| 108
    - "Kâinât, Allâh'ın izhârıyla vardır. Allâh, ehâdiyetinde, zât-ı
    ilâhî'sinde vardı. Her şey O'nun izhânyla vâr oldu." Allâh,
    kendi aşkıyla zât'ından zât'ına tenezzül ederek baktı ve bu bakışıyla
    zuhûr eden nûrdan Hz. Muhammed (S.A.V.) oldu. Hz. Muhammed, Allâh'ın kemâlâtının
    aynasıdır. Ehadiyet-i zâtiyesinden "Ahmed" zuhûr etti. O da
    Hz. Muhammed'dir. Allâh, Hz. Muhammed'i ızhar etti ve sen de ondan zuhur
    ettin. Bu zuhûrât, onun vücûdunun gölgesidir. Bütün kâinâtın varlığı
    Allâh iledir. Binaenaleyh ey âşık! Aslını unutma, yine oraya döneceksin.
    Kâinat yoktur, mevhumdur. Varlığı ve zuhûru Allâh'ın zuhûru iledir.
    Öyle ise ey salik, sen de yoksun, onun varlığı ile varsın.
    Methedilirsen, medhedenlere aldanma, kendine bak, kendinde bir şey olup
    olmadığına bak. Göreceksin ki, sende bir şey yok. Varlığın Allâh
    iledir. O vakit övenlerin övmelerine sevinmemen gerekir. Bu ahvâlde
    nefsine; "Ey nefis! Sende hiçbir şey yoktur ve hiçbir şey yapacak
    kudrette de değilsin. Onların sende gördükleri Allâh'dandır. Binâenaleyh
    gururlanmana lüzûm yok. Sen ancak kötü ahlâk sahibisin!" der. 109
    - "Hakîkî mü'min, meth olununca Allâh'dan hayâ eder. Çünkü
    methe lâyık olmadığını bilir. Allâh'a "yâ Rabbi! Bunların
    methinden beni muhâfaza eyle der." Metihten
    sevinme, zemden de yerinme, üzülme. Sadece istiğfar et. Belki gelecekte
    zem ettikleri gibi olacaksın da, Allâh sana şimdiden hatırlatıyor.
    Bunun için tedbir olarak istiğfâr etmekliğin lâzım. Her şeyde Hz.
    Muhammed (S.A.V.) Efendimiz'e uyacağız. Ayet:
    "Ey Habîbim! Sen söyle, eğer onlar Allâh'ı sevmek istiyorlarsa,
    seni sevsinler." 110
    - "Ey mü'min! Seni methettikleri zaman, kendini unutma. Sen methe lâyık
    değilsin. Nefsine bir bak o, çok fenâdır." 111
    - "Ey âşık! Halkın lisânı Hakk'ın lisânıdır. Allâh seni
    kulları ile methettiği zaman, methedenin Allâh olduğunu gör. Ve şöyle
    de: Yâ Rabbî! Ben methe lâyık değilim. Ne ulu Allâh'sın? Bütün günâhlarımı
    örtüp, beni methediyorsun. Beni bırakma, sana ne kadar şükretsem azdır.
    Sana sığınırım. Böyle
    metholundukça, kendini hor gör ve kork. Bir zaman gelir sen ortadan kalkar
    ve nefsinden kurtulursun. Zem
    edilince de, nefsine bak ve: "Ey nefsim! Seni biliyorum, horsun ve fenâsın.
    Allâh, senin bütün fenâlıklarını örttü de methediliyorsun" de. Medh
    ile zem, bir olduğu zaman, sen ortadan kalkmış olursun. Çünkü metheden
    ve methedilen O'dur. Öyle ise sen yoksun. 112
    - "Mânevî nûrların parladığı yer, evliyâullâh'ın kalpleri ve
    sırlarıdır." Mü'minin
    kâlbi beş hassa ile kuşatılmıştır: 1.
