VUSLAT:
a- Ef'al-i ilâhî'nin
tecellisi:
"Lâ fâile
illâllâh"
b- Sıfat'ı ilâhî'nin
tecellisi:
"Lâ
mavsûfe illâllâh": Her şeyde Allâh'ı görmek ve bilmek. Sıfat
sahibinin ancak Allâh olduğu idrakine varmak.
c- Tecelli Zât
Tam bir fenâ
makamı olup, "Lâ Mevcûde illâllâh" İşte vuslat böyle
olur. Bir kulun diğer bir kula vasıl olması gibi olmaz.
Cüneyd-i Bağdâdi
(k.s.) hazretleri buyuruyor ki: "Allâh'ın sana yakîn olduğunu
bilmen, Allâh'a vuslattır. Bu vuslat bir cismin, bir cisme birleşmesi
gibi değildir."
Birşey kendine
benzeyen ile birleşir. İki ayrı şey birbirine birleşmez. Madde madde
ile, lâtif lâtif ile birleşir. Madde lâtif ile birleşemez. Bunun gibi,
insan lâtif olmayınca, Allâh ile birleşemez. Lâtifin lâtifi olan Allâh'a
benzemeyen nasıl olur da Allâh ile birleşebilir? Fakat Allâh (C.C),
Tecelli-i ef'al ile tecelli edince ve karşısında zuhur eden bütün
fiillerin Allâh'dan olduğunu bilir. Bu biliş ef'âl (fiiler) bakımından
Allâh'a vuslattır.
Senin Allâh'a
vuslatın, onu müşahede etmen ve onun sana yakîn
olduğunu bilmendir.
Allâh'a hakîki
olarak yaklaşmak, Allâh'ın sana yakîn olduğunu bilmendir.
Bir ayet-i
celilede buyuruluyor: "Kullarım sana (Habîbim) beni sorunca
(haber ver ki) işte ben muhakkak yakînimdir. Bana duâ edince,
ben o duâ edenin dâvetine icâbet ederim. O halde onlar benim dâvetime (itaatla)
icâbet ve bana îman (da devam) etsinler. Tâ ki (o sayede) doğru
yola ulaşmış olurlar." (Bakara:186).
Bu âyetten
anlaşılıyor ki; Allâh (C.C.) sana yakîndir. Allâh'ın sana yakîn olduğunu
bilmen de, ona hakiki yaklaşmış olmaktır.
Allâh'ın sana
yakın olduğunu bilmen ve Allâh'ın heybetini murâkabe etmen, sende gerçek
terbiyeyi uyandırır. İşte senin terbiyeli oluşun ve Allâh'ın sana yakîn
olduğunu bilmen de, senin Allâh'a vâsıl olduğunu gösterir.
Nitekim, bir
ayette: "Ben kulumun vevesesini bilirim. Zirâ ben ona şah damarından
daha yakînim." diye buyuruyor.
5- Hak'tan vâridat
(Hakîkat) geldiği vakit sen onun Allâh'dan geldiğini bilip, Allâh'a yakînlaşacağını
anlaman lazımdır."
Vâridat (Rahmânî
marifetler, ruhani lütuflar) kalbe gelince sende Hakk'a (Allâh'a) karşı
dönüş olur. Kalbine vâridatın gelişinin alameti senin edepli hale
sahip olmandır. Senin edepli oluşun, sana gelen vâridatın sende beliren
semeresidir. Bu semerenin sende zuhurundan dolayı Allâh'a çok şükret.
Hasıl olmazsa üzülme, iste ve yalvar. Kalbine gelen vâridatın
semeresiyle oyalanma, daima iste. Vâridât gelmeyince de taat ve itaatı
(namaz ve bezeri amelleri) terketme. Eğer terkedersen, sen bir hal için
ibadet etmiş olursun. Halbuki, bütün ibadet ve zikirler Allâh için yapılır.
Zikir ve ibadetle hal gelmiyor diye üzülme. Ne mutlu ki Allâh seni
huzuruna alıyor ve zikrettiriyor. Bekle ve sabert. Seni huzunda tutan Allâh
elbette bir gün kapıyı açar. İlâhi vâridât sana gelmekle sen Allâhu
Tealâ'nın azametini görerek, varlığını görmekten yani enâniyetten
(benlikten) kurtarılmış olursun.
6- "Allâh'a
vâsıl olan insanı, her şey Allâh'a çeker. Eğer Allâh'dan ayrı
olursak, hiçbir şey bizi Allâh'a çekemez."
Ey Mü'min,
kalbinde açıklık istemen Allâh'ı bulamadığının ve bilemediğinin alâmetidir.
Allâh'ın mâsivasından korkman Hakk'ı bulamayışındandır. Çünkü
herşey Allâh ile kâimdir.
