|
|
(Bu yazı, aylık Yeni Dünya
Dergisinde yayınlanmıştır.)
Değerli
okuyucu;
Bu ayki yazı metni aslında geçen ay kaleme alınan “Cum’a” başlıklı
yazının devamı idi.
Ne var ki, yayın editörümüzün, devamı gelecek aya taşan yazılardan
verim alınamadığını ve takip konusunda şikâyetler geldiğini belirtmesi
üzerine ikiye böldük.
Şurası kesin olarak bilinmeli; Cum’a namazı bir toplum olayıdır. Bu
anlayış ışığında, şayet isterlerse, kadınlar da Cum’a namazına
gidebilirler... Hanımlar Cum’a namazı kılamaz diye bir kural yoktur.
Onlar da her mü’min gibi bu görevi ifa edebilirler.
Ancak ülkemizdeki anlayış tam tersi şekilde teşekkül etmiştir.
Peşinen söylemeliyim, kıldığımız Cum’a namazı, öğle namazını ifna
eder. Cum’a’dan önce ve sonra kılınan sünnet namazlarının Cum’a ile
alâkası yoktur. Aslında sünnet olarak kılınanlar, nafile namaz
statüsündedir. Namazların farz olanı on yedi rekâttır.
Efendimiz, Cuma günü, evinde iki rekât namaz kılar, mescide öyle
gelirdi. Hutbeden sonra iki rekâtlık Cum’a namazını takiben, mescidde
iki rekât daha kılardı. Şayet mescidde kılmaz ise, evinde dört rekât
eda ederdi... Gerçeği böyleydi.
Namazların sadece farz olanının kılınması gerektiği, önce ve sonra
kılınanların, nafile namaz konumunda bulunduğunu belirtmekte fayda
var.
İbadette hareket espirisi, vahiy kanalı ile yol gösteren Resûlullah
Efendimiz’e aittir. Maalesef Cum’a’dan sonra aslı astarı olmadan,
hızlı ritimlerle kılınan öğle namazı, sistem ile ilgisi bulunmayan bir
tapınma sembolü haline gelmiştir. Namaz kılmanın bir adabı vardır. O
da ağır bir şekilde hareket etmektir.
İmam, hutbede iken konuşmamak, herhangi bir şey sorulsa dahi cevap
vermemek gerekiyor. Maalesef bu kurala yetersiz bilgiden ötürü
uyulmuyor. En azından namaz sonrası bu tür davranışları mutlak ikaz
etmek gerekir.
Cum’a, insanın kendi nefsini, (bireysel mânâdaki huy ve karakter
yapısından bahsediyorum) hesaba çektiği gündür.
Cum’a günü giyilen yeni bir giysi için, bugünün hürmetine Allah
kimseyi sorgulamaz. Bugünde kişinin en güzel elbiselerini giymesi,
koku sürünüp ağzını temizlemesi zahir yönüyle oldukça önemlidir.
Efendimiz Aleyhisselâm, bir Hadisinde şöyle buyurmaktadır;
"Cuma günü, günlük elbisenin dışında iki elbise edinin." (İbni Mace)
Cum’a ile ilgili çok önemli bir Hadisi Şerif şöyledir;
"Tabi, kendileri için adil veya zalim bir imam bulunup da Cuma kılmak
imkânı varsa, bilmiş olunuz ki o kimsenin başka namazı yoktur."
Hadisi Şerif’e dikkât edin "adil" ve "zalim" bir imam bulunup da
demektedir. 'Zalim bir imam' ile dahi kılınması gerektiğine dair bir
hüküm var.
Bir başka Hadisinde ise;
"Özürsüz, üç Cuma’yı terk eden kimsenin kalbini Allah mühürler." (Ahmed
ve Sünen Sahibleri) demektedir.
Cum’a Suresi (9-10-11) Âyetlerinde, iman edenlere, ezan nida
edildiğinde, alış-verişi bir tarafa bırakarak Cum’a’ya gitmeleri,
namazı müteakip yeryüzüne dağılmaları teklif edilmektedir.
Efendimiz’in başka bir Hadisi hayli dikkât çekici;
"Namaz vakti geldiğinde, ona koşarak gelmeyin, yürüyerek gelin. Sakin
ve vakarlı olun" diyor.