    Kâlp: İçinde "Süveyda" vardır. Bu bir nûrdur. Doğruca zât-ı
    pâk-i ilâhîye'ye nâzırdır. Yeri, sol memenin iki parmak altıdır. 2.
    Rûh: Sağ memenin iki parmak altıdır. 3.
    Sır: Sol memenin iki parmak üstüdür. 4.
    Hafî: Sağ memenin iki parmak altıdır, 5.
    Ahfâ: Göğüsteki nûr'dur. Bu beş mertebenin hepsinin birer nûru vardır. Kâlbin
    nûru açık mâvi, Rûhun nüru kırmızı. Sırrın
    nûru beyâz, Hafînin
    nûru siyâh, Ahfânın
    nûru zümrüt yeşilidir. Bu
    beş mertebeyi vücûdunda temizleyen kişi de Allâh'ın nûru tecellî
    eder. Ebû
    Şâzelî (K.S.) hazretleri buyuruyor: "- Eğer velînin hakîkatini
    Allâh bildirse idi, ona tapılırdı." Velînin hakîkati, hakîkat-i
    Muhammediye'dir. Onun da hakîkati Allâh'dır. Âyet:
    "- Ey mü'minler! Hakîki îmân ile imân ediniz." Yâni
    inânışınızı hakîkatla teyit ediniz. Kul
    Allâh olamaz, fakat Allâh kendi evsâfını kula geçirir. Meselâ demir
    ateş olamaz. Fakat demiri ateşe sokunca, ateş gibi olur, kızarır. Demir
    ateş değil, ama ateşin vasfını almış durumdadır. Nereye dokunsan
    yakar. Verilen
    bâzı nûr ile kâinâttaki her il-mi bilirsin. Bâzı nûr ile zât-ı pâk-i
    ilâhî'si hakkında ilim peydâ edersin. 113
    - "Sâlik kendine gelen nûr'a kanacak olursa, yerinde kalır. Halbuki
    maksat Allâh'dır." Sâlik'e
    gelen nûru (ilim, marifet) Allâh örter. Eğer açık olursa kıymeti
    kalmaz. Allâh evliyâullâh'ın nûrunu gayretinden örter. Böylece o zat
    bu nûra kanıp da tavakkuf etmez. Allâh,
    bazı kere sevdiği velisine semâ ve arzda bazı kapılan açar. DİNİN
    DİREĞİ,MÜ'MİNİN Mi'RACI NAMAZ
 NAMAZ: Dinin
    Direği ve Mü'minin Mi'râcı namazdır,Lügat mânâsı ile "İslâm", yaradanına ve O'nun kurduğu ilâhî
    nizâma "Teslim olmayı" ifâde eder. Bu teslimiyyetin en vecîz
    şekli ise, "abd" (kul)'ın "Hâlik" (Yaratıcı)'ına
    "ibâdet''i (kulluğu) ile ifâde edilebilir.
 İbâdet'in
    İslâm terminolojisindeki ismi, Farsça "namaz", Arapça
    "salât"dır. İslâmda ibâdetler; farz, vâcib, sünnet ve nâfile
    ibâdetler olarak, önem derecelerine göre sıralanırlar. Öte yandan
    "ibâdet" kelimesi geniş mânâsı ile şöyle açıklanabilir: 1.
    GÖNLÜN İBÂDETİ: "Allâh'a âşık olmak, Aşkullâh, Zikr-i dâ'îm
    ve Ân-ı dâ'îm üzere olmakdır. 2.
    RÛH'UN İBÂDETİ: Bu da altı kısımda incelenebilir. a
    - Allâh'ı zikretmek, anmak.b - Veled-i Kâlbî denilen "Vicdân"ın teşekkül etmesi.
 c -  Nefs
    murâkabe ve tasfiyesi üzere olmak.
 d - İnsanlığın acılardan uzaklaştırılması, fertlerin gönüllerinin
    inşirâha kavuşturularak, dünyâ ve âhiret saadetine ulaştırılması.
 e - Kur'ân sûre ve âyetlerini okumak.
 f - Namaz (Salât), emredilen şekil üzere ibâdet etmekdir.
