an ve Hadis’de kıyamete dair verilen bilgilerle ve tasvirlerle birbir uyuştuğunu söylüyor. İşte kendi kaleminden anlattıkları:

“Güneş’ten 1 milyon 303 bin defa daha küçük olan; çapı yaklaşık 12500 km.lik Dünya üzerinde yaşıyoruz... Güneşten şu andaki uzaklığımız yaklaşık 150 milyon kilometre..."

Çevresinde satte 108.000 kilometrelik hızla dönmekte olduğumuz Güneş’in, şu anda yüzeyinden yükselen alevler 800.000  kilometreye kadar ulaşmakta... Güneşin yüzey ısısı da son tesbitlere göre 6000 santigrat  derece!.. Yani bir diğer anlatım tarzı ile, 60 tane dünyayı üstüste dizip güneşin üzerine oturtsanız, Güneş’in yüzeyinden yükselen alevlerin boyunu bunların hepsini içine almış olarak görürsünüz.

Güneş’in yüzey harareti olarak verilen 6000 derece ne demektir? Şöyle bir misalle o derece hararetin ne olduğunu anlatmağa çalışalım... Dünya üzerinde ısıya en dayanıklı maden, bildiğimiz kadarıyla  kadmiyumdur (?)  ( Ferşat yayınlarında çıkan 4. Baskıda ısıya en dayanıklı maden olarak “TUNGSTEN” gösteriliyor. Gerçekten de, doğrusal ışıl genleşme katsayısı 1650 derecenin üstünde bile en az olan o. Kadmiyum ise düşük sıcaklıklarda bile eriyip kaynıyormuş. 11. Baskıda hata mı var bilmiyorum.) 6000 derecede sıvı haline dönüşür(?) Yani dünya üzerinde bulunanların tamamı kadmiyum madeninden meydana gelmiş olsaydı, 6000 derecelik hararette sıvı haline gelecek idi. Ve akabinde buhar olup gidecekti!...

Bir an Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ın şu işaretine kulak verelim: ”Dünyanız içindekilerle beraber Cehenneme atıldığı zaman, bir su damlası gibi buharlaşıp yok olacaktır!”

Evet şu anda, Dünya’dan 1.303.000 defa daha büyük olup, merkezinde sıcaklık 15 milyon derece olan güneş... Şu anki hali itibariyle, hayat vesilemiz olan Güneş!...

Peki, Güneş’in ölümü nasıl olur? Hangi aşamalardan geçer? Ahmed Hulûsi anlatmağa devam ediyor:

Her yıldızın kendi kaderi, ya da bir diğer ifade ile akış çizgisi gereği doğumu, gençliği, büyümesi, olgun hale gelişi ve ölümü söz konusudur.

Güneş de bir yıldız olarak bugünkü halinden sonraki devresinde hidrojenini yakarak helyuma dönüşecek ve yapısı değişmeğe başlayacaktır. Çekirdek sıkışacak, yüzey büyük ölçüde genişlemeğe başlayacaktır. Güneş artık bir kızıl yıldıza dönüşmeğe başlamıştır. Hacmi genişlemeğe başlamış ve enerjideki toplam artış dolayısı ile yakın gezegenleri yok etmeğe yönelmiştir. Çekirdek sıcaklığının daha da artması ile Güneş Helyumunu yakmağa başlamış hem sıcaklıkta hem boyutta son derece büyük artışlar meydana gelmiştir. Güneşin artan hacmi ve ısısı dünyayı yutmuş ve Dünya yok olmuştur!.. Güneş artık durgunluğunu tamamiyle yitirmiş, Dünya’dan 400 milyon defa daha büyük yanar bir kütle haline gelmiştir. Böyle bir şeyi tasavvur ve tahayyül son derece güçtür.

Güneşin içindeki çeşitli tepkimeler çekirdek ısısını arttırmıştırki, bu yüzden artık sistem içindeki yıldızların bildiğimiz şekilde varlıklarını devam ettirme imkanı büyük ölçüde yitirilmiştir.

Güneş içindeki nükleer enerjinin tümü kullanıldıktan sonra, birdenbire büzülmeğe başlayacak ve bir cüce yıldız haline gelecektir. Ancak buna rağmen bir süre daha parlamasını sürdürebilecektir.  Ve nihayet Güneş tüm enerjisini tüketmiş olarak korkunç bir  yoğunluğa sahip “ BLACK  HOLE “ yani, kara delik haline gelecek ve bırakın üzerinden bir şeyin kaçabilmesi çevresinden geçen gezegenleri bile içine çekip yutacak hale ulaşacaktır. “ Evet... İşte 1980 lerdeki son bilimsel verilere göre Güneş’in kaderi... Bütün bunlar gerçekten çok ilginçti! İşte bizi bekleyen bir yazgı. İnsanların buldukları ile Allah Rasûlü’nün haber verdikleri.

