Ca’fer-i Sadık, 80 veya 83 hicri yılında doğmuş, babası Muhammed Bakır’ın yerine imamete geçmiş, H. 148 de vefat etmiştir. On iki imamın altıncısıdır. Dedesi Ali Zeynelabidin’in vefatı sırasında oniki yaşında idi. Hz. Hüseyin’in şehid edilmesinden sonra Peygamber çocukları siyasetle uğraşmamışlar, kendilerini ilme vermişlerdi. Bu yuvada yetişen Ca’fer de siyasetle uğraşmadı. Kendisini ilme verdi. Fıkıh, hadis ve öteki şer’i ilimlerde derin bilgisi yanında kimya ve diğer ilimlere de vakıftı. Kendisine atfedilen eserler, daha sonra yazılmıştır. Talebesi Tarsus’lu İbn Hayyan’ın, Ca’fer’in 500 risalesini toplayarak bin varak tutan bir kitap yazdığı rivayet edilir.

Üstten ipek, alttan sof giyerdi. Süfyan-I Sevri, onu bir kere fahir elbiseler içinde görünce hayret etmiş: “Ey Resulullah’ın oğlu, bu senin ve babalarının elbisesi değildir” demiştir. Ca’fer ona: “Ey Sevrim, dedi, o zaman darlık zamanı idi. Şimdi genişlik zamanıdır. Her şey bol..” Sonra  cübbesini açınca alttan beyaz sof görünmüştü. “İşte, dedi, Allah için giydiğimiz elbise budur. Bu üstteki de sizin için giydiğimiz elbisedir. Allah için olanı gizledik, sizin için olanı gösterdik.”

İmam Malik’in ifadesine göre “Ca’fer-i Sadık üç halde bulunurdu: Ya namaz kılar, ya oruç tutar veya Kur’an okurdu. Hiçbir zaman temiz olmadan Allah’ın Resulünü ağzına almazdı. Malayani konuşmazdı. Kendisini her gördüğüm zaman hemen altındaki minderi bana verirdi.”

İlim ve faziletiyle herkesi hayran bırakan Ca’fer’e göre gösterilen sevgi ve saygı, halife Mansur’u kuşkulandırmıştı. Bu yüzden onu Medine’den Bağdad’a çağırtıp sorguya çekti.

Ca’fer-i Sadık, Yunan ve Hint felsefelerinin Arapçaya çevrildiği, felsefi okulların kurulmaya başladığı bir devirde yetişmiştir. Bu devir, Emevi çağının sonu, Abbasi çağının başına rastlar. Devrin etkisiyle Ca’fer, yalnız şer’i ilimlerle yetinmemiş, kainat ilimleriyle de uğraşmıştı. Talebesi olan kimyacı Cabir İbn Hayyan as-Sufi at-Tarsusi, bin yapraklık bir eser te’lif etmiş, imamın risalelerini burada toplamıştır. Bunların beşyüz tane olduğuna işaret etmiştik. Elbette 500 risalenin Ca’fer’e bağlanması mübalağalı bir ifadedir, ama onun astronomi ve astroloji ile meşgul olduğu da bir gerçektir. Cabir, Ca’fer-i Sadık’tan çok yararlanmıştır. Ondan itikad ve iman usulü öğrenmiş, bunun yanında eşyanın tabiatı ve özelliklerine ve bunların birbirine karıştırılmasına (eczacılığa, simyaya) dair bilgiler de almıştır.

Muhammed Ebu Zabra, Hibetu’d-din al-Huseyni aş-Şehristani adında bir imami bilgininden bir risale eline geçtiğini, “ad-Delalil va’l-Mesa’il” adındaki bu risalede şöyle yazıldığını söylüyor: “Ebu Musa Cabir İbn Hayyan as-Sufi al-Kufi, Ca’fer-i Sadık’ın en ünlü talebesidir. İmamdan ilim öğrenmek için onun belirli bir saati vardı. O saatte imamın yanına ondan başkası giremezdi. Risalelerinin büyük kısmını hocası Ca’fer’in adına yazmıştır. Bunlardan kadim hat ile yazılmış elli risale gördüm ki onlarda Cabir şöyle diyor: Ca’fer Aleyhisselam bana dedi, Ca’fer bana ifade etti, yahut da Mevlam Ca’fer bana söyledi…”

