“Beklentilerimizin, birbirimize
tahammülsüzlüğümüzün ve yetersizlik
içinde kalışımızın nedeni nedir?” şeklinde bir sualle
karşılaşsaydım, “özünle gereken ilişkiyi kuramamaktır”
diye yanıtlardım.
Gerçekten, bireyin çeşitli
anlardaki bunalımları, sıkıntı ve elem duyguları, geçici
zevklerinin ardından adeta matem havasını yaşaması, velhasıl
bütün nedenler, özsel
bir yaşamın dışa aksetmemesi ile ilgilidir.
Zira, bireysellik alıp başını gittiğinde karşımıza yeni
sorunlar çıkıyor, yepyeni tartışma konuları gündeme
geliyor.
Neye yarayacak bilemem ama, bu
yazıyı yazmama , kimlik arayışı hususundaki bazı tesbitler
sebep oldu.
Mistisizm, gerçek yaşam deneyimlerini ilişkiler bazında
kabullense de, bunun kuru, zayıf ve duygusal düşüncelerle
algılanamayacağını bilmek gerekiyor.
Şayet oluşların farkında değilsek, bir çıkış kapısı
aralamaya başladığımız yerde, bırakın adım atabilmeyi, bütün
kapıların yüzümüze kapandığını görebiliriz.
Bireyle özdeşleşen günlük kavramların var olan mutlak
olgulara, bir anlamda evrenselliğe yaklaşmadığını
hissetmek, sonunda lafta kalan, sözcük şişkinliğini yüklenmekten
ve bu ağır yükü taşımaktan başka neyi getirir ki?
Belki bireyselliğin getirisi olan utanç duygusunu
rehber yaparak, kendimize uygulayabildiğimiz kadarıyla utanmayı
ve başımızı önümüze düşürmeyi başararak, Allah’tan
bağışlanmayı umabiliriz.
Bu şartlarda belki yüzlercemiz
fikir değiştirebilir!
Ya da toplumsal kulis
faaliyetlerine aldırış etmeden, mistik deyimle dedikoduya karışmadan
yaşama cesaretini bulabiliriz.
Vehimle varolan kimlik, bağlanma,
güven duygusu, benlik değeri veya benlik kavramını yok etme
gayretleri, ihtiraslar, idealler, ego, olgunlaşma, idol
olabilme çabaları gibi iç dünyamızda yerleşik bir düzen
kuran duyguların tümüyle terk edilmesi gerekmez mi
Öze dönük yaşamak için?..
Sınır, başlangıç ve sonu
olan bireyin düşünsel tarzından doğar.Toplumsal gelişmenin,
büyümenin önündeki en önemli engel de, ülkenin değil,
zihinlerin sınırlarıdır.Ancak, o sınırlarını genişletebilen,
ufuk çizgisinde kendini bir yerlere götürebiliyor.
Şayet sınır varsa, bireyin özü ile ilişki kurması mümkün
değildir. Sınır ile ölçütler tayin edilir; dışlanma
olur. Henüz ‘biçimsiz’liğe adım atamamış insanları kuşatan, hapseden sınırları
aşabilenler, insanüstü yeteneklere ulaşabilmenin sevincini
yaşarlar. Özle ilişkinin başladığı yerde zaten sınırın
varlığı kalkar.
Zihnimizin işleyiş mekanizması içe ve dışa yansıtmalara
başlar.
Hayatta kalabilme, yeniden doğuş, tükenmeme, bir başka yaşam
özlemi, hayallerin gerçekleşmesi gibi bireyi daima canlı
tutmayı hedefleyen bu anlatılanlar hep sınır ve sınırsızlık
kavramları içinde yer almıyor mu?
Belki de öze giden yolda, özle
ilişkilerde, kaynağa dönüşte, ufukların alabildiğine genişlemesinde
hayallerden sıyrılmanın zamanıdır. Kendimizi bir an için
de olsa günlük yaşamın
sıradanlığından kurtulmuş hissetmenin verdiği
huzuru bir düşünün!..
İnsanın yaşam boyunca; özle
ilişki içinde olması gerekirken, ondan bihaber, mistik
tabirle “uykulu” bir şekilde yaşaması çelişki değil
midir?
Şu satırları karalarken özüne
ulaşamayanların içlerinin nasıl yanmakta olduğunu
hissettim. Zira bireysellik hali, insanda bir bakarkörlük
yaratır ki, içler acısıdır.
Bir türlü, hiçbir şey gerçek değerleriyle tartılamaz.Ölçülüp
biçilemez, yerine oturtulamaz.
Tekdüze devam edegelen dünyadan
sıkılmış olan insanın, aklını gerektiği biçimde
kullanmadan bazı sorunları çözmenin olanaksız olduğunu görmesi,
sezgilerine, özünden gelen duyuşlara daha fazla yer vermesi
ve“ Now I’m Strong
Enough to live without you“ ( Şimdi, sensiz yaşayabilecek
kadar güçlüyüm.) demesi gerekir.
Ve
Kimlik arayışı mutlaka özle ilişkide olmalıdır.
İstanbul
- 24.12.2000
http://afyuksel.com
Not:
24.12.2000 Akşam Gazetesi
|