9.Bölüm


108 - "Kâinât, Allâh'ın izhârıyla vardır. Allâh, ehâdiyetinde, zât-ı ilâhî'sinde vardı. Her şey O'nun izhânyla vâr oldu."

Allâh, kendi aşkıyla zât'ından zât'ına tenezzül ederek baktı ve bu bakışıyla zuhûr eden nûrdan Hz. Muhammed (S.A.V.) oldu. Hz. Muhammed, Allâh'ın kemâlâtının aynasıdır. Ehadiyet-i zâtiyesinden "Ahmed" zuhûr etti. O da Hz. Muhammed'dir. Allâh, Hz. Muhammed'i ızhar etti ve sen de ondan zuhur ettin. Bu zuhûrât, onun vücûdunun gölgesidir. Bütün kâinâtın varlığı Allâh iledir. Binaenaleyh ey âşık! Aslını unutma, yine oraya döneceksin. Kâinat yoktur, mevhumdur. Varlığı ve zuhûru Allâh'ın zuhûru iledir. Öyle ise ey salik, sen de yoksun, onun varlığı ile varsın. Methedilirsen, medhedenlere aldanma, kendine bak, kendinde bir şey olup olmadığına bak. Göreceksin ki, sende bir şey yok. Varlığın Allâh iledir. O vakit övenlerin övmelerine sevinmemen gerekir. Bu ahvâlde nefsine; "Ey nefis! Sende hiçbir şey yoktur ve hiçbir şey yapacak kudrette de değilsin. Onların sende gördükleri Allâh'dandır. Binâenaleyh gururlanmana lüzûm yok. Sen ancak kötü ahlâk sahibisin!" der.

109 - "Hakîkî mü'min, meth olununca Allâh'dan hayâ eder. Çünkü methe lâyık olmadığını bilir. Allâh'a "yâ Rabbi! Bunların methinden beni muhâfaza eyle der."

Metihten sevinme, zemden de yerinme, üzülme. Sadece istiğfar et. Belki gelecekte zem ettikleri gibi olacaksın da, Allâh sana şimdiden hatırlatıyor. Bunun için tedbir olarak istiğfâr etmekliğin lâzım. Her şeyde Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimiz'e uyacağız.

Ayet: "Ey Habîbim! Sen söyle, eğer onlar Allâh'ı sevmek istiyorlarsa, seni sevsinler."

110 - "Ey mü'min! Seni methettikleri zaman, kendini unutma. Sen methe lâyık değilsin. Nefsine bir bak o, çok fenâdır."

111 - "Ey âşık! Halkın lisânı Hakk'ın lisânıdır. Allâh seni kulları ile methettiği zaman, methedenin Allâh olduğunu gör. Ve şöyle de: Yâ Rabbî! Ben methe lâyık değilim. Ne ulu Allâh'sın? Bütün günâhlarımı örtüp, beni methediyorsun. Beni bırakma, sana ne kadar şükretsem azdır. Sana sığınırım.

Böyle metholundukça, kendini hor gör ve kork. Bir zaman gelir sen ortadan kalkar ve nefsinden kurtulursun.

Zem edilince de, nefsine bak ve: "Ey nefsim! Seni biliyorum, horsun ve fenâsın. Allâh, senin bütün fenâlıklarını örttü de methediliyorsun" de.

Medh ile zem, bir olduğu zaman, sen ortadan kalkmış olursun. Çünkü metheden ve methedilen O'dur. Öyle ise sen yoksun.

112 - "Mânevî nûrların parladığı yer, evliyâullâh'ın kalpleri ve sırlarıdır."

Mü'minin kâlbi beş hassa ile kuşatılmıştır:

1. Kâlp: İçinde "Süveyda" vardır. Bu bir nûrdur. Doğruca zât-ı pâk-i ilâhîye'ye nâzırdır. Yeri, sol memenin iki parmak altıdır.

2. Rûh: Sağ memenin iki parmak altıdır.

3. Sır: Sol memenin iki parmak üstüdür.

4. Hafî: Sağ memenin iki parmak altıdır,

5. Ahfâ: Göğüsteki nûr'dur. Bu beş mertebenin hepsinin birer nûru vardır.

Kâlbin nûru açık mâvi, Rûhun nüru kırmızı.

Sırrın nûru beyâz,

Hafînin nûru siyâh,

Ahfânın nûru zümrüt yeşilidir.

Bu beş mertebeyi vücûdunda temizleyen kişi de Allâh'ın nûru tecellî eder.

Ebû Şâzelî (K.S.) hazretleri buyuruyor: "- Eğer velînin hakîkatini Allâh bildirse idi, ona tapılırdı." Velînin hakîkati, hakîkat-i Muhammediye'dir. Onun da hakîkati Allâh'dır.

Âyet: "- Ey mü'minler! Hakîki îmân ile imân ediniz." Yâni inânışınızı hakîkatla teyit ediniz.