 3.
    NEFSİN İBADETLERİ: Bunlar da altı maddedir. a
    - Kemâlleşmek, nefsin tezkiyesi.b - Namaz.
 c - İnfâk (Sadaka, zekât vs.)
 d - Hâc etmek.
 e - Tevhîd etmek.
 f - Oruç (savm) tutmak.
 4.
    BEDENİN İBÂDETLERİ: Bunlar da, namaz, oruç, hâc, harâmdan sakınmakdır.
    Görülüyor ki, "Namaz" bu dört tarz ibâdetde de ayrı ayrı
    yer almıştır. Bu hâliyle "namaz" (salât): 1.ci
    bölümde: "Mü'minin mi'râcı" olduğu için yer almıştır.
    Namaz, islâm için öyle bir esasdır ki, hiç bir meşrû mâzeretî
    olmadan farz namazları terk edenin îmânda ve islâmda yeri olmadığı görüşüne
    bizi götürmektedir. Namaz,
    Kur'ân'ı mecîd'de "zekât''la birlikte seksen sekiz kez emr olunmuştur.
    En ağır hastalıklarda dahî namaz terk edilemez. Durum icâbı "îmâ"
    ile olsun farzların ifâ edilmesi emr olunur. Namaz, bülûğ yaşına ulaşan
    her erkek ve kadına günde beş defa beş vakit de farz kılınmıştır.
    Ayrıca erkeklere cum'a günü, cum'a namazı kılmaları farzdır. Akıl
    hastaları ve şerî özürlüler ise bu farzlardan muâfdırlar. Namaz,
    kazâya bırakılmamalıdır. Zirâ kazâ namazı, bir bakıma karavanaya
    giden mermi gibidir. Ola ki, o kişinin Allâh katında bir imtiyazı
    bulunsun. Bu mümkün olmadığına ve son nefeste dahî farz namazların ifâsı
    emr edildiğine göre, kazâ namazı kılmak bir tesellidir. Ancak Rabbi'nin
    mağfiretine kalmıştır. Namazsız
    âhlâk-ı Muhammedî bir kul üzerine aslâ teşekkül etmez. Şurası
    muhakkakdır ki, bir namazın makbûl olabilmesinin iki önemli ve temel şartı
    vardır: Bunlar, "Beden" ve "Rûh" temizliğidir.
    Beden temizliğinin ilki ise namaz öncesi mü'minin aldığı "Abdest"dir.
    Abdest, Farsça bir tâbir olup, "el yıkama suyu" anlamına
    gelir. Arab dilinde ise buna "Vüdû" adı verilir. Dinimizdeki
    derin anlamı ise, Allâh huzûruna çıkmak demek olan namaza hazırlık
    olmak üzere yapılan ve belli kurallan olan temizlikdir. Bu temizlik ile şu
    maddî ve mânevî fâideler sağlanır: 1.
    Cisimde temizlik (Abdest âzâlannın sünnet üzerine  yıkanması). 2.
    Beynimiz, sinir sistemimiz, sempatik ve parasempatik sinir sistemlerimizin
    uyûm ve intibâk'a hazırlanması, diğer bir ifâde ile bütün vesvese ve
    mâsivâ'dan sıyrılarak Hakk'a yönelmesidir. 3.
    Nefsin itâ'ate başlayıp, benliğinden ferâgat etmesi ve bu hâlin bütün
    âzâsına yayılmasıdır.
    İslâmın gerektirdiği bütün kulluk teslimiyetine giriş ve âzâlann hârâmdan
    temizlenmesi vaâdı ve sözüdür. Bizi "namaz"a dâvet eden
    "Ezân"nın anlamı ise: 1.