Ahmed Hulûsi ilk olarak böyle unutulmaması gereken bir insan olarak zihnimde yer etti. Üstelik çok dikkatli ve temkinli okunması gereken bir yazardı. Çünkü daha önce duymadığımı ve kimsenin söylemediğini söylüyordu.  O günden bu güne Ahmed Hulûsi ismi daha çok karşıma çıktı. En az 18 kitabı, 25tane ses ve video kaseti insanlara sürekli bir şeyler anlatıyordu. Kimse bir düşünce, bir yorum yapmıyordu söyledikleri hakkında. Sadece kimi tarikat şeyhleri kitapları yasaklıyor ve kendisinin cevap verme imkanının olmadığı, bulunmadığı ortamlarda sataşmalar oluyordu.

Sataşma! Asla seviyeli, ilmi bir tartışma ve gerçeği açığa çıkarmağa yönelik bir teşebbüs değil. Bu, ürkek ve içine kapalı insanları o kitap ve kastlerden uzak tutuyordu fakat araştırmacı ve cüretkar insanları o eserlere iyice bağlıyor, hele islâm adına ilk olarak o kitaplarla tanışan kimseler için orada yazılan ve söylenen her şey zihinlerde kutsanıyordu.

Bu durumun ikisi de hoş değil. Ne senelerce uğraşan, didinen insanlara bir şeyler anlatmağa çalışan bir düşünürü ve çalışmalarını insanlardan saklamağa çalışmak, ne de alışılmamışlığın verdiği olağanüstülülüğün sarhoşluğunda kendine kainatın sırlarını açıklayan kusursuz bir mesih yaratmak.

Ahmed Hulûsi’nin işlediği belli başlı konular var. Bunlar Vahdet-i Vücud, Kader, insanın burçların etkisinde olduğu iddiası, ruh, cin, reankarnasyon, spiritistler, uzaylılar, İslâm’da emredilen ibadetlerin bilimsel boyuttaki hikmetleri, insan beyni, sistem ve zikir... Bunların bir kısmına, fikir edinmeniz için değinmekte fayda var.

Vahdet-i Vücud İNANCI: Ahmed Hulûsi, Allah’tan başka hiçbir varlığın olmadığını söylüyor. Bir Allah’ın varlığı, bir de kâinatın varlığı şeklinde iki ayrı vücud yoktur. Başka varlıklar olduğunu düşünmemiz bizim beş duyunun kalıplarına kendimizi hapsetmemiz sebebi ile oluşturduğumuz zandır. Gördüğümüz çokluk, algı zayıflığımızdan kaynaklanan bir yanılgıdır. Esasta varlık tektir. Tekten başkası yoktur. Nitekim insan, hayvan, bitki, madde, yıldızlar, hava ve daha ne varsa atomlardan oluşur. Atomlar çekirdeklerden, çekirdekse enerjiden ibarettir. Gözümüz maddeyi şimdikinden bir milyar kere daha büyük görecek kapasitede olsaydı, her şeyi tek olarak görecektik. Sonsuz, sınırsız tek. Allah’ın varlığına sınır çekilemez. O, sonsuz ve sınırsız olduğuna göre Allah’tan başkası aten olamaz. Başka bir şeyin olması için Allah’ın varlığının bir yerde bitmesi lazımdır ki onun varlığına yer açılsın. Zaten Kelime-i Tevhid’in manası “TANRI YOKTUR ANCAK ALLAH VARDIR” demektir. Allah’tan başka bir varlık kabul edersek şirke girmiş oluruz. Karıncanın ayak sesinden bile daha sessiz olan gizli şirk.

Ahmed Hulûsi “Hz. Muhammed’in açıkladığı “ALLAH” ve “ Hz. Muhammed’in ALLAH’ı isimli kitaplarını bunlara özel olarak ayırmış. Her kitabında da bunlara mutlaka değiniyor. Burada Allah’ın zatını anlama gayreti,düşüncevi çabanın hareket noktası.