Kul Allâh olamaz, fakat Allâh kendi evsâfını kula geçirir. Meselâ demir ateş olamaz. Fakat demiri ateşe sokunca, ateş gibi olur, kızarır. Demir ateş değil, ama ateşin vasfını almış durumdadır. Nereye dokunsan yakar.

Verilen bâzı nûr ile kâinâttaki her il-mi bilirsin. Bâzı nûr ile zât-ı pâk-i ilâhî'si hakkında ilim peydâ edersin.

113 - "Sâlik kendine gelen nûr'a kanacak olursa, yerinde kalır. Halbuki maksat Allâh'dır."

Sâlik'e gelen nûru (ilim, marifet) Allâh örter. Eğer açık olursa kıymeti kalmaz. Allâh evliyâullâh'ın nûrunu gayretinden örter. Böylece o zat bu nûra kanıp da tavakkuf etmez.

Allâh, bazı kere sevdiği velisine semâ ve arzda bazı kapılan açar.

DİNİN DİREĞİ,
MÜ'MİNİN Mi'RACI NAMAZ

NAMAZ:

Dinin Direği ve Mü'minin Mi'râcı namazdır,
Lügat mânâsı ile "İslâm", yaradanına ve O'nun kurduğu ilâhî nizâma "Teslim olmayı" ifâde eder. Bu teslimiyyetin en vecîz şekli ise, "abd" (kul)'ın "Hâlik" (Yaratıcı)'ına "ibâdet''i (kulluğu) ile ifâde edilebilir.

İbâdet'in İslâm terminolojisindeki ismi, Farsça "namaz", Arapça "salât"dır. İslâmda ibâdetler; farz, vâcib, sünnet ve nâfile ibâdetler olarak, önem derecelerine göre sıralanırlar. Öte yandan "ibâdet" kelimesi geniş mânâsı ile şöyle açıklanabilir:

1. GÖNLÜN İBÂDETİ: "Allâh'a âşık olmak, Aşkullâh, Zikr-i dâ'îm ve Ân-ı dâ'îm üzere olmakdır.

2. RÛH'UN İBÂDETİ: Bu da altı kısımda incelenebilir.

a - Allâh'ı zikretmek, anmak.
b - Veled-i Kâlbî denilen "Vicdân"ın teşekkül etmesi.
c -  Nefs murâkabe ve tasfiyesi üzere olmak.
d - İnsanlığın acılardan uzaklaştırılması, fertlerin gönüllerinin inşirâha kavuşturularak, dünyâ ve âhiret saadetine ulaştırılması.
e - Kur'ân sûre ve âyetlerini okumak.
f - Namaz (Salât), emredilen şekil üzere ibâdet etmekdir.

3. NEFSİN İBADETLERİ: Bunlar da altı maddedir.

a - Kemâlleşmek, nefsin tezkiyesi.
b - Namaz.
c - İnfâk (Sadaka, zekât vs.)
d - Hâc etmek.
e - Tevhîd etmek.
f - Oruç (savm) tutmak.

4. BEDENİN İBÂDETLERİ: Bunlar da, namaz, oruç, hâc, harâmdan sakınmakdır. Görülüyor ki, "Namaz" bu dört tarz ibâdetde de ayrı ayrı yer almıştır. Bu hâliyle "namaz" (salât):

1.ci bölümde: "Mü'minin mi'râcı" olduğu için yer almıştır. Namaz, islâm için öyle bir esasdır ki, hiç bir meşrû mâzeretî olmadan farz namazları terk edenin îmânda ve islâmda yeri olmadığı görüşüne bizi götürmektedir.

Namaz, Kur'ân'ı mecîd'de "zekât''la birlikte seksen sekiz kez emr olunmuştur. En ağır hastalıklarda dahî namaz terk edilemez. Durum icâbı "îmâ" ile olsun farzların ifâ edilmesi emr olunur. Namaz, bülûğ yaşına ulaşan her erkek ve kadına günde beş defa beş vakit de farz kılınmıştır. Ayrıca erkeklere cum'a günü, cum'a namazı kılmaları farzdır. Akıl hastaları ve şerî özürlüler ise bu farzlardan muâfdırlar.

Namaz, kazâya bırakılmamalıdır. Zirâ kazâ namazı, bir bakıma karavanaya giden mermi gibidir. Ola ki, o kişinin Allâh katında bir imtiyazı bulunsun. Bu mümkün olmadığına ve son nefeste dahî farz namazların ifâsı emr edildiğine göre, kazâ namazı kılmak bir tesellidir. Ancak Rabbi'nin mağfiretine kalmıştır.

