Kul'un
rızkı da iki türlüdür:
1-
Sebepli rızık: Bu rızık şeri'ata uygun olarak alınır.
2-
Sebepsiz rızık: Bu herşeyi yok görüp, Hakk'ı var bilerek, Hak'tan
alıp, yine Hakk'a vermektir. Şeriatte icap ederse istenebilir.
Tarikatte istemek yoktur. Çünkü ehl-i târik mutlak verenin Allâh
olduğunu bilirler, istemeyip sabrederler.
Güneşe
bakıp da gözlerimizi eşyaya çevirdiğimiz zaman, eşyayı göremeyiz.
İşte Hak âşıkları da Hakk aşkı ile dolu olduklarından, Hak'tan başka
bir şey görmezler. Dâime Hak ile alış-veriş yaparlar.
Dâima
nefsin istediğinden kaçınmalı, onu almamalı, istemeden geleni almalıdır.
Efendimiz
(s.a.v.) çeşitli hadislerinde şöyle buyuruyor: "Dostlarından biri
senin ihtiyacın olanı ummadığın
anda gönderirse, sen de kabul et."
"İstemeden
ve beklemediğin bir an da gelen rızkı al. İhtiyacın yoksa ihtiyacı
olana ver."
"Resûlullâh
bana bir şey vermişti. Ben de daha muhtaca verilmesini ricâ ettim. Resûlullâh
buyurdu ki: "Sen bunu al, malını arttırmış olursun, yahut tasadduk
et."
(Hz.
Ömer (r.a.) rivayet ediyor.)
"Kimseden
bir şey istenmez. Fakat beklemeden gelirse alınır. Nefsinin isteği peşinde
gidip de kimseden bir şey isteme."
Ayet-i
Kerimede buyuruluyor: "Siz İbrahim meşreb olunuz."
İbrahim
aleyhisselâmateşe atılırken herşeyden geçmiş olup, Allâh'dan başkasından
hiçbir şey istemedi. Şöyle ki; İbrahim aleyhisselâm ateşe atılırken
Allâh Cebrail aleyhisselâmı gönderdi. Cebrail aleyhisselâm da Hz. İbrahim'e
yardıma geldiğini söyledi. İbrahim aleyhisselâm da: "Sende
benim gibi bir mahluksun; sana ihtiyacım yoktur." dedi. Bunun üzerine
Cebrail aleyhisselâm: "Allâh'dan iste" dedi. İbrahim
aleyhisselâm ise: "Hâlimi görüp bilen Allâh'a hâlimi arz
etmekten edep duyarım." dedi.
Arif-i
billâh olan kimse Allâh'a hacetini söylemekten haya eder. Çünkü Allâh'ın
takdir ettiğini istemeden vereceğini bilir.
10-
"İki iş vardır ki, ikisi de hayırdır ve ikisini de yapman lazımdır:
Mânevi olan bu iki iş içinde, hangisi nefsine ağır geliyorsa onu
yapmakdır. Çünkü nefis, hayır ve zor olanı sevmez."
11-
"Hakîki mârifet sâhibi (ârif), ihtiyacını hiç kimsete bildirmez,
açmaz. Allâh'a bile açmaktan utanır."
Onlar:
"Allâh benim her şeyimi bilir ve Allâh'lığı icâbı ihtiyacımı
verir, istememe lüzum yok." derler. Tıpkı Hz. İbrahim aleyhisselâm
gibi hareket ederler. Fakat Kur'an'da Allâh'ın "isteyin"
emri vardır. İstenirse, "Allâh" isteyin diye emrettiği için
istenir. Versin veya verecek diye istenmez.
12-
"Nafilelere koşup, farz ve vacipleri geri bırakmak hevâya ve nefse
uymanın alâmetleridir."