    Gaflet'e dâlan nefsin îkâzı, "Allâh"a "Elest
    bezminde" kul'un verdiği sözü hatırlatmak, huzûru İlâhiyye çıkma
    vaktinin geldiğini müjdelemekdir. Nitekim, Kur'ân-ı Mecîd'de bu hâdise
    şöyle nakl edilir: "Misâl âlemi yaratılmazdan önce ruhlar yaratıldığında,
    "Bezm-i elest"de Cenâb-ı Hakk rûhlara seslenerek: "-Elestü
    bi-rabbiküm" -Ben sizin Rabbiniz değil miyim? -hitâb-ı
    izzetine, rûhlar isti'dâtlarına göre cevap vererek, îmân ehli: "Kâlû
    belâ" "Evet. Sen bizim Rabbimizsin." dediler. 2.Gönül'e
    âşığının kendisini beklemekte olduğunu müjdelemektedir. Ezân-ı
    şerîf'deki dört tekbîr'in mânâları ise: 1.
    nci tekbîr, GÖNÜL'e hitâbdır. 2.
    nci tekbîr, RUH'a hitâbdır. 3.
    nci tekbîr, NEFS'e hitâbdır. 4.nci
    tekbîr, VÜCÛD'a hitâbdır. İki
    defa TEVHİD söylenmesi: Fâhr-i Kainât Efendimiz'in zikridir. Bunun biri
    NEFS'e, diğeri RUH'adır. İki
    kere namaz'a davetin, biri GÖNÜL'e, diğeri RUH'adır. İki
    kere FELÂH'a davet, biri GÖNÜL'e, diğeri RUH'adır. Tekrar
    iki kere TEKBÎR, biri RUH'a, diğeri NEFS'edir. Son
    TEVHİD ise, sadece GONÜL'e hitâbdır, sesleniştir. Farz
    olan namazın şeklî husûsiyetleri, O'nun taklid yönüdür. Bunun "Mi'râç-namaz"a
    aday olabilmesi, ancak yukarıda zikredilen inceliklerin yerine
    getirilebilmesine bağlıdır. Şübhesiz, taklidî namazlar da makbûldür.
    Ancak, diğerleri gibi fazîleten yüksek olamazlar. Kulu, kulluğu ile
    Hakk'a yaklaştıramazlar. Halbuki kulluk ve ibâdetden garaz, kulu Hakk'a,
    âbid'i Ma'bûda kavuşturmakdır. Kul,
    kulluğunda her gün kendini yenileyip, aşmalıdır. Zirâ, bir hadis emri
    gereği "- Mü'minin bir günü diğer gününe denk olmamalıdır.
    Çünkü denk olan mü'min ziyandadır" emr-i peygamberîsi vardır.
    Yine Kur'ân-ı Kerîm'de Rahmân Sûresinde me'âlen: "- Rabbin her
    ân ayrı bir şe'n" (Oluş ve yeni yaratışlar manzûmesi) içindedir."
    denilmektedir. Kullarının da aynı noktada kalmayıp, Allâh sevgi ve saygısında
    her ân inkişâf ederek bu şevk ile ibâdet etmesini kuluna işaret eden
    Allâh (C.C.), bu aşk ve şevke giden yolun kapısının hâkimi ve
    ma'rifetu'llâh beldesi rehberinin kendi Resûlü olduğunu ve O'nun Resûlünde
    "Fenâ fi'r-Resûl" (Resûlü Ekrem Efendimizin sevgi, aşk
    ve saygısında istiğrak derecesinde eriyip gitmedikçe) olmadıkça, gerçek
    mü'min ve gerçek âbid olamıyacağımızı, bize işâret etmektedir.
    Kul, her ân Hakk yolunda kemâlleşmek mecburiyetindedir. <Devam
    Edecek> Derleyen
    : İbrahim
    BeğenPamuk Yayıncılık
 http://sufizmveinsan.com
 15.01.2002
   
      
 |