Ayette şöyle
buyuruluyor: "Mü'miler, Allâh'ın dostları olup, onlar için hiç
korku yoktur."
7- "Dünya
işlerinin bidâyeti (başlangıcı) tatlı gelir; Fakat pek çok sevinme.
Her ne kadar zahir ve bidayeti cazip ise de, bir son bulacağı için başlangıcına
aldanma. Eğer gönlün dünyaya bağlanmıyorsa üzülme, sevin. Zira gönül
Allâh'ın nazargâhıdır."
Dünyaya
muhabbet eden akıllı olmayıp, gafil kimsedir. Zira akıllı kişi dünyadan
kaçar. Böyle kimseler dünyanın üzerine düşmeyip, aksine ondan uzaklaşırlar.
Yani dünyayı kalbine koymaz. Bu demek değildir ki;çalışmaz. Hayır mü'minçalışır,
fakat dünya üzerine düşüp, kendinde hırs peyda etmez. Her işte olduğu
gibi çalışmasını da Allâh için yapar. Zaten islam nazarında çalışmak
bir nafile ibadettir. Eğer çalışmanı Allâh için yaparsan, bu bir
ibadet olur. Eğer para kazanıp zengin olmak için yaparsan, bu da ticaret
olur. Böyle hallerde, insanda hırs ve dünyayı kalbine koyma hali hasıl
olur.
Dünyaya bağlanmak
çiğ et yemek gibidir.
Dünya
muhabbeti en büyük belaların, kaçınmak da iyiliklerin başıdır.
Dünya yedi şeye
benzer:
1- Deniz
Suyu: Susuzluğu gidermez, aksine arttırır ve zararlıdır.
2- Bulut Gölgesi:
Bulut gidince gölgesi kalmaz. Yani sana daimi gölgelik yapamaz.
3- Yağmursuz
Şimşek.
4- Yağ
Bulutu.
5- Bahar Çiçeği.
6- Rüya:
Daimi olmayıp, uyanınca yok olur.
7- Zehirli
Bal: tatlı, fakat öldürücüdür.
Bu yedi vasıf,
ancak dünyada vardır. Dünya cin taifesi gibidir; Onunla gidersen
mahvolursun, kaçarsan kurtulursun.
Dünyadan çekinmek
ilimle mümkündür. İlmi de sabır doğurur. Sabırla gayret ve ibadet de
tefekkür zuhur eder.
Allâh dünyayı
her fenalığın, acıların, bela ve musibetlerin kaynağı ve mekanı kıldı.
Allâh'ın böyle yapışı, kullarının dünyaya bel bağlamamaları içindir.
Allâh kullarını dünyadan çekmek için dünyayı böyle yaptı ki, ona
olan meyilleri kesilsin ve Allâh'a yönelsin.
Şair der ki:
"Gamımın en şiddetlisi sevinçtedir."
Gecenin gündüzü
takip ettiği gibi, sevici de bela takip eder. Belanın gelişi sevincin
geleceğinin alametidir. Sevinç de belanın geleceğinin alametidir.
Sevince bel bağlama, zira arkasından bela gelecek demektir. Asıl maksat
bela ve sevinçlerde hep Allâh'ı görmektir. Allâh bunların hepsini
kendini bildirmek için hâlk etmiştir. Dünyayı yaratması da bunlardan
ileri gelir.
Kulun dünyada
üç hissesi vardır.
1- Bela
hissesi,
2- Musibet
hissesi,
3- Ölüm
hissesi.
Hz. Ali (K.V.)
hazretleri buyuruyor ki: "Yâ Selmân, dünya yumuşak bir yılana
benzer. Yumuşaktır ama zehirli olduğu için öldürür. Dünyada seni
aldatacak herşeyden kaçın. Zira her şeyin bir ayrılığı vardır."
Dünya fanidir.
Ahiret yurdu bâk,d,r. Allâh'ın emirlerine anlamıyanlara, Allâh dünyanın
belalarını (ki bunlar zevk gibi olurlar) tattırır. Böyle olmakla
beraber, dünya ârifin cennetidir. Zira âhiret de burada kazanılıyor.
8-
"Evliyâullah'ın ibâreleri (sembolleri) makam sahiblerinin sözleri,
ruhumuz için birer gıdadır. Bu ibareler, müridlerin ihtiyacı için, Allâh'ın
ilminden alınır ve ehline verilirler."
Bu gıdalar,
ayrı ayrı olup, saliklerin derecelerine göre verirler. Her söz,
dinleyiciler tarafından başka başka manalarda anlaşılır.
9-
"Kimsenin malına elini uzatma ve kimseden isteme. Hak'tan başka veren
olmadığını unutup da elini hiçbir kimseye uzatma ve isteme."
<Devam
Edecek>
Derleyen
: İbrahim
Beğen
Pamuk Yayıncılık
http://sufizmveinsan.com
27.11.2001
|