13-
"Yüce Allâh, kulunun her vakitte hazır bulunması ve sonra yapayım
dememesi için, namazı vakte tâbikılmıştır. Aynı zamanda kulum sonra
yaparım demesin diye Allâh her namaz arasında 2-3 saat bıraktı. Namazı
vaktinde edâ etsin diye sık yapmadı, aralarında zaman bıraktı."
14-
"Allâh kullarını, kendi emirlerini ifâ etmekte biraz tembelci
hareket edeceklerini bildiği için, emirlerini kulları üzerine farz ve vâcip
kıldı. Allâh bu farz ve vâviplerle kullarını zincirle cennete çekmiş
bulunuyor."
15-
"Gaflet dünyasına batmış, şehvete müstağrak olmuş kimse bu
halden Allâh beni kurtarır mı? Çünkü her cihetten batmış bir adamım
diye ümit keserse Allâh'ın her şeye şâmil olan kudret-i ilâhisini âciz
bulmuş olur."
"Allâh
her şeye kadirdir."
Bazen olur ki, gaflet kuvvetleri seni istila etmiş olur. Bu halde iken dahî,
sen ümit kesme. Her nûrun karşısında bir zulmet vardır. Karanlıklar
olmayınca nûrun kıymeti anlaşılmaz. Karanlık gelince ümit kesme. Allâh
lütfedip nûra erişince de Allâh'a şükret. Şükreder, nimetin kıymetini
takdir edersen, nimetin artar. Şükretmezsen, zulmet gelir. Bir kimse
nimetinin kıymetini, ancak nimet elden çıkınca anlar.
Ebu
Hureyye Hz. Rivâyet ediyor:
Resûlullâh (s.a.v.) buyurdu ki: "Ey ümmetim, dâima her hususta
kendinizden aşağısına bakın, yukarı bakmayın. Bu, elinizdeki nimete tâzim
demektir."
16-
"Ey kul! Allâh'ın senin üzerine yağan yağan nimetleri karşısında
sen, şükrümü nasıl edâ edeceğim diye ürkme. Zaten her nimet karşısında
şükür vardır. Çünkü;nimet sana şükürle, hamdle geliyor. Böylece
Allâh sana hamdi ilham ediyor ve sen de hamd etmiş oluyorsun. Allâh'da
nimetini ve rızkını arttırıyor."
17-
Kulların taâti, Allâh'ın izzetini arttırmaz. Allâh'a muhâlif olan
isyankârlar da Allâh'ın izzetini azaltamaz, düşüremez. O daima kemâl
ve celâl sahibidir. Kulların yaptığından O'na bir nakısa gelmez.
18-
"Filan adam vâsıl-ı illallâhdır" denince, vüsûlun mânâsı
şudur:
Kulun
Allâh'a vuslatı, kulda Allâh için ilim uyandırmasıdır. Bu ilim,
sahibinden Allâh'a karşı taat uyandırır. İşte bu vuslattır.
Vuslat
üç şekilde olur.
1-
Tecelli-i ef'al: Her şeyi Allâh yapar. Tevhid-i ef'ale (Bir tek faile)
müstenit olup, -Lâ fâile illallâh- demektir. Kafirin küfrünü
ve mü'minin imânını halk
eden hep Allâh'dır.
Tatlı,
acı herşeyin Allâh'dan olduğunu bilen bir kimse, daima Allâh'a hürmet
eder. Bana gelen her şey Allâh'dandır. Bunun hikmeti vardır, deyip
sabretmeli, edepli olmalıdır. Her şeyi Hak'tan görünce sen, sana tokadı
vuranla iyilik edeni bir görürsün. Acılarda tövbe, tatlılarda şükredeceğiz.
2-
Tecelli-i sıfat: Her şey Allâh'ın sıfat-ı ilâhîsinin mazharıdır.
Meselâ;
Allâh ezelî olarak vardır ve bütün hayatlar da Allâh'ın "Hayy"
sıfatının tecellisinin mazharıdır. Yani Hayy sıfatının tecelli ettiği
şeyde, hayat ve dirilik vardır.
