3.Bölüm


Kul'un rızkı da iki türlüdür:

1- Sebepli rızık: Bu rızık şeri'ata uygun olarak alınır.

2- Sebepsiz rızık: Bu herşeyi yok görüp, Hakk'ı var bilerek, Hak'tan alıp, yine Hakk'a vermektir. Şeriatte icap ederse istenebilir.  Tarikatte istemek yoktur. Çünkü ehl-i târik mutlak verenin Allâh olduğunu bilirler, istemeyip sabrederler.

Güneşe bakıp da gözlerimizi eşyaya çevirdiğimiz zaman, eşyayı göremeyiz. İşte Hak âşıkları da Hakk aşkı ile dolu olduklarından, Hak'tan başka bir şey görmezler. Dâime Hak ile alış-veriş yaparlar.

Dâima nefsin istediğinden kaçınmalı, onu almamalı, istemeden geleni almalıdır.

Efendimiz (s.a.v.) çeşitli hadislerinde şöyle buyuruyor: "Dostlarından biri senin ihtiyacın olanı  ummadığın anda gönderirse, sen de kabul et."

"İstemeden ve beklemediğin bir an da gelen rızkı al. İhtiyacın yoksa ihtiyacı olana ver."

"Resûlullâh bana bir şey vermişti. Ben de daha muhtaca verilmesini ricâ ettim. Resûlullâh buyurdu ki: "Sen bunu al, malını arttırmış olursun, yahut tasadduk et."

(Hz. Ömer (r.a.) rivayet ediyor.)

"Kimseden bir şey istenmez. Fakat beklemeden gelirse alınır. Nefsinin isteği peşinde gidip de kimseden bir şey isteme."

Ayet-i Kerimede buyuruluyor: "Siz İbrahim meşreb olunuz."

İbrahim aleyhisselâmateşe atılırken herşeyden geçmiş olup, Allâh'dan başkasından hiçbir şey istemedi. Şöyle ki; İbrahim aleyhisselâm ateşe atılırken Allâh Cebrail aleyhisselâmı gönderdi. Cebrail aleyhisselâm da Hz. İbrahim'e yardıma geldiğini söyledi. İbrahim aleyhisselâm da: "Sende benim gibi bir mahluksun; sana ihtiyacım yoktur." dedi. Bunun üzerine Cebrail aleyhisselâm: "Allâh'dan iste" dedi. İbrahim aleyhisselâm ise: "Hâlimi görüp bilen Allâh'a hâlimi arz etmekten edep duyarım." dedi.

Arif-i billâh olan kimse Allâh'a hacetini söylemekten haya eder. Çünkü Allâh'ın takdir ettiğini istemeden vereceğini bilir.

10- "İki iş vardır ki, ikisi de hayırdır ve ikisini de yapman lazımdır: Mânevi olan bu iki iş içinde, hangisi nefsine ağır geliyorsa onu yapmakdır. Çünkü nefis, hayır ve zor olanı sevmez."

11- "Hakîki mârifet sâhibi (ârif), ihtiyacını hiç kimsete bildirmez, açmaz. Allâh'a bile açmaktan utanır."

Onlar: "Allâh benim her şeyimi bilir ve Allâh'lığı icâbı ihtiyacımı verir, istememe lüzum yok." derler. Tıpkı Hz. İbrahim aleyhisselâm gibi hareket ederler. Fakat Kur'an'da Allâh'ın "isteyin" emri vardır. İstenirse, "Allâh" isteyin diye emrettiği için istenir. Versin veya verecek diye istenmez.

12- "Nafilelere koşup, farz ve vacipleri geri bırakmak hevâya ve nefse uymanın alâmetleridir."

13- "Yüce Allâh, kulunun her vakitte hazır bulunması ve sonra yapayım dememesi için, namazı vakte tâbikılmıştır. Aynı zamanda kulum sonra yaparım demesin diye Allâh her namaz arasında 2-3 saat bıraktı. Namazı vaktinde edâ etsin diye sık yapmadı, aralarında zaman bıraktı."

14- "Allâh kullarını, kendi emirlerini ifâ etmekte biraz tembelci hareket edeceklerini bildiği için, emirlerini kulları üzerine farz ve vâcip kıldı. Allâh bu farz ve vâviplerle kullarını zincirle cennete çekmiş bulunuyor."

15- "Gaflet dünyasına batmış, şehvete müstağrak olmuş kimse bu halden Allâh beni kurtarır mı? Çünkü her cihetten batmış bir adamım diye ümit keserse Allâh'ın her şeye şâmil olan kudret-i ilâhisini âciz bulmuş olur."

"Allâh her şeye kadirdir."
Bazen olur ki, gaflet kuvvetleri seni istila etmiş olur. Bu halde iken dahî, sen ümit kesme. Her nûrun karşısında bir zulmet vardır. Karanlıklar olmayınca nûrun kıymeti anlaşılmaz. Karanlık gelince ümit kesme. Allâh lütfedip nûra erişince de Allâh'a şükret. Şükreder, nimetin kıymetini takdir edersen, nimetin artar. Şükretmezsen, zulmet gelir. Bir kimse nimetinin kıymetini, ancak nimet elden çıkınca anlar.

