5.Bölüm


64 - "Allâh'ın iki nimeti vardır. Biri nimet-i îcât, diğeri nimet-i imdâddır. Yok olan bütün kâinâtı Allâh'ın yoktan var etmesi, yaratması ve hayat vermesi nimet-i icâttır. Her şeyin yaşayabilmesi, yürümesi, her hareketi yapması, Allâh'ın imdâdı ile mümkün olur."

Allâh icâd ediyor, nefes alıyoruz. İmdât ediyor, nefesi veriyoruz. İcâd etmezse yoksun, imdât etmezse yine yoksun. Var olan Allâh'dır. O'ndan gayri her şey yoktur(Her şey yok olucudur. Bâkî olan Allâh'dır" âyeti buna delildir.) Yani mahlûkatın esâsı yoklukdur. Onun varlığı imdât iledir. Şu halde her zaman Allâh'a muhtâcız. Her an, Celâl ve Cemâlinden "emân" diye imdât isteyeceğiz ve hâlimize şükredeceğiz. Allâh'ın kullarına imdâdı pek çoktur: Kur'an okumak, namaz kılmak, oruç tutmak, vaaza gitmek, yalvarmak gibi.

Hadis de: "Ey kullarım! Allâh'ı seviniz. Allâh'ın size verdiği nimetleri düşünerek, Allâh'ı seviniz. Sevilmeye lâyık olan ancak Allâh'dır." buyurulur.

Allâh'ın nimetlerine şükretmemek gaflettir. Bize azâp bu gafletten gelir. Allâh'ın nimetlerine şükredeceğine, gaflette kalmak küfürdür.

65 - "Şu halde ihtiyâcın zâtidir. (Evvelden, yaratılışından, âciz oluşundan) O hâlde ey sâlik!.. Senin ihtiyacının zâtî oluşu, seninle kâimdir (yani sendendir.) İşte Allâh, senin hiçliğini sana anlatmak için birçok sebepler yaratıyor. Sağlık, hastalık ve açlık gibi sebepler, senin âciz olduğunu anlatır. Ârifler âcizliğin doğuştan olduğunu bildiği için, Allâh'a her zaman yalvarırlar."

Hasta iken âcizliğini bilip de, sağ iken bilmeyen ve "ben, ben" diyen kimse kâfirdir. Zâtî olan ihtiyacı, yâni âcizliği, sonradan gelen ve ârizî olan îcâtları kaldıramaz. Yâni Allâh'ın sana gıda, mal, mülk vermekle senin ona muhtaçlığın kalkmaz. Vermediği zaman, Zât'ından olan muhtaç oluşun ortaya çıkar. Şu halde, hangi nimete gark olursan ol, Allâh'a muhtaç olduğunu unutmaman gerekir. unutma ki, sen yoksun, muhtaçsın, âcizsin. Şu halde ne malına ne de ibâdetine, kısaca hiçbir şeyine güvenme. Ancak Allâh'a güven. Nimet gelince şükret; belâ gelince de sabret. Bekle, Allâh'dan ümit kesme ki, gerçek mü'minlerden olasın.

66 - "Vaktinin en hayırlısı, kuvet ve kudretinin yok olduğunu ve muhtaç olduğunu bilip, anladığın vakittir."

En fenâ vakit ise, Allâh'ı unutup "ben, ben'im" dediğin vakittir. Bu benlikten çıkarmak, âciz ve muhtaç olduğunu bildirmek için Allâh sana açlık, belâ gibi sebepler hâlkediyor.

67 - "Ey sâlik! Halktan çekilir ve uzak durursan bil ki Allâh kendisi ile senin ünsiyetini murad ediyor, demektir."

Yâni çok sevdiğin bir kimseden bir aksilik görürsen, ondan buz gibi soğursun. Evlâdını seversin, fakat o seni kırar, karını seversin aksilik yapar. Kısaca her sevdiğinden, seni ondan soğutacak sebepler yaratır. Böylece onlardan soğursun. İnsanlarla ünsiyet peydâ ediyor ve hep onları seviyorsan, bu hâl çok fenâdır ve Allâh'dan uzaklıktır. Şu halde anlamak lâzım geliyor ki âsâra hiç ehemmiyet vermiyeceksin. Ancak o âsan (eserleri) meydana getiren, Hakk'ı görüp, Hak ile ünsiyet peydâ edeceksin.

68 - "Allâh hem mû'tî, hem mânîdir." (Hüvel mu'tî, hüvel mânî).

Yâni Allâh hem verici, hem de mânî olucudur. Binâenaleyh, Allâh verdiği zaman, onu sevdiğin gibi, vermediği zaman da sevmen ve kızmaman lâzım gelir. Allâh'ı her iki sıfatla bilip, sevmek lâzımdır.

69 - "Ârif kendisinin varlığına bakmaz, fakirliğini bilir. O, kimse ile karar kılmaz. Ancak Allâh ile karar kılar."

