Kayıt için burayı tıklayın



(Bu Yazı 19 Aralık 1999 tarihli Akşam Gazetesinde yayınlanmıştır.)


llah isminin işaret ettiği mânânın en güzel tarifini, İhlas Suresi yapmaktadır; "De ki, O Allah Ahâd'dır. Allah Samed'dir. Lem yelid ve lem yuled'dir. Ve lem yekun lehu küfüven Ahad'dır."

Yani sonsuz, sınırsız, bölünmesi parçalanması, cüzlere ayrılması mümkün olmayan Tek..

Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, ihtiyaçtan beridir. O, ancak Mahlûkatın ihtiyacını karşılar.

Resûlullah Efendimiz, bazı sahabelere, kimseden bir şey almamasını tenbih etmiştir. Bir gün bir sahabi, deve üzerindeyken yere mendilini düşürür, yerdeki ona yardım amacıyla mendili uzatır. Sahabi onu yere bırakmasını ve ancak kendisinin alabileceğini söyler. Zatiyyun mertebesinde bulunan Velilerin davranışları böyledir, Zatta da ihtiyaçtan bahsedilmez.. Anlatıların Samediyet vasfıyla bilinmesi gerekiyor.

Doğmamıştır, herhangi bir varlık O'nu doğurmamıştır. O da herhangi bir şeyi doğurmamıştır. Allah'ın benzeri ve misli yoktur, çünkü O; VAHİDÜ'L-AHAD olan varlıktır.

Gelelim Kelime-i Tevhid'in diğer yönlerine; Birinci mânâda "la ilahe" "tanrı yoktur ", ikinci mânâda ise, var olduğunu kabullendiğin varlıklar ancak Allah'ın vücuduyla kâimdir. Ayrı ayrı varlıklar görüyorsân sana bir ikaz var . "Ayrı ayrı varlıklar yok, Allah var!.." demektir.

Eğer bu mânâ sende oturmuş, yani birimsel varlık anlayışı kalkmışsa, ikinci mânânın bulunması gerekir. Ayrı ayrı varlıklar vardır, ancak dikkat edin, bu varlıklar Allah'ın varlığı ile kâim varlıklar olsalar da birer ilah değildirler. Bu müşahede Tekvin sıfatının Zuhuruyla algılanabilir hale gelir.

İşte bizim atladığımız nokta budur. İnsanda terkip hükmünün tabi bir sonucu olan acziyet duygusuyla, kendisinden üstün olana tapınarak, özünde mevcut olan varlığı ötelere atma ve onu Tanrı edinme anlayışı, Allah'a ait vasıf ve mânâların yoğunlaşması, somut kavramların algılanması, yaşadığımız boyutu meydana getirecektir. Burada bir bölünme ve parçalanma yoktur. Taban sınırındaki birimleşme Kuran'ın birçok ayetinde değişik şekillerle anlatılmaktadır. Bir örnek verelim; "..Ve iz kale rabbiküm lil melaiketi inniy cailun fil ard halife.." (Bakara 30) (Ben yeryüzünde bir halife meydana getireceğim).

Halife olan varlık, vasfını ötede bir tanrıdan almamaktadır. Bu idrak, O'nun özünden gelmektedir. Esma-ül Hüsna'nın yoğunlaşması ve zuhura çıkması ile ‘Halife’ adını almıştır. Halifenin müstakil bir varlığı yoktur. Bundan ötürü, aslında mevcut olan tüm özellikler onda mevcuttur. Bu âyeti ve yapılan yorumları Et-Tin Suresindeki bir bölüm âyetle özdeşleştirebiliriz. Şöyle ki; "Lekad halaknel insane fiy ahseni takvim sümme redetnahü esfele safiliyn" (95/4-5) (Biz insanı en güzel biçimde yarattık, sonra onu aşağıların aşağısına indirdik).

Esma'nın ilk zuhura çıkışı ile var olan; mükemmel şekilde yaratılan varlık, Ruh'tur. Ruhu Azam, diğer adıyla İnsan-ı Kâmil'dir. Bizim bildiğimiz mânâda, bir suretle var olan ve ‘beşer’ ismini alan insan değildir. Öz Ruh'un, (İnsan-ı Kâmil'in) yoğunlaşmasıyla birimlilik âlemi ve insan meydana gelmiştir. Bilinen anlamdaki insanın, bu Ruhu tüm kemâlâtı ile algılaması, "Halife" adını almasına neden olmuştur. Tanımlanan bilgilerin ışığında, Kelime-i Tevhid'i bu anlayışla, asgari olarak ikinci teklifle kabul ediyorsan, "Eşhedu" "şehadet ederim ki" diyerek yaşadığın, gözünle gördüğün bir şeye şehadet edersin ve ‘Allah’ın varlığından başka bir varlık yoktur.' dersin. Buradaki şehadeti, klâsik ve dar mânâda algılanan "şehitlik" ile karıştırmayalım. Düşman tarafından öldürülen Müslüman, vazife başında şehit düşen polis gibi.. Anlatılanların Kelime-i Tevhid'in başındaki şehadetle en ufak bir yakınlığı yoktur.

Şehadet edene Kuran-ı Kerim'in mesajı şöyle; "şehidallahu enne hu la ilâhe illâ hu ve vel melâiketü ve ulul ilmi" (Ali imran 18) (şahit Allah ki, Tanrı yok, yalnız Zatiyuna işaretle Hu'viyeti vardır.. Ve Allah dilediği birim isimleri altında "melekler, ilim sahipleri" bu şahitliği izhar eder.)

Eğer şehadet, Hu'ya bağlanırsa, tecelli söz konusu olmaksızın Zat'ta başlar, Zatta biter. Zat'ta olan biten şeye de yorum getiremezsiniz.

Bir Hadis-i Şerif bu konuya açıklık getiriyor ; "Allah'ın Zatını tefekkür etmeyin günaha girersiniz, varlıklannı tezekkür edin." Varlığın olmadığı yerde şehadet nasıl olabilir ki! Melaike'nin ve ilim sahiplerinin şehadeti Efal aleminde, ‘Mutlak Benlik’ ve ‘Mânâ’ boyutlarının idraki ile vardır.

Ve şehadet olmadan "ikan" yani yakiyn hali oluşmaz. Yakiyn'e ermeyenin Allah iIe arasında bir perde olur ve Velayet hasıl olmaz. Siz siz olun, bilinçsiz bir şekilde ilah'lık sendromunu yaşamayın. Bizim öğrendiğimiz, bildiğimiz gerçek Kelime-i Tevhid anlayışı budur...

Ahmet F. Yüksel  

 


Üst Ana sayfa e-mail