rta
Asya Türk tasavvuf şiirinin öncülerinden, Yeseviyye
tarikatının kurucularından, şeyh ve pir-i Türkistan gibi sıfatlarla
anılan Ahmed Yesevi’nin Batı Türkistan’da Sayram kasabasında
dünyaya geldiği bildirilir. Doğum tarihine ait kesin
bir kayıt bulunamamıştır. Önce annesinin, ardından da
Babası Şeyh
İbrahim’in vefatından sonra ablası ile birlikte
Yesi şehrine yerleşmeleri dolayısıyla, Ahmed adının yanına
“Yesili” manâsına gelen
Yesevi lakabı eklenir.
Daha
küçük yaşlarındayken birtakım tecellilere mazhar olması
ve olağanüstü halleri ile çevresinde dikkât çeker. Yedi yaşında
Arslan Baba’ya bağlanarak ondan batın ilmi öğrenir. Arslan
Baba adlı bir zatın gerçekten yaşayıp yaşamadığı
bilinemese de bazı rivayetlerde onun Resulullah’ın
(s.a.v) ashabından olduğu, dört ya da yedi yüz yıl
yaşadığı anlatılır. Menkıbelere göre, bir gün
gazvelerin birinde aç kalan sahabe,
Hz. Muhammedin’in huzuruna gelip yiyecek ister. Hz. Muhammed’in (s.a.v) duası üzerine Cebrail (a.s)
cennetten bir tabak hurma getirir.Ashab, hurmaları paylaşırken
bir hurma tanesi yere düşer. Cebrail (a.s) Resulullah’a
hitaben, yere düşen hurmanın O’nun ümmetinden birine ait
olduğunu bildirir. Hz.
Muhammed (s.a.v) “
bu hurmayı sahibine kim teslim edecek? ” diye sorunca
Arslan Baba , o göreve talip olduğunu bildirir. Hz.Resulûllah,
kendi eliyle hurmayı Arslan Baba’nın damağına yerleştirir.
Ve hurmanın sahibini nerede bulacağını, onu nasıl
yetiştireceğini anlatır. Bunun üzerine Arslan Baba, nice yüzyıl
sonra Yesi’ye
gelir ve Ahmed’i
çocuklarla oyun oynarken bulur.
Ona henüz bir şey söylemeden,
Ahmed, emaneti kendisine teslim etmesini ister.
Arslan
Baba,
damağında sakladığı hurmayı çıkarıp verir. (Bir
rivayete göre de Hz. Muhammed’in verdiği hırkayı
giydirir.)Ayrıca ona bin bir zikir telkin eder. Bu olaydan bir
süre sonra da vefat eder.
Divan-ı
Hikmet’te bu hadise şöyle dile gelir:
“Yedi
yaşta Arslan Bab’a selam verdim
Hak
Mustafa emanetini lutfedin, dedim
Hem o vakit bin bir zikrini tamam ettim
Nefsim ölüp lâ- mekâna yükseldim işte“
Yesevi,
Aslan Baba’nın vefatından sonra, onun son işaretine uyarak
Buhara’ya gidip dönemin ünlü bilgin ve mutasavvıflarından
Şeyh Yusuf Hemadani’ye bağlanır. Onunla birlikte birçok
seyahat yapar. Şeyhi henüz hayattayken halifeler arasında
üçüncü sıraya yükselir. Hemedani vefat edince, Şeyh
Abdullah Berki ve Şeyh
Hasan-i Endaki’nin ardından
irşad sırası kendisine gelir. Burada bir müddet görevine
devam ettikten sonra, müridlerini şeyhinin dördüncü
halifesi olan Hoca Abdülhalik Gücdüvani’ye
teslim ederek Yesi’ye geri döner. Ahırete intikal edene
kadar bu şehirde kalıp irşad görevini sürdürür.
Rivayetler farklı olmakla birlikte, hikmetlerden anlaşıldığı
kadarıyla seksen-
seksen dört yıl
yaşadığı söylenmektedir.