Cıfr ilmi: İmamiyye, Ca’fer-i Sadık’ın, kazanılmış ilimler yanında tevarüs yoluyla vehbi ilimlere de vakıf olduğu kanaatindedir: “Peygamber Aleyhisselam bu ilmi Ali’ye verdi, Ali’den Ali Zeynelabidin’e, ondan Muhammed Bakır’a, ondan Ca’fer-i Sadık’a geçti. Bu ilim cıfr ilmidir” diyorlar. “Cıfr ilmi, harflerin ilmidir. Bununla ta kıyamete kadar vukubulacak olaylar bilinir. Ca’fer-i Sadık’tan cıfrı bildiği ve onu şöyle tarif ettiği rivayet edilir: “O, Edemden bir kabdır. Onda Peygamberlerin ve İsrail oğulları bilginlerinin bilgisi vardır.” İmamlardan cıfra dair çok şey nakledilmiştir. Biz gerçi cıfrı bilmiyor ve onu kullanamıyorsak da Ca’fer’den gelen sözlerden anlıyoruz ki cıfr, imamların bilgi kaynaklarındandır ve Allah’ın, onlara lutfettiği bir ilimdir”.

Kuleyni, al-Kâfi’de şöyle diyor: “Cıfırda Musa’nın Tevrat’ı,
İsa’nın İncil’i, enbiya ve asfiyanın ve geçen İsrail oğulları âlimlerinin ilimleri, helâl ve haram ilmi, olmuş ve olacağın ilmi vardır.” Kuleyni’ye göre Ca’fer-i Sadık, cıfr ilmi ile kayıp imamın doğumunu ve kaybolma zamanını, ömrünün ne kadar olacağını tesbit etmiştir.

Yine Kuleyni’ye göre: “Allah, Peygamberine bir kitap indirdi, Cibril dedi ki : Ya Muhammed, bu, senin neciblere vasiyyetindir. Hz. Peygamber: Necibler kimdir ya Cibril dedi. Cibril: Ali ve evladıdır dedi. Kitabın üzerinde altundan mühürler vardı. Allahın resulü onu Ali’ye verdi. Ondan bir hatem ayırıp onda yazılanla amel etmesini emretti. Hz. Ali de onu Hsan’a verdi. Hasan ondan bir hatem ayırıp onda yazılanla amel etti. Sonra Hüseyin’e verdi. Hüseyin de bir hatem ayırdı. O hatemde: “Şehid olmak için kavmine git, sensiz onlara şehidlik yoktur, nefsini Allah’a sat”  Yazılı idi. Hüseyin onu oğlu Ali Zeynelabidin’e verdi. O da ondan bir hatem ayırdı. O hatemde şöyle yazılı idi: “Evine çekil, sus, yakin gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” O da böyle yaptı. Sonra oğlu Muhammed’e verdi, Muhammed ondan bir hatem ayırdı, orada: “İnsanlarla konuş, onlara fetva ver, ehli beytinin ilimlerini ve salih babalarının doğruluğunu yay. Allah’tan başka kimseden korkma, kimse sana dokunamaz.” diye yazılı idi. O da onu Ca’fer’e verdi. Ca’fer’in kopardığı hatemde: “İnsanlara konuş, onlara fetva ver, ehi beytinin ilimlerini ve babalarının doğruluğunu yay. Çünkü sen hirz-ü emansın (güvendesin)” diye yazılı idi.

İşte Ca’fer hakkında böyle rivayetler vardır. Fakat bunlara inanmak güçtür. Ca’fer’in cıfırla uğraşmış olduğunu kabul etsek bile böyle sözler söylemiş olmasını kabul edemeyiz. Zira gaybı Allah’tan başka kimse bilemez. Hz. Hüseyin’e “git şehid ol” diye bir mühür verilmiş değildir. Resulullah’ın bazı olayları haber vermiş olması, ona verilmiş bir mucizedir. Allah’ın bildirdiğinden başkasını kimse bilemez. Çünkü Cenabı Hak, Hz. Peygamber’in dilinden “Eğer ben gaybı bilseydim, elbette kendime çok iyilik yapardım” demiştir.