70 - "Hak'tan başkasını görmemek ve her şeyin Allâh'a muhtaç olduğunu bilmeklik fakr'dır."

Evliyâullâh fakri kendilerine âdet edinmişlerdir. Bunlar Hak'tan başka ganî görmemiş ve her zaman Allâh'a muhtaç olduğunu ihtiyâr edinmişlerdir. Mürîdlerin ihtiyaçlarının birbiri üstüne gelmesi onların bayramıdır.

Müridler, yedi şeyi yapmadıkça "İlâhî, ente maksûdî ve rızâke matlûbî" sırrına eremezler.

1 - Fakirliği zenginliğe tercih etmek,
2 - Açlığı tokluğa tercih etmek,
3 - Gönül alçaklığını gurûra tercih etmek,
4 - Zilleti izzete tercih etmek,
5 - Tevâzuyu azamete tercih etmek,
6 - Hüznü ferâha tercih etmek.
7 - Ölümü hayata tercih etmekdir.

71  - "Ey kulum! Başından aşağı türlü türlü belâlar iniyor, bunların acısını sana hafif gösteren, senin bilgindir. Mâdem ki bunları Allâh veriyor, öyle ise senin üzülmemen gerekir."

Çünkü başına gelen belâlar Allâh'dan geliyor. Evvelce sayamıyacağın derecede lütûflarda bulunan o idi. Bu gün belâlar verip de ağlatan yine O'dur. Binâenaleyh üzülmemen lâzımdır. Sabredip, neticeyi beklemek gerekir. Muhakkak ki, bu olay senin iyiliğinedir, bunu biz bilemeyiz. Bu belânın Allâh'dan geldiğini bilmekliğin, sabretmekliğin, belâyı sana hafif gösterir.

Âyet: "Çok hoşlandığınız şeylerden başka, hoşlanmadığınız şeyler de vardır. İşte bunlarda da bir iyilik vardır."( "Sizin hayır gördüğünüz şeylerin ardında şer'; şer gördüğünüz şeylerin ardında da hayır takılıdır. Takdîr'i Allâh'a bırakın")

Dekkâk Hazretleri (200 tarihinin büyük velisi) uyuza tutulmuş, üzülüyormuş. Hamama gitmiş ve içinden bir mâna gelmiş: "Bu uyuz kimden geldi? Allâh'dan." Öyle ise bu benim dostumdandır" deyip, hem kaşınmış, hem de öpmüş. Hamamdan çıkınca, uyuzun geçtiğini görmüş.

Dekkâk Hazretleri der ki: "- Hastalıklar ve belâlar tevhidi korur." Yâni, belâlar tevhidin muhafazasına memurdur.

Yine Dekkâk Hazretleri der ki: "Kudret ve kader makasları etini paramparça etse, senin yine şükredip o işin ardında Allâh'ı görmen ve O'ndan olduğunu bilmen lâzımdır."

Ebu Hureyre (R.A.) naklediyor: "Biz Resûlullâh'dan işittik, O; mü'mine bir gam, keder ve musibet gelmesi, onun günâhlarının temizlenmesi der."

Yine Hz. Ayşe (R.anhâ) Validemizden naklen bir hadisde: "- Bir mü'mine bir diken batınca, duyduğu ezâya mukâbil Allâh sevâp yazar." şeklinde geçer.

Bir başka Hadis-i Şerifde de: "- Allâh bir kuluna hayır murâd edince, ona musîbet verir." buyurulmuştur.

Tâbi'înden biri, bir arkadaşıyla Basra'yı gezerken bir mağaraya gelmişler. Burada yaralarından cerâhât akan bir adam görüyorlar. Bunlardan biri hasta adama: "Seni burada kimse görmüyor, Basra'ya git ki hekimlere görünüp iyileşirsin" diyor. Bu sözü işiten hasta adam da: "Yâ Rabbî! Hangi günâh işledim ki, bu adamları buraya gönderdin, tövbeler olsun" diyor.

72 - "Evet, Hak âşığı dövsen çekinmez ve üzülmez. Sevsen sevinmez. O, hep Allâh'ı ister."

Sana taât gelince şaşırmayıp kendinden de bilmeyip, Allâh'dan olduğunu görmelisin. "Benden şu amel zuhûr etti" diye ucûp etmemelisin. Günâh işleyince de, istiğfâr etmelisin. Nimet gelince şükr, belâ gelince sabredersin. Böylece Allâh'a vuslat yolunu bulmuş olursun.

En çok korkulacak şey nefs-i emmâre'nin arzûlannın galebe çalmasıdır. O zaman taati kendinden bilirsin. Belâ gelince, zâhir sebebe kızarsın ve onu görürsün. Nimet gelince şükretmezsin. Belâ gelince de sabretmezsin. Binâenaleyh korkulacak şey belâ değil, nefistir. Onu terbiye etmek lâzımdır. Nefis öldürülmez, bineğindir. Ancak terbiye ve tezkiye edilmesi gerekir.