Şüphesiz, insanın beş duyunun kapasitesi ile kayıtlı olduğu doğrudur. Bu kapasite farklı olsa idi yaşadığımız alem de farklı olacaktı. Bütün alemin aslı da nihayetinde enerjiye çıkıyor. Dolayısı ile şu sonuca ulaşıyoruz. Ne varsa, enerji ise ve Allah’tan başka hiç bir şey yoksa, kâinatın özünün enerjideki tekliği de varlığın tekliğinin ispatı ise Allah sonsuz ve sınırsız enerjidir. Diğer değiş ile ALLAH sonsuz, sınırsız ve bilinçli bir enerjidir. Hammadde enerji. Yaratıcı her şeyi kendi özü ile yaratıyor. Allah biz zatını düşünmememizi, zatı hakkında ne düşünürsek O’nun o zannımızdan münezzeh olduğunu Rasûlu aracılığı ile bize bildirmişti. Onu kısır, kayıtlı insan aklı ve yaratılmış zihinler anlayamaz.  Bunu ( Zâtının anlaşılamayacağını) ALLAH bildiriyor.

Bir başka tuhaflık; Allah’ın sınırsız ve sonsuz tekliği ile başka varlığa oluşta yer kalmadığı. Allah sonsuz ve sınırsız olduğu için başka var olamaz. Yani bütün yönlere eş zamanlı olarak uzanmış, her tarafı dolduran bir varlığın hiçbir boşluk bırakmayacak şekilde her yeri kaplaması. Burada Allah; madde formunun tabii olduğu kurallara uyduruluyor. Yani bir mekan-eşya yön ilişkisi ALLAH ve yaratılanlar arasında düzenleniyor. Bir filin küçük bir odayı doldurup başka hiçbir şeye yer bırakmaması gibi... Eğer başka bir varlık Allah'’n sonsuz ve sınırsızlığının gereğince olamıyacaksa Allah (HAŞA) istese de kendisinin dışında bir şey yaratamaz. Yada yarattığında bu sonsuzluğunu ve sınırsızlığını kesintiye uğratmak zorunda kalacak. (!) Böylece Allah’ın zatının sonsuzluğunu korumak adına kudretinin sonsuzluğunu sınırlamış olduk. Sonra sonsuz ve sınırsız olan her tarafa kesintisiz uzanan tekin bir cemâli de olamaz. Başı, sonu, merkezi, eki, kıvrımı olmayan bir sonsuzluk dümdüz bir sonsuzluktur.  Allah’ı (sonsuz kere HAŞA) insan zihninin somut alemden edindiği tecrübelerle zât boyutunda algılamaya çalışmak bizi ne kadar komik bir tartışmanın içine sürüklüyor. Sonra bir başka varlık yoktur; çünkü Kelime-i Tevhid’in gerçek anlamı “ TANRI YOKTUR ANCAK ALLAH VARDIR” demektir ve başka bir varlık bu anlamla çelişir de ne oluyor. Ahmed Hulûsi Allah’ı tek ve mutlak gerçek olarak kabul ederken “ tanrı kavramını, dışta ve tapılacak hiç olmamış içi boş bir kavram olarak anlamlandırıyor. Allah’ın dışındaki her varlık neden derhal tapılacak bir varlık statüsüne sokulsun. Üstelik Kelime-i Tevhid’i değillesin.? Kendisinden başka olmayan TEK’in dışında bir varlığın mevcudiyet ihtimaline (!?) karşı o varlığa tapılıyor olma vasfı hemen veriliyor. Allah ise tapılacak bir varlık  değildir. Çünkü ne biz O’ndan ayrıyız ne de o bizden. Bu arada şu “PANTEİZM” meselesine değinmeden edemeyeceğim.

Ahmed Hulûsi haklı bir endişe ile sık sık söyledikleriyle “PANTEİZM” in karıştırılmamasını söylüyor. “ H.z. Muhammed’in açıkladığı Allah “ isimli eserinin 166. Sahifesinde şu ifade yer alıyor. Ancak aradan geçen süre içinde çeşitli yanlış anlamalar,  “Ahadiyetin" yanlış yorumlanmasına sebep olmuş ve; “MEVCUDAT ALLAH’TIR; ALLAH, VARLIKTA NE GÖRÜYORSAN HEPSİNİN TOPLAMIDIR” şeklinde gerçek ötesi bir çizgiye oturmuştur!..