Bu gibi rivayetler çoğunlukla Kuleyni yoluyla gelmektedir. Bu adam, Ca’fer-i Sadık’ın, gûya Kur’an‘da atamalar veya katmalar bulunduğunu söylediğinden bahseder ki Murtezâ, Tûsi vs. gibi büyük  imamiyye bilginleri onu tekzibetmişler ve Ca’fer-i Sadık’tan bunun aksini rivayet etmişlerdir.

Cıfr fikrini imamiyyeye sokanın, Hattabiyye olduğu anlaşılıyor, al-Hitatu’l-Makrizi’de şöyle denir: “Hattâbiyye, Ca’fer-i sadık’ın, kendilerine cıfr adında bir kitap verdiğini, onda gayb ilmine ve Kur’an’ın tefsirine dair ihtiyaç duyulan her şeyin bulunduğunu söylerler.”

Ca’fer-i Sadık’tan Süfyan-ı Sevri, Imam Malik, Ebu Hanife gibi büyük bilginler ilim öğrenmiş ve hadis rivayet etmişlerdir. Böyle bir şey olsaydı onlar da bunu naklederlerdi. Neden onlarda böyle bir fikre rastlanmıyor? Zaten Ca’fer-i Sadık fazla konuşmazdı. Süfyan-i Sevri, Ca’fer’i ziyarete gitmiş, onunla konuşmadığını görünce konuşmasını rica etmiş, konuşmadıkça kalkıp gitmiyeceğini söylemiş de nihayet imam ona Allah’ın nimetine şükretmesini, şükrün, nimetin artmasına vesile olacağını, nimet verildiği zaman da istiğfara devam etmesini, devletin zulmüne karşı da “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” demesini söylemiştir.

Ebu Hanife de Hicaz’a gidip iki sene Ca’fer’in yanında kalmış, ondan çok şeyler öğrenmiş ve bu iki seneyi “Levlâ’s-senetan leheleke’n-Nu’mân: İki sene olmasaydı Nu’man mahvolurdu.” söziyle değerlendirmiştir. İmam-ı A’zam gibi büyük bilginlerin, önünde diz çöktüğü bu muhterem zat hakkında böyle asılsız iddiaların yayılmasına, üçüncü asırdaki mezhep taassubu sebeb olmuştur. Bunların, onun gerçek kişiliğiyle ilgisi yoktur.

İlham: Ancak onun, riyazet ve taatiyle, ecdadından tevarüs ettiği kabiliyet sayesinde birtakım vehbî ilimlere vakıf olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin İmam Zeyd’in katli üzerine Haşimîler toplanırlar. Muhammed ibn Abdillâh’a biat etmeğe karar verirler. Cemaat arasında sonradan Abbasi halifesi olacak olan Seffah ( kan dökücü ) Ebu Cafer Mansur da vardır. Mansur da an-Nafsu’z Zekiyye unvanını taşıyan Muhammed’e biat eder. Fakat Ca’fer-i Sadık biat etmez. Buna canı sıkılan Muhammed’in babası Abdullah’a Ca’fer şöyle der: Vallahi sana ve oğullarına kızdığımdan dolayı biat etmemiş değilim. Fakat şundan ve şundan dolayı biat etmiyorum. (Mansur’u gösterir)”

Ruhanî tecrübelerle nefsini sâflaştıran insanlarda ilhamın varlığı inkâr edilemez. Hattâ bir konu üzerine düşüncelerini teksif eden bilginlerde bazen umutsuzluğa düştükleri sırada böyle bir halin görüldüğü, araştırdıkları konunun  kalblerine doğduğu vaki olmuştur. İnsanın bütün bilgisi kendinden değildir. Çalışmasının ötesinde Allah’ın İlhamı da vardır. Biz buna Allah’ın tevfiki diyoruz. Bunun içindir ki Abdullah ibn Mes’ud, istihaden verdiği fetvalarda şöyle dermiş : “ Eğer doğru ise Allah’tandır, yanlışsa benden ve şeytandandır.” Hz. Peygamber de ümmeti içerisinde muhaddes yani ilham edilmiş kimselerin bulunduğunu Buharî’ de  bulunan bir hadislerinde haber vermektedir. İlham vardır. Fakat ilhamın ve sadık bilginin yolu,  ruhani riyazetlerden, derin araştırmalardan geçer. Bu derin riyazet ve tefekkürlerden sonra kalbe ilham ve keşif doğar.

