| 
                    
                 llah
                ilminin bireye ulaştırdığı mesajlardan biri, hiç şüphesiz,
                Şirk anlayışıdır. 
                Bu
                kavram, Kuran’da türevleriyle birlikte yaklaşık yüz elli yerde geçer. 
                Açık ve gizli şirk (eş-şirk, el-hafi ) adları ile bilinir. 
                Şirk içinde yaşayana
                “münâfık” denir. 
                “Şirk çok büyük bir
                zulümdür.” ( Lokman / 12) Âyeti, insan yaşamındaki yanlış
                aksiyonlara, değerlendirmelere bir açıklık getirmiştir. 
                Şirk hâlinde bir yaşam,
                destekli, yanlı olmak anlamına gelir. Bireyi getirebileceği
                yer de kesinlikle tanrısallıktır. 
                Kur’an bu hususa şöyle değiniyor. 
                “Gerçek ve erdirici çağrı, yalnız Allah’a yöneltilendir.
                Allah dışında çağırıp yakardıklarına gelince, onlar,
                yakaranlara karşı hiçbir şekilde karşılık veremezler. Böylesi
                yakaranların hâli, ağzına değsin diye iki elini suya
                uzatan, fakat ona asla ulaşamayan birinin hâline benzer...”(
                Rad / 14) 
                “Şirke saplananların kalbine sürekli
                ve dinmez bir korku salınmıştır.”(Âli İmran / 51) 
                Nisa Suresi’nin 116. Âyetinde de Şirkin
                dışında kalan tüm günahları, Allah’ın istediği
                takdirde affedebileceği açıkça bildiriliyor. 
                Şirk “halife” olarak yaratılmış
                insanın  varlığı
                özünde bulamamaktan doğan bir hissediştir. Şirk-i hafînin
                en önemli etmenlerinden biri ise, riyâdır. 
                İnsanın derin bir
                karamsarlığa sürüklenerek başkasından veya kendisinden şüphe
                etmeye başladığı andır şirk. 
                Sıfıra sıfır, elde kala kala sıfır kalmıştır. 
                Bir Hadisi Şerif, bu noktaya temasla şunları
                söylemektedir: 
                “Gözünüzü açın! Size benim katımda sizin için
                Deccal’den daha korkutucu olan şeyi haber veriyorum. Gizli şirktir
                bu... Kişinin görenleri beğendirmek için kılmakta olduğu
                namazı süsleyip püslemesi bu cümledendir.” ( im zühd 21) 
                En büyük günahlardan birisi hiç şüphesiz
                şirktir. 
                Bu hâl, bireyin kendini bir beden, Allah’tan ayrı görebilme
                mahareti, Allah’ı bir tanrı mesafesine koymanın mahsulüdür. 
                İman, birey
                idrâkinin dıştan yönlendirilmesidir. Sağlam zemine
                oturmayan tefekkür ehli için bir uyarı Kur’ân-ı
                Kerim’de şöyle tekrarlanmaktadır: 
                “Ey iman edenler! Allah’a iman
                edin.” 
                Bu, bir anlamda tanrı anlayışından kurtulamamış insanları
                ilk etapta zahirde düzlüğe çıkarma davetiyesidir. 
                Toplumda kabul gören geleneksel düşünce
                tarzının ne kadar sığ ve yanlış temeller üzerine
                oturabileceğini ve ciddi yanılgılara neden olabildiğini
                biliyoruz. 
                Bilimde ortaya çıkan sonuçlar ve gelişmelerin
                ise, düşünce tarzımız üzerinde bazı sağlıklı
                etkilerinin olduğu aşikâr... 
                Böylece, gözle gördüğümüz ve ayrı ayrı varlıklar gibi
                kabullendiğimiz olguların bize ulaştırdığı inanışların,
                yargıların, genellemelerin aslında hiç de gerçekçi olmadığını
                fark etmeye  başlıyoruz. 
                Bu, şirk halinin ilim düzeyinde de olsa kalktığının işaretidir. 
                O
                nedenle  daima Hz. Resûlallah’ın “Şirk sizde çok sessizdir.”
                sözünü algılayabilecek
                kapasite de olabilmeliyiz. 
                İnsanlar çoğu kez şekle bakarlar. Şeytan
                da Ademin zahirine aldanıp ikileme düşmedi mi? 
                Ancak ikilemin, yani perdenin kalkması için basiretin mutlaka
                açılması gerekiyor. 
                İmân etmenin şartlarını sayarken,
                fiile dökülmedikçe imanın gerçekliğine şüphe ile yaklaşanlar,
                sadece bir kabuk olarak algıladıkları şeriat / tarikat düzeyinin
                fevkindeki hakikât aşamasına gelebilmek için yapılan birtakım
                davranışları Allah’ın fiillerinden ayrı görür, kınarlar. 
                Sözde Vahdet ilmi, görüntüde şeriat yönlü hareket esası
                kendine irfan sahibi olabilmek için yeterli midir? 
                Söz konusu düşünce yapısıyla şirk
                halinden kurtulunabilir mi? 
                Vicdanımız doğrultusunda olayları değerlendirelim
                ve kendimizi eleştirelim: 
                O’nu her an, her yerde görebiliyor muyuz? 
                Kaç yıldır O’nu dinliyor, O'nunla konuşabiliyoruz? 
                Şayet bunları yapamıyorsak, hiç
                olmazsa böyle olması gerektiğine iman edebildik mi? 
                Bizi eleştireni mütebessim bir çehreyle
                izleyebiliyor muyuz? 
                Denilir ki, 
                Allah,
                İlmi ateşin arkasına koydu ki, korkaklar o ateşe
                "nefsim yanmasın, yanarak arınmasın" diyerek yaklaşamasın
                da; böylece, yanma korkusuyla, da layık olmadıklarını ele
                geçiremesinler... 
                