Ebu Hureyye Hz. Rivâyet ediyor:
Resûlullâh (s.a.v.) buyurdu ki: "Ey ümmetim, dâima her hususta kendinizden aşağısına bakın, yukarı bakmayın. Bu, elinizdeki nimete tâzim demektir."

16- "Ey kul! Allâh'ın senin üzerine yağan yağan nimetleri karşısında sen, şükrümü nasıl edâ edeceğim diye ürkme. Zaten her nimet karşısında şükür vardır. Çünkü;nimet sana şükürle, hamdle geliyor. Böylece Allâh sana hamdi ilham ediyor ve sen de hamd etmiş oluyorsun. Allâh'da nimetini ve rızkını arttırıyor."

17- Kulların taâti, Allâh'ın izzetini arttırmaz. Allâh'a muhâlif olan isyankârlar da Allâh'ın izzetini azaltamaz, düşüremez. O daima kemâl ve celâl sahibidir. Kulların yaptığından O'na bir nakısa gelmez.

18- "Filan adam vâsıl-ı illallâhdır" denince, vüsûlun mânâsı şudur:

Kulun Allâh'a vuslatı, kulda Allâh için ilim uyandırmasıdır. Bu ilim, sahibinden Allâh'a karşı taat uyandırır. İşte bu vuslattır.

Vuslat üç şekilde olur.

1- Tecelli-i ef'al: Her şeyi Allâh yapar. Tevhid-i ef'ale (Bir tek faile) müstenit olup, -Lâ fâile illallâh- demektir. Kafirin küfrünü ve mü'minin imânını  halk eden hep Allâh'dır.

Tatlı, acı herşeyin Allâh'dan olduğunu bilen bir kimse, daima Allâh'a hürmet eder. Bana gelen her şey Allâh'dandır. Bunun hikmeti vardır, deyip sabretmeli, edepli olmalıdır. Her şeyi Hak'tan görünce sen, sana tokadı vuranla iyilik edeni bir görürsün. Acılarda tövbe, tatlılarda şükredeceğiz.

2- Tecelli-i sıfat: Her şey Allâh'ın sıfat-ı ilâhîsinin mazharıdır.

Meselâ; Allâh ezelî olarak vardır ve bütün hayatlar da Allâh'ın "Hayy" sıfatının tecellisinin mazharıdır. Yani Hayy sıfatının tecelli ettiği şeyde, hayat ve dirilik vardır.

Tevhid-i sıfat, yani bütün sıfatlar, Allâh'dandır. Rızkı görmek Razzâk'ı görmeyi icabettirir. Böylece, tecelli-i sıfat'ta sâlik her şeyde Allâh'ın sıfâtını görür. Bu da sıfat-ı ilâhî'nin tecellisi yönünden vuslattır.

3- Tecelli-i Zât: Her sıfatın bir mevsûfu (sahibi) vardır. O da Zât-ı İlâhîdir. Bu halde, sâlik hiç bir şeyi görmez. Ancak Allâh'ın zâtını görür. Değilse vuslat bir adamın memleketine vasıl olduğu gibi değildir. Hâşâ Allâh'ın azamet-i kibriyâsı'nın ve vasfının bir cisme bitişmesi demek değildir.

19- "Allâh'a yakınlık Allâh'ın sana olan yakınlığındandır."

Allâh (C.C.): "Ey Habîbim, kullarım senin Rabb'ın uzak mı, yakın mı, diye soruyorlar. Ben Azîmu'ş-Şan kullarıma pek yakınım." diye buyuruyor.

Allâh kullarına şah damarından daha yakındır. Burada yakınlık maddi değildir. Yani Allâh kulunun en iyi bilendir.

Yine şöyle buyuruyor: "Ben  Azîmu'ş-Şan insana yakınım. Fakat onlar beni görmekten âcizdirler."

Teşbihte hata olmazsa: Karagözcünün, <<Hayy, Hakk; perdeyi açtık, mûmunu yaktık, görelim zılli (gölge) hayatı>> derken, işte burada karagözcü, perdede her türlü hayali gösterir ve konuşturur. Görülüyor ki gösteren konuşturan karagözcüdür. Bunun gibi herşeyi yaratan ve yaptıran da Allâh'dır. Herşeyde Allâh'ın ef'âli, Sıfat ve Zâtın zuhuruna vasıta olan herşey zıldır (gölgedir). Aslında ağaç vardır, gölge yoktur. Gölge ağaç ile var oluyor. İşte her şeyin varlığı da  bir gölge mevhûmdur. Evveli ve sonu yokluktur. Mutlak var ve Bâkî olan ancak Allâh'dır.

Allâh'ın sana yakınlığını, onun sana yakın olduğunu bilmekler anlarsın. Senin O'na kurbiyetin (yakınlığın) onun sana yakın olduğunu bilmekle olur. Bunların hepsi, Allâh'a karşı ubudiyette ve edep yolunda gitmekten başka birşey değildir. Allâh'a her nefeste yolvardır. Fakat unutmamak lâımdır ki, her yolun başı edeptir. Şımarmamak lâzımdır. Şu hâle göre, senin edebinin artması Allâh'a olan vustatını gösterir.