İmam Ca’fer’in ilmi önce kesbî olarak başlamış, sonra vehbî ilimle desteklenmiştir. Bütün deliller bunu açıkça ispat etmektedir. Fakat imamiyyenin dediği gibi ilhama mazhar olan kimse hatâdan salim olmaz. Onun her sözü muhakkak doğru değildir. İlham dışındaki sözlerde hatâ edebilir.

Ashab, düşünceleriyle ictihadederler ve bazan ihtilâfa düşerlerdi. Ashabdan üstün kimse düşünülmediğine göre onlardan sonra gelen imamların da hatâ edebileceğini kabul etmek gerekir.

Hasılı İmam Ca’fer-i Sadık da insandır. İmamiyyenin dediği gibi masum değildir. Fakat nefsini temizlemiş, ruhen aydınlanmıştır.

Tefsiri :

Ca’fer-i Sadık’ın, bizzat eliyle yaptığı bir tefsir kitabı mevcut değildir. Yaptığı tefsirler Sülemî’nin, Baklî’nin ve imamiyyenin tefsir kitaplarında nakledilegelmiştir.

Süleymaniye Kütüphanesi Nafız Paşa kısmı 65 numarada Ca’fer-i Sadık’a  atfedilen bir tefsir vardır. Ahmed ibn Muhammed ibn Muhammed ibn Harb, Ca’fer-i Şadık’ın tefsirlerini bir araya toplamıştır. Ahmed bu tefsirleri Ebu Tâhir ibn Me’mun-Ebu Muhammed al-Hasan ibn Muhammed ibn Hamza-babası Muhammed ibn Hamza-Amcası Ebu Muhammed al-hasan ibn ‘Abdillah-‘Ali ibn Muhammed ibn ‘Ali ibn Musa ar-Rıda-babası Musa ibn Ca’fer-babası ca’fer ibn Muhammed as-Sadık senediyle rivayet eder. Rivayet edilen bu tefsirler, Sülemi’nin Hakaik’inde Ca’fer’den nakledilen tefsirlere uymaktadır. Bu eser, önemlidir. Çünkü Ca’fer’in böyle bir eseri olduğu bilinmiyor. 154 varaktan ibaret olan bu yazmanın yayınlanmasında yarar vardır. Şimdi bu eserden ve diğer tefsir kitaplarından Ca’fer-i Sadık’ın tefsir anlayışına bir göz atalım.

Ca’fer-i Sadık’a göre “İki kişinin ihtilâf ettiği hiçbir şey yoktur ki Allah’ın kitabında onun bir çözümü bulunmasın. Ama insanların aklı ermez” .”Allah Kur’an’ da her şeyi açıklamış, kulların muhtaç olduğu hiçbir şeyi kapalı bırakmamıştır. Öyle ki artık kul, Keşke şu da indirilmiş olsaydı diyemez” Bu sözlerden anlaşıldığı gibi Ca’fer-i Sadık, Kur’an ‘da her şeyin varlığı inancından hareket etmektedir. O, bu düşüncesini daha açık bir ifade ile belirtiyor: “ Bu ilmin keyfiyetini bilen, yüce Allah’ın “Sana Kur’an’ı her şeyi açıklamak için indirdik.”sözünün manasını anlar ve tasdik eder ki bütün ilimler ve manalar Kur’an’ da vardır. Bunu taklidi olarak veya kulaktan dolma değil de yakinen tasdik eder. Zira hiçbir şey yoktur ki muhakkak o, Kur’an’da zikredilmiş olmasın. Ya bizzat zikredilmiş,yahut birtakım mukaddimeler,prensipler ve gayelerle zikredilmiştir. Bunu ancak bütün eşyanın ilmine vakıf olanlar anlarlar.”

