eferi
namaza geçmeden önce “sefer” ve “seferilik”
kavramlarını açıklayalım:
Sefer,
“yolculuk etmek,
bulunulan yerden uzun süre için çıkıp başka bir yere
gitmek” anlamına gelir.
Fıkıhta, tam olarak 84 kilometrelik ( yaygın olarak 90
km. olduğu bilinir.) bir mesafeyi almak niyetiyle yola çıkmak
şeklinde tarif edilir. Böyle bir düşünce ile yolculuk yapan
kimseye “misafir”,
misafir hükmünde olanlara da “seferî”
denir.
Seferilik
konusunda değişik görüşler var.
Şöyle
ki;
Bir
insanın seferi sayılması için; dönüşü hesaba katılmaksızın
84- 90 km. uzaklıkta
bir yere gitmek niyetiyle, ikamet ettiği yerden ayrılması,
buluğ çağında bulunması ve kararlarını almakta bağımsız
olabilmesi gerekir. Seferi durumda askerler, komutanlarının;
kadınlar, kocalarının niyetlerine göre hareket ederler.
Yolculuğa çıkan kişinin seferi olabilmesi için, gittiği
yerde on beş günden az kalmayı düşünmesi
gerekmektedir. Şayet kişi on beş günden fazla veya devamlı
ikamet etmek amacıyla yola çıkarsa, hedeflediği şehre
girince yolculuğu sona erer, mukim olur. Daimi ikametgâh
yerinde bir saat de kalınsa seferilik sona erer. Ne kadar
kalacağı belli olmayan kimse her zaman seferidir. On beş günden
fazla kalmak niyetiyle geldiği halde, bu süre dolmadan bulunduğu
yerden ayrılmak durumunda kalan kişi de o andan itibaren
seferi durumundadır. Yola çıkmadan önce, gidilecek yerde on
beş günden fazla kalmaya niyet edilince namazlar kısaltılmaz,
dörder rekât olarak kılınır. Daimi olarak ikamet edilen
yerde ne müddetle kalınırsa kalınsın, namazlar kısaltılmaz.
En
az 84 kilometrelik bir mesafeye gitmeyi kararlaştırıp yola çıkan
kimse, her ne maksatla giderse gitsin, misafirdir, yolculuğun
gayesi aranmaz.
Örneğin,
bir kişinin bir yerde kalmaya niyeti yok ve orada halletmesi
gereken bir işi var; işini halletse hemen dönecek, fakat
halledemiyor, böylece zaman istediği kadar uzasın, yine
misafir sayılır. Bizzat Efendimiz’in bazı gazalarında on
sekiz gün bir yerde beklediği ve yine seferi olduğu görülmüştür.
Seferi
namaz; öğle, ikindi ve
yatsı farz namazlarının ikişer rekât olarak kılınmasıdır.
Kişinin daimi ikamet etmekte olduğu yerden, herhangi bir gaye
ile ayrılarak yolculuk yapmaya başlamasıyla, bu seferi namazın
hükümleri geçerli olur. Hz. Muhammed ( s.a.v.)’in
tatbikatlarına göre, dört rekâtlık namazların kısaltılarak
iki rekât kılınması için düşman tehlikesi şart değildir.
İbn-i
Abbas’tan rivayet edilen Hadis-i Şerif’te, Rasulullah:
“Sizin
Rasulünüzün lisanı üzere, Allah, namazı hazerde dört
rek’at ve seferde (yolculukta) iki rek’at farz kıldı. (Müslim:Kitâbü
Salâtil-Müsafir,c:1-hadis: 687) hükmünce seferi olanlar; öğle,
ikindi ve yatsı namazlarının farzlarını iki rek’at olarak
kılarlar.”