Tevhid-i
sıfat, yani bütün sıfatlar, Allâh'dandır. Rızkı görmek Razzâk'ı görmeyi
icabettirir. Böylece, tecelli-i sıfat'ta sâlik her şeyde Allâh'ın sıfâtını
görür. Bu da sıfat-ı ilâhî'nin tecellisi yönünden vuslattır.
3-
Tecelli-i Zât: Her sıfatın bir mevsûfu (sahibi) vardır. O da Zât-ı
İlâhîdir. Bu halde, sâlik hiç bir şeyi görmez. Ancak Allâh'ın zâtını
görür. Değilse vuslat bir adamın memleketine vasıl olduğu gibi değildir.
Hâşâ Allâh'ın azamet-i kibriyâsı'nın ve vasfının bir cisme bitişmesi
demek değildir.
19-
"Allâh'a yakınlık Allâh'ın sana olan yakınlığındandır."
Allâh
(C.C.): "Ey Habîbim, kullarım senin Rabb'ın uzak mı, yakın mı,
diye soruyorlar. Ben Azîmu'ş-Şan kullarıma pek yakınım." diye
buyuruyor.
Allâh
kullarına şah damarından daha yakındır. Burada yakınlık maddi değildir.
Yani Allâh kulunun en iyi bilendir.
Yine
şöyle buyuruyor: "Ben Azîmu'ş-Şan
insana yakınım. Fakat onlar beni görmekten âcizdirler."
Teşbihte
hata olmazsa: Karagözcünün, <<Hayy, Hakk; perdeyi açtık, mûmunu
yaktık, görelim zılli (gölge) hayatı>> derken, işte burada karagözcü,
perdede her türlü hayali gösterir ve konuşturur. Görülüyor ki gösteren
konuşturan karagözcüdür. Bunun gibi herşeyi yaratan ve yaptıran da Allâh'dır.
Herşeyde Allâh'ın ef'âli, Sıfat ve Zâtın zuhuruna vasıta olan herşey
zıldır (gölgedir). Aslında ağaç vardır, gölge yoktur. Gölge ağaç
ile var oluyor. İşte her şeyin varlığı da
bir gölge mevhûmdur. Evveli ve sonu yokluktur. Mutlak var ve Bâkî
olan ancak Allâh'dır.
Allâh'ın
sana yakınlığını, onun sana yakın olduğunu bilmekler anlarsın. Senin
O'na kurbiyetin (yakınlığın) onun sana yakın olduğunu bilmekle olur.
Bunların hepsi, Allâh'a karşı ubudiyette ve edep yolunda gitmekten başka
birşey değildir. Allâh'a her nefeste yolvardır. Fakat unutmamak lâımdır
ki, her yolun başı edeptir. Şımarmamak lâzımdır. Şu hâle göre,
senin edebinin artması Allâh'a olan vustatını gösterir.
20-
"Nâr, Allâh'ın cemâline âşık ve bütün mâsivadan yüz çevirenler
içindir. Onlar bize tevccüh ederlerse biz onları yukarı çıkarırız."
Allâh
sevgilileirne: "Ey kullarım, Allâh deyiniz, siz benimsiniz, bana
geliniz, mâsivayı bırakınız." der.
21-
"Ey kul, kendindeki gizli ayıpları bulup birer birer
temizlemelisin."
Ayıplar
şunlardır: Benlik, nefsi emmâre, ucûb, kin, garez, gadab-ı nefsânî,
kibir, varlık ve benzerleri.
22-
"Hak kapalı değil açıktır. Perdeli olan sensin. Sen kendine bakmayıp
başka şeye bakıyorsun. Sen perdeli olduğun için Hakk'ı göremiyorsun.
Ayıplarını bul, perdeyi kaldır."
23-
"Ey derviş sakın ha! Hak'tan başkasından bir şey bekleme. Veren
O'dur. O halde veren varken başkasından isteme."