Ca’fer-i Sadık’ a göre Kur’an-ı Kerim’i anlayabilmek için nasih mensuhu,has ve âmmı, muhkem ve müteşabihi, kesin emirleri ve ruhsatlı şeyleri, Mekkî ve Medenî âyetleri, nüzul sebeplerini, müphemi, kaza ve kader ilmini, takdim ve te’hiri, mübeyyeni, derin anlamlıyı, zahir ve batını.... bilmek lâzımdır” Sufiyye ve imamiyye kitaplarında bulunan kayıtlara göre: Ca’fer, huruf-i mukattaayı bilmektedir. Diğer imamlar da bunları bilirler. Çünkü onlar rasih bilginlerdir. Müteşabih âyetler onlar için değil,umum için müteşabihtir.

Tefsirinden örnekler:

Sülemî tefsirinde ve kendisine atfedilen eserde Ca’fer-i Sadık’ın, huruf-i mukatta’ aya yaptığı tefsirlerden örnekler çoktur. Babası Muhammed Bakır’ dan da böyle rivayetler gelmiştir.

Ca’fer ‘e şu tefsiri yapmıştır: “ba , Allah’ın bekası,sin esması, mim makamıdır. Manası:bakamı, isimlerimi ve makamımı anın demektir. Mü’ minin imanı, Allah’ın bekasını zikretmektir;müridin hizmeti, O’nun isimlerini zikretmesidir; ârif de Rabbının makamını zikreder. Mü’ min Allah’ın bekasını zikretmekle tevfike ulaşır. Mürid, isimlerini anmakla sevgiye ulaşır. Ârif de makamını zikretmekle heybete ulaşır”.

Samed’i şöyle tefsir eder: beş harflidir. Elif Allah’ın inniyyetine delildir ki bu da sözüdür. Bu,gizlinin,duyularla görülemiyeceğine işarettir. Lâm, Allah’ın ilâhlığına delildir. Elif ve lâm idğam edilmiş olduklarından dil ile söylenmezler, kulakla duyulmazlar,yalnız yazıda belli olurlar, Bu da Allah’ın, gizli lûtfiyle tanrılığına delildir. O, duyularla idrak edilmez, dil ile söylenmez, dinleyenin kulağına gelmez. Çünkü ilâhın tefsiri şudur: O, öyle bir zattır ki halkı kendi mahiyyet ve keyfiyetini kavramaktan alıkoydu. Hayır,vehimleri de duyuları da yaratan O’ dur. Elif ve lâmın yazıda görünmesi, halkı en güzel bir şekilde yaratıp lâtif ruhlarını kesif bedenlerinde terkibetmesinde görünmesine delildir. Kul, kendisine baksa ruhunu görmez, nasıl as-Sâmed’ in lâmı görünmez ve duyulmazsa. Ama yazıda o gizli olan şey meydana çıkar. Kul da ne zaman yaratıcının mahiyet ve keyfiyetini düşünse hayrete düşer. O’ un hiçbir surette düşünemez. Zira suretleri O yaratmıştır. Fakat kul, yaratıklara bakınca anlar ki bunları yaratan, ruhlarını bedenleriyle birleştirip te’lif eden O’ dur. Sad ise Allah’ın sıdkına, sözünün doğruluğuna,kullarını doğruya davet ettiğine,doğruluğa doğruluk va’dettiğine delildir. Mim mülke delildir. O,gerçek meliktir. Yok olmamıştır ve olmayacaktır. Dal mülkün devamına delildir. O devamlıdır. Yaratılmaktan ve yok olmaktan münezzehtir. O Allah’tır ki kâinatı yaratmıştır. Her şey O’nun yaratmasıyla olmuştur.”

