BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM HAZERÂT-I HAMSENİN LÜZUMU VE EHEMMİYETİ

İrfan sahibi olan bir kimse görür ve anlar ki canlı ve cansız, görülebilen ve görülemeyen bütün her şeyde, o şe-ye göre tecelli eden ve görünen ancak ve.ancak bir tek zât ve bir tek hakikattir, onun gayri diye bir şey yoktur. Bütün varlık tek bir varlık ve tek bir can ve tendir. Bu hakikat ve varlık tekdir, birdir, bölünmez ve parçalanmaz. Görülen her şey, onun tecellî mahallidir ve görünmesi için bir âletten ibarettir. Hakkın bu tecellisi kâinatta en küçük zerre­den en büyüğüne kadar hepsinde esma ve sıfatı iledir. Herkese itikadına ve zannına göre her mertebede ve her ma­halde ve makamda bir başka şekilde tecellî eder, görünür. Zahirde ve bâtında ve her şeyde musavver olan, her akılda ma'kul olan, her gönülde mânâ olan, her kulakda duyan, her gözde gören odur. Bir taraftan görünür diğer taraftan görür, temaşa eder. Keza bir yerden söyler diğer yerden dinler. Bir yerde âşık olarak tecellî eder diğer taraftan ma'şuk olarak tecellî eder. Taleb edenle edilen, itikad eden ve edilen hep onun, hakkın tecellîsi ki hep o birin görünüşünden başka olmadığı anlaşılınca arif kendini tek taraflı itikad ile mukayyed kılmaz. Bu hususu daha güzel anlatmak için bir hikâyecik nakledelim: Bir kaç a'ma bir yere toplanmış acaba biz fil denilen hayvanı görebilirmiyiz diye münazara etmişler. Bunların isteği üzerine fil sahibi bunları filin yanına götürmüş bunların her biri fili tedkike koyulmuşlar. Bu meyanda kimi filin kulağına yapışmış, kimi ayağına, kimi hortumuna ve kimide karnına yapışmışlar. Tedkikleri bittikten sonra filin tarifi hususunda aralarında ihtilâf çıkmış. Karnına yapışan, fil küp gibi bir hayvandır der, ayağına yapışan, fil, direk gibi bir hayvandır der, kulağına yapışan, fil, tepsi gibi bir hayvandır diye tarif etmişlerdir. Hasılı kim hangi tarafına yapışdı ise'fil hakkındaki itikadı, bilgisi ona göre olmuşdur.

İşte taklitçi itikad sahipleri, böyle bir tarafa saplanıp orada mahbus kalırlar, Yukarıda zikrolunduğu gibi hakikati bilen ve gören irfan sahibi kimseler muayyen bir itikada saplanıp kalmazlar, .İşte arif kimse, kendi hakikatini bilmesi ve kemal ehli olması için, hazeratı hamse denilen beş şeyin bilinmesine de zaruret vardır.

Malûm olsun ki Allahü tealamn zâtına ve sıfatına nihayet olmadığı gibi avalini dediğimiz bu varlıkların da nihâyeti yoktur. Çünkü avalim dediğimiz bu varlıklar, Allah'ın isim ve sıfatlarının zuhur ettiği mahaldir. Öyle ise, zuhur edenin nihayeti olmazsa zuhur mahalli olan varlıkların da yâni avalimin de sonu olmaz. Nitekim (o her an bir başka şe'ndedir) mealindeki âyeti kerimede buyurulduğu gibi Cenab-ı Hak her an bir başka tecellidedir ve tecellisine nihayet yoktur.. Cenabı Hakkın kudretinin büyüklüğü kemâlinin eseridir ki bir kuluna iki defa aynı şekilde tecelli eylemez her defasında bir başka şekil ve tasavvurda tecelli eder ve iki kuluna da aynı bir tecelli olmaz ve olmayacaktır. Herkese her an başka başka tecelliler vâki' olur. Yâni tecellide tekrar yoktur. Cenâb-ı Hakkın kudreti azîm ve sânı büyüktür, ondan başka ilâh yoktur. Hakkın tecellisine nihayet olmadığı gibi bu tecellinin mahalline de nihayet yoktur demiştik. Kül olarak onsekiz, cüz olarak onsekizbin âlem olduğu İbni Abbas radıyallahü anh hazretlerinden rivayet edilen (Allahü tealamn onsekizbin âlemi vardır. Gördüğünüz şu dünyanız o âlemlerin birisidir) mealindeki hadisi şerifde beyan buyurulmaktadır. İşte bu âlemlerin cümlesini cami olan hazeratı hamse bahsi beş makam olarak izah olunacaktır.

Bu hazerâtı evvel yâni ilk makamdır. Bu makama gaybı mutlak, âlemi lâhût yâni en ulvî yüksek âlem, âlemi lâ leayyün yâni görülmemiş bilinmemiş âlem, âlemi ıtlâk yâni hiç bir kayıdla mukayyed olmayan âlem, amâ-yı mutlak yâni tam ve mutlak yokluk, vücudu mahz yâni sırf varlık, vücudu mutlak yâni mutlak varlık, zatı sırf yâni sırf zat, ümmü'l kitab yâni kitabların ve ilmin menşei, mutlak beyan, noktai bâsita gaybı'l guyûb yani bilinmeyenlerin bilinmeyeni gibi daha birçok tâbirler kullanılarak, bu makamı anlatmağa çalışmışlardır. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de (Gaybın anahtarları onun katında olup, onları ancak o bilir) mealindeki âyeti kerimede de beyan buyurulmuştur.

Bu makamda Hazret-i Allah celle celâlühû ve amme nevâlühû kemali izzet ve istiğna ile mevsufdur. Hakikatte bu makamda ne makam ve ne mertebe ve ne isim ve ne resim ve ne sıfat ve ne rnevsuf vardır. Lâkin anlatabilmek için zarurî olarak yukarıda zikredilen tabirler gibi bir çok tabirler kullanılmıştır. Bu mertebede Zâtullah bütün her şeyden münezzeh hatta münezzehlikten de münezzeh olup münezzehliğin tam kemâlindedir. Henüz esma ve sıfat dairesine tenezül etmemiş olup bütün esma hakkın zatında erimiş Ve helak olmuştur. Nitekim (Muhakkak Alllâh-tealâ âlemlerden ganîdir), (İnsan üzerinden bir zaman geçmedimiki, o devirde insan, anılan şey değildi), (Sübhan olan rabbın vasfını yaptıkları her şeye karşı izzete sahibtir.) meâlindeki âyeti kerimeler ile (Gizli bir hazine idim...) ve (Allahu tealâ var idi öyle var idiki onunla beraber hiç bir şey yok idi) mealindeki hadisi  şerifler de bu makamı beyan ederler. Arifi billâh yani.Hakk'ın zâtını tanıyan kimseler için Hak evvelce ne idiyse yinede öyledir. Nitekim Hazrel-i Ali kerremallahü vecheh yukarıdaki (Allahü tealâ var idi, öyle var idi ki onunla beraber hiç bir şey yok idi) mealindeki hadisi şerefi duydukları zaman (El'ân yine öyle) buyurmuşlardır ki, hadisi şerifin mânâsını açıklamış ve sanki hadisi şerifin devamını söylemişlerdir.

<devam edecek>

Ahmed Avni Konuk
İstanbul - 16.08.2002
 http://sufizmveinsan.com

 


Üst Ana sayfa e-mail