Bir
şeyi yapan görünen âlettir. Fakat asıl yapan ustadır. Aleti görüpte
ustayı unutma!.. Buna uyarak düşün de Allâh'dan başka bir kimseye
gitme. Her yere Allâh ile git. <<Allâhım dilerse bu adam ban yardım
eder>> de. Eğer o kişi o işiniyapmazsa ona darılma. Çünkü onu
yaptırmayan Allâh'dır.
24-
"Ey âşık, eğer Allâh'ın vasfı, fiili ve şefkâtinden, iyi düşünceler
çıkaramıyorsan, doğduğun günden bulunduğun ana kadar Allâh'ın sana
yaptığı muamelelerine bak da Allâh'ı an ve Allâh'ı sev.
25-
"Ey derviş, ey âşık, mahluktan mahluka dönme. Dönersen dolap
beygiri gibi olursun. Bütün mâsivadan Allâh'a göç, Allâh'a dön. Çünkü
bütün seyirler O'nda sona erer.
Ey
âşık, kemâle ermek istiyorsan, bütün kâinat ve mahlukattan Allâh'a göç.
Hattâ; Cennet, hûri, gılmandan dahi vazgeçip Allâh'a göç. Çünkü bütün
seyirler Allâh'da sona erer.
Allâh
Resûlu (s.a.v.) buyuruyor: "Bir kimsenin hicreti, Allâh'a ve Resûlüne
olursa, onun gittiği yerde Allâh ve Resûlullâh bulunur. Eğer
onun hicreti dünya ve güzel kadın olursa, onun gideceği yerde dünya ve
güzel kadın olur." (Buhari).
26-
"Seni yürütmeyen kimse ile (Ehl-i dünya ile) sohbet etme. Seni
Hakk'a götürmeyenle konuşma. Hak'tan bahsetmeyenden kaç. Çünkü o,
seni yoldan çıkarır."
İyi
yaptığını kötü, kötü yaptığını iyi diyen adamla görüşme. İlmen
senden aşağı olandan fayda sağlanmaz. İlmen, rütbe yönünden senden yüksek
olanla görüş ki seni yükseltsin. Akranınla bile konuşma. Ehli âşıkla,
Allâh yolunda olanla görüş. Seni yokluğa götürenle görüş,
sofularla da görüşme. Aşıkla, yokluğunu gösterenle ve seni Allâh'a
yaklaştıracakla görüş.
Bir
zahidin kalbinden zuhur eden amel az olsa da yeterlidir. Bir dünya düşkününün
ameli çok olsa bile, çok değildir.
Şunları
yaparsan Cennetlik olursun, şunları yaparsan Cehennemden kurtulursun
diyene bakma. Yaptığına değil, Allâh'a güven. Yalvar ama, yalvarmana
değil Allâh'a güven.
27-
"Bir kimse bir vakitte Allâh'ın istemediğini yapmak isterse bu davası,
bu adamın cehli mürekkep ehli olduğunu gösterir.
Çünkü Allâh'ın hakiki yapıcı olduğunu, O'nun yapmadığını
kimsenin yapamayacağını bilemiyor."
Mesalâ:
Allâh, İslâmı vaz etmiştir. O bir nûrdur. Onu kimse söndüremez. Onu
söndürkmek isteyenler sönmüşler ve söneceklerdir. Çünkü İslâm'ın
sâhibi Allâh'dır.
Allâh
bir kulunu bir yerde bir halde kullanıyor. Nerede kullanıyorsa, orada
durmak istemeyişinle hatâ etmiş olursun. Bu cahilliktir. Çünkü Allâh'ın
çıkarmak istemediği yerden ve vazifenden çıkmak istiyorsun. Hak çıkarıncaya
kadar, o işte kalman lâzımdır. Mubâh olmayan yerlerden kurtulmak için
de Allâh'a dua et ve yalvar.
<Devam
Edecek>
Derleyen
: İbrahim
Beğen
Pamuk Yayıncılık
http://sufizmveinsan.com
04.12.2001
|