Namazsız âhlâk-ı Muhammedî bir kul üzerine aslâ teşekkül etmez. Şurası muhakkakdır ki, bir namazın makbûl olabilmesinin iki önemli ve temel şartı vardır: Bunlar, "Beden" ve "Rûh" temizliğidir. Beden temizliğinin ilki ise namaz öncesi mü'minin aldığı "Abdest"dir. Abdest, Farsça bir tâbir olup, "el yıkama suyu" anlamına gelir. Arab dilinde ise buna "Vüdû" adı verilir. Dinimizdeki derin anlamı ise, Allâh huzûruna çıkmak demek olan namaza hazırlık olmak üzere yapılan ve belli kurallan olan temizlikdir. Bu temizlik ile şu maddî ve mânevî fâideler sağlanır:

1. Cisimde temizlik (Abdest âzâlannın sünnet üzerine  yıkanması).

2. Beynimiz, sinir sistemimiz, sempatik ve parasempatik sinir sistemlerimizin uyûm ve intibâk'a hazırlanması, diğer bir ifâde ile bütün vesvese ve mâsivâ'dan sıyrılarak Hakk'a yönelmesidir.

3. Nefsin itâ'ate başlayıp, benliğinden ferâgat etmesi ve bu hâlin bütün âzâsına yayılmasıdır. İslâmın gerektirdiği bütün kulluk teslimiyetine giriş ve âzâlann hârâmdan temizlenmesi vaâdı ve sözüdür. Bizi "namaz"a dâvet eden "Ezân"nın anlamı ise:

1. Gaflet'e dâlan nefsin îkâzı, "Allâh"a "Elest bezminde" kul'un verdiği sözü hatırlatmak, huzûru İlâhiyye çıkma vaktinin geldiğini müjdelemekdir. Nitekim, Kur'ân-ı Mecîd'de bu hâdise şöyle nakl edilir: "Misâl âlemi yaratılmazdan önce ruhlar yaratıldığında, "Bezm-i elest"de Cenâb-ı Hakk rûhlara seslenerek: "-Elestü bi-rabbiküm" -Ben sizin Rabbiniz değil miyim? -hitâb-ı izzetine, rûhlar isti'dâtlarına göre cevap vererek, îmân ehli: "Kâlû belâ" "Evet. Sen bizim Rabbimizsin." dediler.

2.Gönül'e âşığının kendisini beklemekte olduğunu müjdelemektedir.

Ezân-ı şerîf'deki dört tekbîr'in mânâları ise:

1. nci tekbîr, GÖNÜL'e hitâbdır.

2. nci tekbîr, RUH'a hitâbdır.

3. nci tekbîr, NEFS'e hitâbdır.

4.nci tekbîr, VÜCÛD'a hitâbdır.

İki defa TEVHİD söylenmesi: Fâhr-i Kainât Efendimiz'in zikridir. Bunun biri NEFS'e, diğeri RUH'adır.

İki kere namaz'a davetin, biri GÖNÜL'e, diğeri RUH'adır.

İki kere FELÂH'a davet, biri GÖNÜL'e, diğeri RUH'adır.

Tekrar iki kere TEKBÎR, biri RUH'a, diğeri NEFS'edir.

Son TEVHİD ise, sadece GONÜL'e hitâbdır, sesleniştir.

Farz olan namazın şeklî husûsiyetleri, O'nun taklid yönüdür. Bunun "Mi'râç-namaz"a aday olabilmesi, ancak yukarıda zikredilen inceliklerin yerine getirilebilmesine bağlıdır. Şübhesiz, taklidî namazlar da makbûldür. Ancak, diğerleri gibi fazîleten yüksek olamazlar. Kulu, kulluğu ile Hakk'a yaklaştıramazlar. Halbuki kulluk ve ibâdetden garaz, kulu Hakk'a, âbid'i Ma'bûda kavuşturmakdır.

Kul, kulluğunda her gün kendini yenileyip, aşmalıdır. Zirâ, bir hadis emri gereği "- Mü'minin bir günü diğer gününe denk olmamalıdır. Çünkü denk olan mü'min ziyandadır" emr-i peygamberîsi vardır. Yine Kur'ân-ı Kerîm'de Rahmân Sûresinde me'âlen: "- Rabbin her ân ayrı bir şe'n" (Oluş ve yeni yaratışlar manzûmesi) içindedir." denilmektedir. Kullarının da aynı noktada kalmayıp, Allâh sevgi ve saygısında her ân inkişâf ederek bu şevk ile ibâdet etmesini kuluna işaret eden Allâh (C.C.), bu aşk ve şevke giden yolun kapısının hâkimi ve ma'rifetu'llâh beldesi rehberinin kendi Resûlü olduğunu ve O'nun Resûlünde "Fenâ fi'r-Resûl" (Resûlü Ekrem Efendimizin sevgi, aşk ve saygısında istiğrak derecesinde eriyip gitmedikçe) olmadıkça, gerçek mü'min ve gerçek âbid olamıyacağımızı, bize işâret etmektedir. Kul, her ân Hakk yolunda kemâlleşmek mecburiyetindedir.

<Devam Edecek>

Derleyen : İbrahim Beğen
Pamuk Yayıncılık

http://sufizmveinsan.com

15.01.2002

 


Üst Ana sayfa e-mail