Bu tefsirin Muhammed Bakır’ a veya Ca’fer’e aid olmadığı açıktır. Önce mürid tabiri henüz o zaman kullanılmağa başlamadığı gibi Bâkır devrinde Arapçaya girmemiş olan tabirler vardır. Örneğin zat anlamına gelen “inniyyet”, hakikat manasına gelen “mahiyyet”, hal manasına gelen “keyfiyyet” kelimeleri üçüncü ve müteakib asırlardaki ilmî çalışmalar sonunda doğmuştur. Aynı zamanda bu tefsir, Sülemî’nin Hakaik’inde başka sufilere de atfedilmiştir. Üslûptan, sonraki çağların mahsulü olduğu gayet vazıhtır.

Kur’an’da yazı değil okunuş önemlidir. Zira Kur’ an,vahiy ile Hz.Muhammed’ in kalbine inmiş ve o zaman Arapların kullandığı yazı ile yazılmıştır. Muhakkak ki yazı zamanla tekâmul etmiş,değişiklik göstermiştir. Önemli olan,konulan işaretlerin, gelen vahyin ses tonunu verebilmesidir. Yoksa onun harflerinin sayısı önemli değildir. Faraza Samed’in yazılışı değişse de yine aynı şekilde telâffuz edilse mana yine aynıdır.
Söz gelimi Lâm sız olarak yazılsa ve eskisi gibi okunsa mana yine aynıdır. Çünkü Kur’an yazı değil,lâfızdır. Hattâ Hz. Ebubekir , ilk zamanlarda Kur’an’ı bir kitap halinde toplamayı bile tereddütle karşılamıştı. O, vahyin kitap haline gelip gelmeyeceği konusunda endişe ediyordu. Allah kelâmı nasıl yazıya sığardı?

Hasılı Ca’fer’i Sadık’tan gelen bazı tefsirleri epey ihtiyatlı karşılamak gerekmektedir.

Besmelenin âyet olduğu kanaatinde olan Ca’fer-i Sadık, şu tefsiri yapmıştır: “Ba Allah’ın bekası, sin esması, mim mülkü veya makamıdır. Mü’ minin imanı, O’ nun bekasını anması, müridin hizmeti esmasını anması, ârifin zikri de mülkten fani olup malike geçmek, Allah’ın makamını anmaktır...”2 “Allah dört harflidir. Elif at-Tevhid elifidir. Birinci lam al-fehm levhidir. İkinci lâm an-Nubuvve levhidir, hâ ise işarette son mertebedir. Allah öyle tek bir isimdir ki hiçbir şeye bağlanmaz, her şey O’na bağlanır, Yani O, öyle bir ma’buddur ki yaratıklar O’ nun mahiyyetini anlamaktan, keyfiyetini kavramaktan hayrete düşmüştür. O, gözlerden, vehimlerden gizli,azamet ve celâliyle idrak edilmekten perdelidir.”

Elifte Allah’ın şu sıfatları vardır:
1) İptidâ: Bütün yaratıkları yaratmağa Allah başlamıştır. Elif de bütün harflerin başıdır.
2) İstiva: Allah âdildir, dosdoğrudur, zulmedici değildir. Elif de düzdür.
3) İnfirad: Allah tektir, elif de tektir.
4) Yaratıkların Allah’a bağlanması: Yaratıklar Allah’a bağlıdır, hepsi O’ na muhtaçtır. Elif de öyledir. Bütün harfler elife muhtaçtır. Elif harflere bitişmez, harfler elife bitişirler.
5) Sonradan olanlara benzememek: Allah bütün sıfatlariyle yaratıklardan başkadır. Elif de diğer harflerden başkadır,onlara benzemez.
6) Ülfetten alınırsa: Nasıl Allah yaratıkların ülfetine, birbiriyle birleşip kaynaşmasına sebep ise elif de harflerin birbirine bitişip kelime yapmalarına sebeptir.