Bunun üzerine Peygamber’in hicretinden 1000 yıl sonra Ahmed Faruk Serhendi tarafından ele alınmış, Vahdet-i Vücud gerçeği, “Mevcudat Allah’tır.” Şeklindeki maddeci görüşten kurtarılarak “ mevcut olan sadece Allah’tır, herşey ancak O’nun gölgesidir”, hiçbirşeyin kendisine has vücudu yoktur çizgisine oturtulmuştur. Eğer biraz daha açık anlatmak gerekirse... Kur’an-ı Kerim ve sayısız Hadis-i Şerife dayandırılarak izah edilen “ Vahdet-i Vücud ” görüşüne göre, (Buraya dikkat!) “MEVCUD OLAN HER ŞEY GERÇEKTE TEK HAK’KIN VÜCUDUNDAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR. Bu iki tanım arasında çok ciddi bir fark göremiyorum. İkincisinde Hakk’ın vücudunun görünenle sınırlı olmadığı da imâ ediliyor sanıyorum.

Kısaca şunu da belirtip bu konuyu kapatmak istiyorum. Belki de Allah’ın varlığından başka bir varlık yoktur. Söyledikleri doğrudur. Ahmed Hulûsinin ve öncekilerin söyledikleri gerçektir.  Ama bu inanç  şirkin ortasında bir ada değil. Bunun ispatını yapmak için madde ve mekânın anlamlandıracağı sonlu ve sınırlı olup olmama gibi nitelemeler insanları aptalca şeylere götürür. Pervez Hodbay’ın İslam ve bilim adlı kitabında esefle okumuştum. Müslüman bir bilim adamı Allah’ın çapını hesaplamış!..

KADER HAKKINDA:
Ahmed Hulûsi, insandaki cüz-i iradeyi reddediyor. İnsanı kozmik bir robot olarak tanımlıyor. İnsanların yıldızlardan gelen ışınlara karşı konumlarının ve burçlarının hareketlerini tayin ettiğini söylüyor. ( Bu günkü koşullarda asla ispat edilemez ama burçlara göre karakter ve fiziksel biçim standartları olduğu açık). Allah’ın  ezelde dilediği mutlaktır ve değişmez. Kişi bu takdirin dışına çıkamaz. Kim ne için yaratıldıysa o öyle olur. Bir şeyi hiç yokken meydana getirmek istediyse öyle yapar. Herkes akibetine yaklaştırılacak davranışlar içine sokulur. Bütün hükümranlık ve irade Allah’ındır. Yaratılmışa, bu arada insana bu hükümdarlığı paylaşma hakkı verilmemiştir.

RUH: Gene önemle üzerinde durulan konulardan birisi ruh. Ahmed Hulûsi ruhun beyin tarafından anne karnında 120. Günden itibaren üretilen hologromik bir beden olduğunu söylüyor.

- Sana ruhtan soruyorlar! De ki, ruh Rabb’in emrindendir! Ve bunun ilminden  size kalil bir ölçü verilmiştir. ( 17-85)

Bu ayetteki “size bu ilimden az verilmiştir”  ibaresinin yahudilere hitaben söylendiğini hatırlatıyor. Kalûbelâ konusunda Gazali gibi düşünüyor. Ruhların daha önceden yaratılmadığını, ayette geçen belleri kelimesinin biyolojik bir bedene işaret ettiğini söylüyor.

CİN: “ Ey cin cemaati! İnsanların çoğunu hükmünüz altına aldınız. (6-128) Ahmed Hulûsi Ayet-i Kerime de geçen “insanların çoğunu” ifadesine dikkat çekerek, ciddi bir şartlanma ve yanılgıyı yıkıyor. Cinlerin hükümranlığı altındaki insanlar anormal görünüş ve davranışlardaki bazı garip insanlardan ibaret değil demekki. Üstelik ÇOĞUMUZ!

Cinlerin insanları nasıl aldattığını, egemenlikleri altına aldığını, özel olarak seçtikleri bazı kimselere verdikleri olağan üstlüklerle onları ve çevresine topladıkları kalabalıkları nasıl kullandıklarını, efendileri cin olan sahte şeyhleri, sigara ile olan ilişkilerini bu kadar harika anlatan bir çalışma ile  hiç karşılaşmadım. Çünkü daha önce böylesine bir araştırma yapılmamış.

REANKARNASYON: Cinni aldatmanın tüm dünyadaki en yaygın şeklini çok mantıklı şekilde açığa kavuşturuyor sık tekrarlarla. İnsanlardan çok daha uzun ömürlü cinler, çok önceleri yaşayan insanların hayatlarındaki görüntüleri güçlü vesveseler eşliğinde kişinin beynine şok sinyaller olarak veriyor. Amaç; İslam’daki ahiret ve sorgu bilincini dumura uğratmak.