Cum’a’da öyle bir an var ki, bu anda yapılan her dua kabûl olunup,
isteyene icabet edilir. Aynen secdede olduğu gibi...
"Secde’de yapılan her dua müstecaptır" diyor Efendimiz.
Evliyaullahtan Muhittin Arabi de secde için;
"Kalbin bir secdesi vardır, o da kişinin, Hakk’ın varlığının yanında
yokluğunu yaşamasıdır" demektedir.
Cum’a’nın bir özelliği de seferi olanlara vacip olmamasıdır. Bu
durumdayken, kılınmaması daha uygundur.
Bendeniz İstanbul’da kent merkezine yakın bir yerde ikamet etmekteyim.
Bir işim dolayısıyla Cum’a saatlerinde Taksim’de Elmadağ civarında
bulunuyordum. Vakit iyice daraldığından, birden hızlanma gereğini
duydum. Yanımdan geçenlere oralarda bir cami olup olmadığını
sorduğumda, İstiklâl Caddesindeki meşhur Ağa Cami’den başkasını
bilmediklerini beyan ettiler. Yakın bir yere gitmem gerekiyordu.
Ancak yoktu, yoktu...
İnanın, o güne kadar pek dikkat etmemiştim, neyse cep telefonum
imdadıma yetişti. Bu çevreyi iyi bilen bir arkadaşımı aradım, şu
tarifi yaptı;
"İstiklâl caddesinde, Fransız Konsolosluğu bitimindeki sokağa gir, yol
üstünde Cum’ayı bekleyen insanlar göreceksin, girişte sağdan ikinci
bina, cami olarak kullanılıyor, eski bir lokantadan bozma" dedi.
Eski dostluğumuza güvenip azarlamayı da ihmal etmedi; 'Nasıl olur
bilemezsin, burası tam otuz senedir cami olarak kullanılıyor, ben
Dolmabahçe’ye iniyorum, arzu edersen gelebilirsin' dedi. Teşekkür
ettim, güç belâ, Fransız Konsolosluğu yanında şaşkın bakışlarla camiye
benzetemediğim, ancak sokağa cephesi bulunan tuvaletlerden varlığını
hissettiğim yerde, depoda Cuma’yı eda ettik.
Unutmadan söyleyeyim; bir de parçacıların arka tarafında kalan
sokakta, bir hayırseverin camiye dönüştürdüğü dört katlı apartmanın da
bu maksada uygun bir şekilde kullanıldığını duydum.
Yaşadığım gerçek, Taksim’de camiye ihtiyaç olduğunu, net bir şekilde
ortaya koyuyordu.
Taksim gibi merkezi bir yerde mutlaka bir Cami bulunmalıydı.
Taksim Meydanına yakın yerde Cami yapma fikri bir süre siyasal
platformda kilitlendi. Bence İslâmi kimliği siyasallaştırmanın hiç
gereği yok.
Esasen dini gücün, ekonomik güçten, siyasal güçten ayrıştığını da
hiçbir zaman göremedik.
Kültür Merkezi civarında, estetiği, genel silûeti bozmayacak ve
insanların rahatça ibadet edebilecekleri bir caminin yapılması neyi
değiştirirdi ki?...
Tahmin ediyorum, imkânsızlıktan ötürü, Taksim’de esnaf, tüccar,
sanayici gibi çalışan kesim Cum’aya gidememekte veya boşvermektedir.
Takdir edersiniz ki Mc.Donald’s da hamburger yiyerek Cum’a namazını
geçiştirmenin imkânı yoktur.
Kendilerini boşvermişlik havasına bırakan bu idraktaki insanlara,
yukarıda belirttiğim Cum’a ile ilgili Âyet ve Hadisleri tekrar tekrar
gözden geçirmelerini tavsiye ederim.
Olanaklar hangi düzeyde olursa olsun, mutlaka kılınmalıdır.
Cum’a sonrası iliklerime kadar işlemiş soğuktan kurtulmak için
girdiğim cafede çayımı yudumlarken hayallere dalmıştım.
Radyodan gelen popüler bir parça da hayli etkileyiciydi ve sanki bana
eşlik ediyordu...
" Onlar yanlış biliyor...
Kimsenin suçu değil bu..."
Ve ben Titanik
filmine yetişmeliydim...
Allah Muin’imiz olsun.Ahmet
F. Yüksel
Londra
- 19.2.2000
|
|