“Âllah Adem’e bütün isimleri öğretti” ayetinde Ca’fer şöyle diyor: “Yani bütün velâyet isimlerini, saâdet velâyetini,şekavet velâyetini öğretti, sonra bunları velilik iddiasında bulunanlara sorup “Eğer velâyet sahibi iseniz velâyet ilmini bana haber verin” dedi. Cevap vermediler. Allah Âdem’e üç şey ikram etti: İlim,nur ve kabul. İlimle Allah katında tevbesi makbul oldu”
Şeytan onları oradan kaydırdı, içinde yaşadıkları cennetten çıkardı; dedik ki birbirinize düşman olarak yere inin” âyetinde şöyle diyor: “Düşmanlık,hidayete aykırı gitmektir. İblis düşmanlığını izhar etti,babamız Âdem Aleyhisselâm da hidayetini gösterdi. Rabbinden yakınlık ve Allah ile beraber olma kelimelerini buldu.” Burada kurb ve üns ma’allah kelimeleri,mutasavvıfların fena fillah beka billah makamlarına işarettir.

Dediler ki: “Bizim için Rabbine duâ et.” “Kalbi Allah sevgisinden dönen kimseyi Allah hidayetinden ve korumasından uzaklaştırır,onu rablığı sıfatlarından azleder,artık o kimse ne Rabbine bir yol bulabilir, ne de O’nun  kapısına bir delil,işinde zelîl, Allah’ın dininden de azledilmiş olur.

Ca’fer’e göre deki nun,ezeliyyet nunudur. Allah onda bütün nurları toplamış ve yaratmıştır. Bu nur, Muhammed (s.a.v.)in nurudur.

Ca’fer-i Sadık’ tan gelen rivayetlerde eşyayı insana benzeten antropomorfizme kaçan te’viller de vardır. Meselâ: Biz Ev’i insanlar için sevap kazanma ve güven yeri yaptık.” Âyetinde şöyle diyor: “Burada, Ev, Muhammed Aleyhisselâmdır. Ona inanan,onun Peygamberliğini doğrulayan güvenliğe kavuşmuş olur.” Başka bir kavle göre şöyle demiştir: “Ev Allah’ın yer yüzündeki ahdidir. Kim ona girerse Allah’ın ahdi içine girmiş gibi olur. Geri duran da Allah’ın ahdinden geri durmuş olur.”

“Gecenin ve gündüzün değişmesi...” âyetinde “Gece akıl,gündüz ma’rifet, denizlerde seyreden gemi kalb ,deniz ma’rifetullahtır. Akıllı olan minnette otlar,ârif olan ru’yet bahçesinde otlar.”

“İnsanlardan kimi Allah’tan başka putlar edinir.” âyetinde de sıddîklerin putları,ayak sürçmeleri ve vesveseler olduğunu söylüyor.

“Esip savuran rüzgârlara andolsun.” “Dört türlü rüzgâr vardır: Zahir rüzgârı,bâtının bâtını rüzgârı,keramet rüzgârı. Zahir rüzgârı bedenlere estiği zaman onları Rahman’a itaat için hareket ettirir. Bâtın rüzgârı göğüse eserse onu irfan (yüksek bilgi) menzili yapar. Bâtının bâtını rüzgârı kalbe estiği zaman onu iman konağı yapar. Keramet rüzgârı fuâda (kalbin özüne) estiği zaman onu ihsan konağı yapar. Mü’ min, Rahman’ın rızasiyle bu menziller arasında dolaşır.

“Muhakkak ki Safâ ile Merve, Allah’ın işaretlerindendir.” “Safâ, muhalefetlerden arınan ruhtur. Merve, efendisine hizmette mürüvvet kullanan nefistir.”

Bu tefsirlerin çoğunun Ca’fer’e iftira olduğu açıkça bellidir. Zira Ca’fer zamanında henüz tasavvuf terminolojisine girmemiş olan fena fillah, beka billah gibi kelimeler vardır. Bu tefsirler,hicrî üçüncü ve dördüncü asrın damgasını taşıyor. Tabii Ca’fer-i Sadık, bazı zühdî manada işarî tefsirler yapmıştır. Bu yüzden mutasavvıflar arasında bazı anonim tefsirler hemen Ca’fer’e bağlanmıştır. Bu tefsirlerin hepsi Ca’fer’in olmasa bile onun, bu tür tefsirlere yön verdiği inkâr edilemez.

İstanbul - 04.12.2000
http://afyuksel.com

KAYNAK: Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Yayınları
İşari Tefsir Okulu

 


Üst Ana sayfa e-mail