                 
                Ateşte
                benliğini yakma korkusunu atıp, içine dalabilenler; Deccal’ın
                sağ yanındaki ateş cehenneminden geçip, ilim ve irfan
                cennetine girebilirler!.. Korkuyu atamayanlar ise, ateşten geçemez,
                ilme ve irfana ulaşamazlar... 
                
                 
                Korkuyu
                atmak gerek.
                
                 
                Bireyin
                benliği var oldukça, yanma korkusuyla ateşe yaklaşmadıkça,
                asit kazanına girip yok olmadıkça nasıl hakikâte /marifete
                ulaşabilecek ve kendine irfan sahibi olabilecek? Bu ikilem
                konusu ile var olanlar neyi yaşayabilecek? 
                Birey elinde kalan en güçlü olasılık, yani
                Allah ismiyle işaret edilen mânânın üzerine eğilirse,
                şirki ortadan kaldırabilir. 
                Korku ile yaşayanlar, tanrı seçimine
                daha yakın ve basireti kapalı olanlardır. 
                Şirkten
                kurtulabilenler ise, Allah ismiyle işaret edilene yakın olup
                mutlak bir şuurla, yaşamını günah ve sevaba endekslemeyen,
                ancak bu faktörleri de asla aklından çıkarmayıp
                reddetmeyenlerdir. 
                Bazı insanlar bilgi düzeyi ile şirki
                hafîden kendini kurtarmış gibi görünürler. Ne var ki, düşünceleri
                kâğıt üzerinde kalmıştır. Yaptıkları çalışmalarla
                artı haneleri epeyce dolsa bile yine de nefislerine
                zulmetmektedirler. 
                Ve nefsinin hakikâtini bilmedikleri sürece, kendine irfan
                sahibi olup yaşayamazlar. 
                Zira, onlar şirk içindedir. 
                Başka bir çelişki de, şirkin klasik bakış açısı ile
                telakki edilmesidir. 
                Bu görüşe göre, varlığın bütün olduğu düşüncesi,
                Allah’a eş / şirk koşma anlamına gelir. 
                Bunları kafamın içinde canlandırmakta ve yaşamın değişmez bir parçası gibi düşünmekte
                hep zorluk çekmişimdir. 
                Aslında, böyle bir anlayış ile yaşayanlarda Kul/Rab ikilemi
                olduğundan şirk asla kalkmayacaktır. 
                Bu satırların yazarı bir müddet önce aynı konuya “Şefaat
                ve Şirk” başlıklı alıntı bir yazı ile değinmişti. 
                İlk
                bakışta ilginizi çektiğini ümit ediyorum. 
                İstanbul
                - 13.7.2000 
                http://afyuksel.com 
                 
                |