UZAYLILAR: Cinin insana karşı düşmanlığının diğer tezahürü olan uzaylılar konusunda çok ciddi araştırmaları var Ahmed Hulûsi’nin. İnsanları İblis’e ve Deccel’a hazırlayan gerçek şeytan ayetleri çok çarpıcı.

İBADETLER: Her davranış insan ruhuna negatif veya pozitif davranışlar olarak yükleniyor. İbadetler, güneşin dünyayı yutması sırasında Güneşin çekim gücüne karşı, karşı çekim gücünü oluşturacak enerjiyi yani nuru yüklüyor ruhlara. Namaz topraktan elektirik akımı olarak bize enerji naklediyor. Abdest aynı işlemi su ile yaptırıyor. Oruç, insan beyninin işlevini konsantre etmeğe, yalnız Allah’a yöneltmeğe yarıyor. Hac arzdaki pozitif dalga akımının en güçlü olduğu merkez nokta. Bambaşka bir bakış açısı var ve tutarsızlık yok.

ZİKİR: Zikir, bize göre, dünyada bir insanın yapabileceği en yararlı çalışma türüdür. Zikir, manası tekrar edilen kelimenin anlamı istikametinde beyin kapasitesini arttırır. Zikir, beyinde üretilen ışınsal enerjinin ruha, yani bir tür ışınsal hologramik  bedene yüklenmesini ve böylce ölüm ötesi yaşamda güçlü bir ruha sahip olunmasını sağlar. Zikir Allah’a yakin sağlar. Zikir İlahi manalar ile tahakkuku temin eder.

120. günde yıldızlardan gelen ışınsal etki beyninizde bir açılım sağlıyor. Bu kapasitenin daha sonra hiçbir şekilde artması mümkün değil. Sadece zikir müstesna!

“Zikir yaptığınız zaman, yani Allah’a ait olarak bilinen bir manayı tekrar ettiğiniz zaman... Beyinde ilgili hücre grubunda bir bioelektirik akımı meydana geliyor. Ve bu, bir tür enerji şeklinde manyetik bedene yükleniyor. Aynı zamanda siz bu manayı tekrar ederseniz bu defa bu kelimenin tekrarından oluşan bioelektrik daha da güçlenerek yeni hücre birimlerini devreye sokuyor ve bir kapasite genişlemesi söz konusu oluyor.”

Bu ifadelerde verilen bilgiler Türkiye’de Ahmed Hulûsi tarafından söylendikten ancak 8 sene sonra Amerika’lıların keşfedebildikleri gerçeklerin küçücük bir bölümü.

Ahmed Hulûsi değerli bir beyin ve samimi bir kalp. O’nun seminerini dinlemek için gittiğim Antalya’da seminerin verildiği Falez Otel’inin konferans salonunun tıklım tıklım dolu olduğunu gördüm. Müslüman toplumun normal şartlarda yanlarına bile yaklaşamayacağı, yetmişine dayanmış fanatik laiklerden tutun aşırı uç gençlere kadar yabancılığı ve soyut kalmışlığı çok belirgin insanları hayıra doğru sevketmiş. Onları namaz kılan, oruç tutan ve Allah’ı çokça zikreden fertler haline getirmiş. Çok korktukları, uzak oldukları dindarları sever ve onlara özenir olmuşlar. Örtünemeyenleri çok fakat istek ve saygıları da. Bu kulları dünyadaki yitiklikten ahiret bilincine yönelttiği için bir müslüman olarak teşekkür ediyorum ve seviniyorum. Başta da söylediğim gibi ilim adamlarımızın Ahmed Hulûsi ile konuşması gereken birçok konu var.  Onaylayacakları ve reddedecekleri birçok konu. Burada hiç girmediğim çok ters gelen tasavvufi meseleler var. Hiçbirşey hemen tevil dansözlüğü ile bulandırılmaksızın nâsla çelişmez olmalı.

Allah bazı halleri yaşayan ve yaşamış insanlara manevi tecrübeye dayalı bilgiler verebilir. Her yeni bilgi getireceği soru ve şaşkınlığın cevap ve sükunetini o kalpte doğmuş olarak hazır bulur. O bilgilerin sıradan anlama ve hale sahip insanlara aktarılması sadece soru ve şaşkınlığı getirir. Panzehirsiz zehir gibi. Kalpleri Allah bilir ve amellerimiz niyetlerimize göredir.

Süleyman Tüccar
http://afyuksel.com
İstanbul - 05.10.2000

Not: Bu yazı, Nisan 1996 Yeni Dünya Dergisi'nden alıntıdır...


Üst Ana sayfa e-mail