“
Sizin hakkınızda beni en çok korkutan deccalden başka konulardır.
Şayet o, ben içinizde iken ortaya çıkarsa, ben sizin önünüzde
onu ilzâm (sustururum) ve davasını iptal ederim. Eğer ben aranızda
değilken çıkarsa, artık herkes kendisinin savunucusudur. O
(deccal) gençtir. Saçları kıvırcıktır. (Sağ) gözü dışarı
fırlamıştır. Ben sanki onu Abd’ul-Uzzâ b. Katan’a
benzetiyorum. Sizden kim ona ulaşırsa, ona karşı Kehf süresinin
ilk ayetlerini okusun. O Şam ile Irak arasında bir yerde çıkacak.
Sağı, solu, ortalığı fesada
verecektir. Ey Allah’ın kulları (îmanda) sebat ediniz” buyurdu.
Bizler;
“Yâ Resulullah o, yeryüzünde ne kadar kalacak?” dedik.
Resulullah(s.a);
“ Kırk gün kalacak. (O kırk günün) bir günü, bir sene gibi
bir günü, bir ay gibi ve bir günü de, bir Cuma (hafta) gibidir.
Geri kalan günler sizin bildiğiniz günlerden farksızdır”
buyurdu. Biz;
“ Yâ Resulullah! Şu bir sene gibi olan günde bir günün namazı
bize kâfi mi? Dedik.
Rasûlullah (s.a);
“ Hayır, o gün için bir günün namazlarını takdir ediniz”
buyurdu. Biz;
“ Yâ Resulullah, deccalin yeryüzündeki sürati nasıldır?”
dedik.
Resulullah (s.a);
“ Rüzgârın sürüklediği bulut gibi. O bir kavme gelir, onları
( kendisinin Rab olduğuna) davet eder. Onlar ona inanırlar ve icâbet
ederler. Deccal, semâya emreder. Gök yağmur yağdırır, yerlerde
ot bitirir. O kavmin hayvanları daha besili, daha sütlü geri dönerler.
Sonra bir başka kavme varır. Onları davet eder. Onlar da ona icâbet
etmezler. Deccal yanlarından ayrılır ayrılmaz, yağmurlar kesilir.
Topraklar kurur ve hiçbir malları kalmaz.
Daha sonra deccal bir harabeye varır ve “Hazinelerini çıkar”
der. Harabede bal arılarının beylerini
izledikleri gibi -deccalin
emrine uyarak- defineleri çıkarır.
Sonra deccal, genç bir adamı (kendisini inanmaya ) çağırır. (çağrıyı
reddedince) o gence öyle kılıçla vurur ki, bedenini iki parçaya böler.
Her bir parçası atılan ok menzili kadar uzaklara düşer. Sonra o
genci çağırır. O da yüzü parıldayarak ve gülerek, gelir.
İşte deccal böyle bozgunculuğunu sürdürürken Allah Teâlâ
Mesih (İsa) b. Meryem’i gönderir.
İsa
(a.s) boyalı iki elbise
içinde ve ellerini iki meleğin
kanatlarına koyarak Şam’ın doğusundaki beyaz minareye
iner. Başını eğdiği zaman (saçı su) damlatır. Kaldırdığı
zaman başından aşağı inci taneleri gibi damlalar iner.
Bir
kâfirin, onun soluğunu koklaması helâl değildir. Onun nefesini
hisseden kâfir hemen ölür. Onun soluğu gözünün vardığı yere
kadar ulaşır.
İsa
deccali arar. Sonunda onu Beyt-i Mukaddes
yakınlarındaki “Lûd”
kapısında yakalayıp öldürür. Sonra İsa (a.s)
Allah’ın deccalden koruduğu bir cemaatin yanına gelir,
onların yüzlerini okşar ve onlara cennetteki derecelerini haber
verir. Böyle devam ederken, Allah Teâlâ, İsa’ya (a.s);
“
Ben kimsenin kendileriyle savaşmaya
gücünün yetmeyeceği, Bana ait kullar çıkardım. (Bundan
dolayı yanındaki) kullarımı Tûr dağına sığındır” diye
vahyeder.
Allah
(c.c), Yecüc ve Mecüc’ü gönderir.
Onlar her tepeden sökün ederler. İlk grupları Taberiye gölüne
uğrayıp suyunu tamamen içerler. Son grupları da oradan geçerken:
“ Gerçekten burada önceleri su çok varmış” derler.
Sonra
İsa ve ashabı kuşatılır. Öyle ki o gün onlar yanında bir öküz
başı, sizin bugünkü yüz dinarınızın taşıdığı değerden kıymetli
olur. Bu halde Allah’ın peygamberi İsa ve ashabı Allah’a yalvarırlar.
Bunun üzerine Yecüc ve Mecüc’ün boyunlarına kurtları musallat
kılar da hepsi birden ölüverirler.
Sonra
Allah’ın Nebîsi İsa ve ashabı (Tûr’dan) aşağı
inerler. Ve yeryüzünde onların leşlerinin ve pis kokularının
doldurmadığı bir karış yer bulamazlar. Allah’ın peygamberi İsa
ve ashabı Allah Teâlâ’ya dua ederler. Bu duaları üzerine Allah
(c.c) deve boyunları gibi (uzun) bir takım kuşlar gönderir. Kuşlar
o leşleri yüklenerek Allah’ın dilediği bir yere atarlar.
Sonra
Allah Teâlâ yağmur gönderir ki ondan hiçbir ev ve çadır korunmuş
olmaz. Yağmur yeryüzünü öyle bir yıkar ki lekesiz ayna gibi
olur. Sonra Allah (c.c) yeryüzüne: “ Meyvelerini bitir, bereketini
ver” der. O gün bir cemaat bir narı yer, doyarlar. Ve kabuğunda gölgelenirler.
Sütlerde bereket olur. O kadar ki bir devenin sütü büyük bir
kalabalığa bir ineğin sütü bir kabileye, bir koyunun sütü de
yakınlardan bir cemaata yeter.
Bu
aralarda Allah Teâlâ hoş
bir rüzgâr gönderir. Bu rüzgâr mü’minleri koltuk altlarından
yakalayarak her mü’min ve müslümanın ruhunu kabzeder. (Geride)
insanların şerlileri kalır. Orada onlar erkek, kadın –merkepler-
gibi cinsi münasebette bulunurlar. Artık kıyamet onların üzerine
kopar.” (6/183-184-185)
<devam
edecek>
İstanbul
- 13.05.2003
http://gulizk.com
|