Brunei
Sultanı tarafından satın alınarak, Rahibe okulu iken, İslam Kültür Merkezi haline
dönüştürülen, özellikle Türklerin ve Pakistanlıların yoğunlaştığı,
İngilterenin başkenti Londra'nın kuzeyinde bulunan bu yeri görmek ve Kültür
merkezinin yanındaki konakta ikamet etmekte olan Nazım Kıbrısi ile görüşmek üzere
bu bölgeye gittiğimde, beni bir hayli şaşırtan enteresan görüntülerle
karşılaştım.
İslâm dinine, Kıbrısi vasıtasıyla
intisap ettikleri her hallerinden belli, ellerinde, neredeyse yerlere kadar uzanan
tesbihleri, uzun cüppe ve sakalları ile caddede turlayan, değişik yaşlardaki
mütevazi bir İngiliz grup, Cuma saatini bekliyordu. Dinlerin en mükemmelini seçen bu
İngiliz vatandaşların, Türkiye’deki en bağnaz kıyafet şartlarına dahi fark atan
giyim kuşam şekillerinde herhalde Kıbrısi’nin etkisi büyüktü.
İslâmda, bu tarz giyime ve bazı hallere, yanlış
bir yorumla "sünnete uyma" deniyor.
Tabii ki, dileyen dilediği şekillerde giyinebilir, sakal bırakabilir, saçını uzatıp kısaltabilir. Arzuya bağlı olan bu tarza zerre kadar itirazımız olmaz. Ancak, bir noktayı gözden kaçırmamak gerekiyor. Gerçek manadaki "Sünnet" kavramını, taklitçi ve şahsi anlayışla karıştırıp, İslâmı tekeline alma şeklindeki hareketler yanlıştır. Şayet bu tip hareketler
sünnet ise bundan 1400 yıl öncesinde Efendimiz’in yaşadığı
yıllarda uyduğu giyinme modelini Ebu Cehil de uyguluyordu, Ebu Leheb de... Onların
şimdi nerede olduklarına dair mutlaka bilginiz vardır; ikaza gerek var mı?..
Sünnet; klasik anlamda yol, tavır, usül, dolayısı ile ahlak
manasına gelir. Şimdi söylemek istediğim özetle şu; Kimseyi dinin gereklerini
uygulamaya zorlamamak, Kur'an'ın koyduğu kuralların başında gelir: "La
ikraha fid diyn" (Dinde zorlama yoktur) Ayet-i Kerimesi bunu açıkça
belirtir. Zira, zorlama insanı dinden çıkarır, münafıklığın kapısını açar,
imanı yok eder.
Resûlullah Efendimize gelen hitapta dahi, "Onları uyar,
sadece tebliğ et, Risalet görevin bu kadardır" buyrulmaktadır. Bizim buradaki
görevimiz de sadece uyarı mahiyetindedir.
Önce şunu anlatmaya çalışalım;
Din’den kasıt, mekârimi ahlâk olup, Allah’ın ahlâkıyla
ahlâklanmak, Allah’ı bilmek ve O’nun sonuçlarını Öz benliğinde yaşamaktır. Bu
yol ‘Şeriat’ la başlar. Ancak bir Şeriat ki insana, kendi aslını, hakikatını
bildirmiyor, Hakk’a ulaştırmıyor, kalıpçı ve şekilden ibaret çerçeveler
çiziyor. O Şeriat, "Şeriat-ı Muhammedi" değildir.
Şeriat; Hakikatin zahire çıktığı anda aldığı isimdir.
Eğer, Şeriat(din) Hakikatle bağdaşmıyor, bütünleşmiyorsa, gayeden uzaklaşıp
tapınmaya yol açıyorsa, o sizin hayalinizdeki şeriat(din)’dir.
Hakikat, burçları yıldızları, gezegenleri, galaksileri
kapsayan entegre bir sistem ile zahire çıkar.
Kur'an, "...ve len tecideli sünnetallahi
tebdiyla" (Fetih,23) (Allah sünnetinde - sisteminde- asla değişiklik
olmaz) Ayet-i Kerimesi ile evrendeki bu oluşuma, (sisteme), "sünnet" adıyla
işaret etmektedir.
Asıl olan, dünya üzerinde yaşayan insanın bu sisteme tabi
olması, ayak uydurması, etkilere karşı tedbir alabilecek hale gelmesidir.
Müttaki'lerin yaptığı budur. (Bak: Bakara 2-3-4-5).
"Sünnet’e uyma" denilen anlayış böyle
olmalıdır. Esasen Allah'ın sistemi, kainatın var oluşu ile başlamaktadır. Önce
müsbet ilimden bir örnek verelim:
Yerçekimi sonradan olma değil, Dünya’nın oluşum devresinden
itibaren vardır. Isaac Newton tarafından ise formüle edilmiştir. Newton,
Fizik kurallarına göre bir çekim sabiti bulmuş; bu, "G" ile
gösterilmiştir. "G" sabitinin sayısal değeri, matematiksel yönle
kuvvet, kütle ve uzaklığın ifade edildiği bir birim sistemine bağlıdır. Bir
sisteme göre oluşur. Siz bu sisteme (sünnete) uymak zorundasınız.
Kur’an’ın "sünnetullah" kelimesi ile anlatmak
istediği budur. Ayrıca Resulullah Efendimiz’in davranış biçimlerini de ele
alarak konuyu çözümlemeye çalışalım...