Âyet: "- Peygamberi, kendileri gibi bir beşer gördüler de küfrettiler ve bizi insanlığa dâvet eden bu mudur? deyip, onun zâhirine baktılar. Dâhiline bakmadılar da küfrettiler.".

73 - "Bir şey için duâ ettin, fakat isteğin geç kaldı. Sen muradının gecikmesinden dolayı duâm kabul edilmedi deme. Dersen terbiyesizlik ve edepsizlikte bulunmuş olursun."

Allâh duâyı kabûl eder. Fakat dilediği zaman kabul eder. Sen Allâh'a suî zân etme, hüsnü zân üzere ol. Ubûdiyette şart, tam bir teslimiyettir.

Kulun makâmı niyâzdır, efendinin kapısında yalvarmaktır. Ben istedim de Allâh vermedi deme. Kulsan efendinin sana verdiğine râzı ol. Yoksa, terbiyesizlik etmiş olursun.

74 - "Başkası ile, Allâh'a kulluk yapmıyor, ibâdet etmiyor diye alay etme ve ona karışma. Edersen gururlanmış olursun. Halbuki Allâh'a yükselme makâmı yokluk ve tevâzu makâmıdır."

75 - "Lütuf ve kahır cihetinden râzı isen Abdullâh'sın. Eğer kahrına râzı değilsen, Abdullâh değilsin."

İsteyicisin, fakat asıl mesele Allâh'ın verdiğine (istediğine) râzı olmaktır. İşte bu kulluktur (Abdullâh olmaktır). Kısacası, ibâdet ve taatı bir şey istemek için değil, Allâh istediği için yapmalısın. İlâhi emri yerine getirmek olduğuna inanmalısın.

Allâh (C.C.): "Benim kahrıma ve lütfuma râzı olmayan, başka Allâh bulsun" buyuruyor.

Ayet: "Ben, insan ve cinleri, bana kulluk etsinler diye yarattım." Bu emir kul olduğumuzu, ibâdet ve zikri Allâh için yapmamız gerektiğini bildiriyor.

Sana yol açılabilmesi için, varlık dağının kaldırılması lâzımdır. İnsanın benliği kendi hakikatine perde olur.Kelime-i tevhid, insana nefsinin yokluğunu kendine bildirir ve sen de ortadan kalkarsın.

76 - "Herhangi bir kimsede Cenâb-ı Hakk'ın inâyeti tecellî etmiş ve kendisinden bazı hâller zuhûr ediyorsa, böyle kimseler bile nefsinin tesirinden kurtulamamıştır."

Böyle kimselerin bazıları kendinden geçmiş, varlığını Hakk'a teslim etmiş ve kendindeki inâyet-i ilâhî ile Hakk'a vâsıl olmuştur.

Fakat bazılannda da yolunun ve yürüyüşünün iyi olduğunu teşvik için bazı kerâmetler zuhûr eder. Bunlar Allâh'dandır. Fakat bu kerâmetlere aldanmamak lâzımdır. Aldanıp sevinirse, orada kalır. Çünkü gâye kerâmet değil, Allâh rızası ve istikamet üzere olmakdır.

Âyet: "Ey Habibim, emrolunduğun gibi istikamette yürü."

77 - "Vârid, âhirette kâimdir. Vird, dünyaya aittir. Vird, Hakk'ın senden talep ettiği şeydir. Vârid ise, Hak'tan sana gelen inşirâh ve huzûrdur."

Vird, (gerek kalben, gerek lâfzen okunan zikir, kılınan namaz gibi), her gün tekrarlanan amel-i sâlihdir. Vird'in kıymetini câhiller bilmezler.

Vârid, Allâh tarafından sana gelen inşirâh ve huzûrdur. Fakat vâridin asıl alış yeri ahirettir. Şu halde sâlih amellerin asıl toplanış yeri âhirettir. Burada da olur, fakat çoğu âhirettedir.

Vird, insanın ömrü sona erince biter. Fakat vird'in kıymetini takdir edip, sağ olduğun müddetçe yapman gerekir. Hz. Peygamber son nefesinde: "Es-salâh, es-selâh = (namaz, namaz)" diye buyurmuşlardır. Binâenaleyh bazı gâfiller gibi vird'i hor görme.

Hz. Âişe (Allâh ondan razı olsun) validemize; "Hz. Peygamber nasıldır?" diye sordular. O da: "Bütün amellerini bir ân geri bırakmazdı" buyurdular.

<Devam Edecek>

Derleyen : İbrahim Beğen
Pamuk Yayıncılık

http://sufizmveinsan.com

25.12.2001

 


Üst Ana sayfa e-mail