20- "Nâr, Allâh'ın cemâline âşık ve bütün mâsivadan yüz çevirenler içindir. Onlar bize tevccüh ederlerse biz onları yukarı çıkarırız."

Allâh sevgilileirne: "Ey kullarım, Allâh deyiniz, siz benimsiniz, bana geliniz, mâsivayı bırakınız." der.

21- "Ey kul, kendindeki gizli ayıpları bulup birer birer temizlemelisin."

Ayıplar şunlardır: Benlik, nefsi emmâre, ucûb, kin, garez, gadab-ı nefsânî, kibir, varlık ve benzerleri.

22- "Hak kapalı değil açıktır. Perdeli olan sensin. Sen kendine bakmayıp başka şeye bakıyorsun. Sen perdeli olduğun için Hakk'ı göremiyorsun. Ayıplarını bul, perdeyi kaldır."

23- "Ey derviş sakın ha! Hak'tan başkasından bir şey bekleme. Veren O'dur. O halde veren varken başkasından isteme."

Bir şeyi yapan görünen âlettir. Fakat asıl yapan ustadır. Aleti görüpte ustayı unutma!.. Buna uyarak düşün de Allâh'dan başka bir kimseye gitme. Her yere Allâh ile git. <<Allâhım dilerse bu adam ban yardım eder>> de. Eğer o kişi o işiniyapmazsa ona darılma. Çünkü onu yaptırmayan Allâh'dır.

24- "Ey âşık, eğer Allâh'ın vasfı, fiili ve şefkâtinden, iyi düşünceler çıkaramıyorsan, doğduğun günden bulunduğun ana kadar Allâh'ın sana yaptığı muamelelerine bak da Allâh'ı an ve Allâh'ı sev.

25- "Ey derviş, ey âşık, mahluktan mahluka dönme. Dönersen dolap beygiri gibi olursun. Bütün mâsivadan Allâh'a göç, Allâh'a dön. Çünkü bütün seyirler O'nda sona erer.

Ey âşık, kemâle ermek istiyorsan, bütün kâinat ve mahlukattan Allâh'a göç. Hattâ; Cennet, hûri, gılmandan dahi vazgeçip Allâh'a göç. Çünkü bütün seyirler Allâh'da sona erer.

Allâh Resûlu (s.a.v.) buyuruyor: "Bir kimsenin hicreti, Allâh'a ve Resûlüne  olursa, onun gittiği yerde Allâh ve Resûlullâh bulunur. Eğer onun hicreti dünya ve güzel kadın olursa, onun gideceği yerde dünya ve güzel kadın olur." (Buhari).

26- "Seni yürütmeyen kimse ile (Ehl-i dünya ile) sohbet etme. Seni Hakk'a götürmeyenle konuşma. Hak'tan bahsetmeyenden kaç. Çünkü o, seni yoldan çıkarır."

İyi yaptığını kötü, kötü yaptığını iyi diyen adamla görüşme. İlmen senden aşağı olandan fayda sağlanmaz. İlmen, rütbe yönünden senden yüksek olanla görüş ki seni yükseltsin. Akranınla bile konuşma. Ehli âşıkla, Allâh yolunda olanla görüş. Seni yokluğa götürenle görüş, sofularla da görüşme. Aşıkla, yokluğunu gösterenle ve seni Allâh'a yaklaştıracakla görüş.

Bir zahidin kalbinden zuhur eden amel az olsa da yeterlidir. Bir dünya düşkününün ameli çok olsa bile, çok değildir.

Şunları yaparsan Cennetlik olursun, şunları yaparsan Cehennemden kurtulursun diyene bakma. Yaptığına değil, Allâh'a güven. Yalvar ama, yalvarmana değil Allâh'a güven.

27- "Bir kimse bir vakitte Allâh'ın istemediğini yapmak isterse bu davası, bu adamın cehli mürekkep ehli olduğunu gösterir.  Çünkü Allâh'ın hakiki yapıcı olduğunu, O'nun yapmadığını kimsenin yapamayacağını bilemiyor."

Mesalâ: Allâh, İslâmı vaz etmiştir. O bir nûrdur. Onu kimse söndüremez. Onu söndürkmek isteyenler sönmüşler ve söneceklerdir. Çünkü İslâm'ın sâhibi Allâh'dır.

Allâh bir kulunu bir yerde bir halde kullanıyor. Nerede kullanıyorsa, orada durmak istemeyişinle hatâ etmiş olursun. Bu cahilliktir. Çünkü Allâh'ın çıkarmak istemediği yerden ve vazifenden çıkmak istiyorsun. Hak çıkarıncaya kadar, o işte kalman lâzımdır. Mubâh olmayan yerlerden kurtulmak için de Allâh'a dua et ve yalvar.

<Devam Edecek>

Derleyen : İbrahim Beğen
Pamuk Yayıncılık

http://sufizmveinsan.com

04
.12.2001

 


Üst Ana sayfa e-mail