Efendimiz’in günlük yaşamında misvak kullanması,
saçlarını oldukça uzatması, zaman zaman kısa kestirmesi, evinden daima sağ
adımını atarak çıkması, mescide girerken sağ, çıkarken sol adımını atması,
mutlaka sağ elle yemesi, su içerken diğer elini tepesine götürmesi ve bu fiili
oluştururken çömelmesi, dua ederken ellerini koltuk altları görününceye kadar
yükseğe kaldırması, belirli bir yere ikinci kez gitmesi gerektiğinde aynı yoldan
geçmemesi, Risaletin gereği sistemi okuması ile ilgiliydi.
Ayrıca, teravih namazı kılmak, Arafat’ta iki namaz arasını
cem etmek, safları düzenlemek, aşure ve arife günlerinde, şevval ayında, her ayın
üç gününde oruç tutmak, mescid’de itikâf’a çekilmek gibi uygulanan tüm fiiller
"sünnetillah" adı altında sistemin etkileriyle bağlantılıdır.
Bizim basit manada "sünnet" diye
geçiştirdiğimiz, üzerinde düşünme zahmetine katlanmadığımız oluşlar, bir
anlamda sistemin çalışma tarzına, karşılık verebilme ve kendini tanıma amacıyla
yapılmaktadır.
Efendimiz’in, giyeceklerde beyaz rengi tercih
etmesi; terkibine hoş gelen, sevdiği bir renk oluşundan ötürü değil, bu rengin,
menfi ışınları yansıtması, üzerine çekmemesi; dolayısıyla, direkt sistemin
çalışma tarzıyla ilgilidir.
Esasen,
Allah Resulü’nün, kendisi için bağımlılık yapabilen her fiilden uzak
durması, tabularla yaşayan bizler için oldukça düşündürücü bir mesaj
niteliğindedir. Burada Şah-ı Nakşibendi Hazretlerinin sözünü hatırlıyalım:
"Nebiler halkın adetlerini yıkmak için gelmişlerdir."
Adet, ibadet olmaz. Tutku, bağımlılık, kişinin karakterine
yerleşip huy halini alınca; idrakte, birimlilikten öze ulaşan bir adım dahi
atılamayacaktır.
Allah’ın "kün" (ol) emriyle var
ettiği sistemini tanıyamayanın bir anlamda, okuyamayanın, O’nu var
eden mutlak Evrensel gücü tanımasına bu şartlarda olanak yoktur.
Kur’an, uymamız gereken fiilleri "sünnet"
adı ile bize ulaştırırken, biz adeta yeni bir sünnet anlayışı icat etmişiz.
Efendimiz, "mü’min, kardeşiyle üç günden fazla
dargın olmaz" demiştir. Nedeni şudur;
Bize yaklaşık 400 bin kilometre uzaklıktaki uydumuz Ay,
duyguları temsil eder. İlk on beş gün her birimde, enerjiyi artırır, ikinci on beş
günde ise, insandaki enerjiyi, sıfırı tüketecek kadar azaltır. İşte Ay, hangi
burçtaysa o burca sahip olan insanın da duygularını menfi yönde etkilemektedir. Ayın
bulunduğu burca sahip olan kişilerin, normal yaşamdaki sürelere göre daha duygusal
olmaları doğaldır.
Ay, yaklaşık iki buçuk günde bir burç değiştirir ve bir ay
içinde bütün burçları dolaşır. Şimdi diyelim, siz boğa burcundasınız, Ay, sizin
burcunuzda ve iki-üç gün kalacak. O süre içinde, sizin birileriyle dargın düşme
olasılığınız, diğer zamanlara göre daha fazla olacaktır.
Anlatıldığı gibi, Ay’ın duyguları yoğunlaştırması, bir
anlamda hormonal faaliyetleri menfi bir şekilde azami noktaya çıkarmasıdır. İşte bu
süre içindeki bir eylemi, Efendimiz (s.a.v), sistemin çalışma
tarzı ile ilgili olarak, mazur görüp dondurabilirken, üçüncü günün nihayetinde,
yani Ay’ın burcunuzdan çıktığı anda barışmayı öngörüyor.
Efendimiz’in "Hilâli görmedikçe oruç tutmayın, onu
görmedikçe bayram da etmeyin. Şayet hava bulutlu olursa, onun miktarını hesap
edin", bir rivayete göre de ‘sayıyı otuza tamamlayın’ şeklindeki
hadis-i şerifi, açıkça görülüyor ki sistemle ilgilidir.
Bu kurala bizde pek uyulmuyor. Ancak kimseyi yargılamaya hakkımız
yok. Her birim, yaptığının neticesi ile karşılaşacaktır.
Sünnet, Kur’an’da açıklandığı gibi sistemdir. Sünnet
kavramını çok basite indirgemenin cehaletten başka izahı olamadığı gibi, taklit de
insanı hiç bir yere getiremez.
Siz siz olun; nedenini, niçinini iyice araştırarak sünnete uyun.
Allah Muin’iniz olsun.
İstanbul
afyuksel@hotmail.com
sufafy@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com
(Bu
yazı Akşam Gazetesinin okuyucu ile sohbet köşesinde ve Yeni Dünya dergisinde
yayınlanmıştır.)
|