Seferi
namaz konusunda değişik görüşlere karşın bizim görüşümüz
ise şöyledir:
Bir
gezi niyetiyle veya daimi olarak kalmak kaydıyla da olsa,
seferi sayılabilecek malûm uzaklıktaki yere gidildiğinde
ilk 15 günün seferi olarak geçmesi gerekir. Seferi olma
halinde namazlar kısaltılır. Bu sürenin akabinde normal bir
şekilde namazlar eda edilmelidir. Şayet gidilen yer; eski, alışagelmiş
ise yani o bölgede belli bir süre oturulmuş ise birey seferi
sayılmaz. Tabi bu arada namazları seferi kılmanın da bir
gereği yoktur.
Konunun
teknik açıklaması da şöyledir:
İnsan
beyni dışarıya sürekli olarak telepati türü dalga yayar.
Bu arada kendine gelen tesirleri de değerlendirir. Aynı
zamanda beyin, ortamın radyasyonu ile irtibat kurar. Alışkın
olmadığı bir yerin mevcut radyasyonuna adapte olması için
belli bir sürenin geçmesi gerekir. Bu süre 15 gün olarak
saptanmıştır. Bu zaman içinde, birey belli belirsiz bir
huzursuzluk yaşar, bunu hisseder tedirgin olur. Bu şartlarda
beynin tam randımanla çalıştığı söylenemez. Ayrıca ruha
yapılan kayıt da oldukça düşük düzeyde kalır. Oysa
namazlarda bir konsantrasyonun elde edilebilmesi ve güçlü bir
enerjinin ruha yüklenmesi şarttır.
Bu
hususla ilgili bazı ayetlere göz atalım:
"Yeryüzünde
sefere çıktığınız zaman, kâfirlerin size kötülük
etmelerinden endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda size bir
günah yoktur. Muhakkak surette kâfirler açık düşmanlarınızdır.”
(Nisa, 4/101)
"Huzura kavuşunca da namazı dosdoğru kılın; çünkü
namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır.” (Nisa,
4/103)
Ayetler,
her ne kadar korku hallerinde namazın kısaltılmasına izin
veriyor görünse de Hadis-i Şerifler ve Resulullah’ın
uygulamalarında yolculuk durumlarında da namazın kısaltıldığı
görülüyor.
Hz. Aişe’den nakledilen bir hadiste: “Namaz;
yolculukta ve hazer vaktinde ikişer rekât olarak farz kılındı.
Sonra yolculukta ikişer rekât olarak kararlaştırılırken ,
hazer zamanına ise ziyade yapıldı.( Dört rekât olarak
kararlaştırıldı. )” denmektedir. (Müslim Kitabü
Selatil Misafir, Cild 1, Hadis 385)
Seferi
durumdaki kimse, imam olarak namaz kıldırırsa, cemaate: “Ben
seferiyim . İki rekât kılacağım. Siz namazınızı tamamlayın”
der. (Resulullah merkeze döndüğünde seferi namaz kılmış
ve cemaate yukarıdaki sözü söylemiştir.) Seferi olanın
cemaatle birlikte namaz kılması halinde şöyle davranması
gerekir.
“Seferi
olanın imama tabi olarak kıldığı namazda, cemaat
Ettehiyyatü’den sonra kıyama yani üçüncü rekâta kalktığında
seferi olan ayağa kalkmaz, imam normal rekâtları
bitirip ikinci Ettehiyyatü’ye oturup selam verdiğinde seferi
olan da ona uyarak selam verir. Böylece imama uyarak namazını
kılmış olur.”
Bir
başka önemli husus ise Seferi olanın cuma namazı kılmamasıdır.
Bu hususta da bizleri uyaran hadis içeriğinde kılınmamasının
daha hayırlı olacağı belirtilmektedir.
Yolculukta
şartlar namazı vaktinde kılmaya uygun olmazsa, öğlen
ile ikindi, akşam ile yatsı cem edilerek yani bir arada ve
hangisi istenirse o önce kılınabilir.( Bu durum, üç mezhep
imamınca caiz görülmüş iken, Hanefi mezhebinde cevaz
verilmemiştir.)
İstanbul
- 09.05.2001
http://sufizmveinsan.com
14-12-2002
Akşam Gazetesi
|