Kuvvetli
bir medrese tahsili yanı sıra tasavvufu da iyice öğrenen, Arapça
ve Farsça’yı anadili gibi kullanan Yesevi, devrinin
birçok mutasavvıfı gibi bir alanda kalmakla yetinmeyip İslamiyet’i yeni kabul etmiş yerleşik ve göçebe Türkleri zahir ve batın ilimlerde aydınlatır,
İslam’ın esaslarını, şeriat hükümlerini, tarikatın
adab ve erkanını öğretir. Savaşın, zulmün, kargaşanın hüküm
sürdüğü bir ortamda onları hakikâte ve birliğe davet
eder. Bu amaçla söylediği tasavvufi şiirlerinde özellikle
yalın bir Türkçe’yi, halk söyleyiş ve üslubunu
kullanmaya gayret eder. Hikmet
adı verilen bu şiirler çok geniş bir alanda nüfuzunu devam
ettirir ve Yunus
Emre’den başlayarak birçok kuşakta etkisini gösteren
yepyeni bir söyleyişin tohumları atılır.
“Anlamıyorlar
alimler konuştuğumuz Türkçe’yi
Ariflerden duyunca açar gönül mülkünü
Ayet
hadis manâsı Türkçe olsa uygundur
Manâsını kavrayanlar yere koyar börkünü”
şeklindeki
sözleri de bu çabasının kanıtı olmaktadır.
Vefatından
çok sonra, on altıncı yüzyılda Divan-ı
Hikmet adıyla bir divanda toplanan hikmetler, dervişleri
vasıtasıyla en uzak Türk topluluklarına
ulaştırılır. Bu manzumeler aynı zamanda Yesevi
Hazretlerinin hayatı, tahsili, sülûku, ulaştığı makam ve
mertebelere dair ipuçları vermektedir.
Onu
hikmetlerde kimi zaman vahdet zevkiyle coşup
“Arş
ve kürsü yürüdüm, levh ve kalemi gördüm
Vücud şehrini gezdim, dedim bu can içinde“
derken,
kimi zaman da melamet havasıyla nefsini hesaba çekip yerden
yere vuran bir kimlikte
buluruz:
“Ey
dostlar bilmedim ben hiç yolumu
Saadete bağlamadım ben belimi
Gıybet sözden ayırmadım ben dilimi
Nâdanlığım beni rüsva kıldı dostlar “
Hazreti
Muhammed( s.a.v) altmış üç yaşında vefat ettiği için,
kendisinin de aynı yaşa geldiğinde tekkesinin avlusunda,
toprak altına bir hücre kazdırıp kalan ömrünü burada geçirdiği
rivayet edilir.
Divan-ı Hikmet’inde geçen şu mısralar rivayeti doğrular
niteliktedir:
“Eya
dostlar,kulak verin dediğime,
Ne sebepten altmış üçte girdim yere?
Mirâç üstünde Hak Mustafa ruhumu gördü,
O sebepten altmış üçte girdim yere”
1166
yılında Yesi şehrinde vefat eder. Kendisinden çok sonraki dönemlerde
yaşayan hükümdar Timur’un rüyasına
girip ona zaferi müjdelemesi ve zaferin gerçekleşmesi üzerine zaten bir ziyaret yeri haline gelmiş türbesi Timurlenk
tarafından görkemli bir tarzda yeniden yaptırılıp külliye
haline getirilir.
Ahmed
Yesevi’nin ölümünden sonra kurulan Yesevi
tarikatı, Seyhun, Taşkent, Maveraünnehir ve Harzem sahalarına
yayılmakla kalmaz, XIII. yy.’ da Anadolu’ da Haydariye,
Bahai ve Bektaşi tarikatlarını etkiler. Nakşibendilikte de
bu tarikattan izler bulmak mümkündür. İnanç ve
tarikat adabında Türklerin milli kültür, örf ve adetlerine
uygun taraflar bulunması Yeseviliğin Türkler arasında bu
denli yaygın olmasını açıklayabilecek sebeplerden biri sayılmaktadır.
Ahmed
Yesevi’nin şeriat ile tarikatı kolayca telif etmesi Sünni
Türkler arasında bu anlayışın süratle yayılıp
yerleşmesini ve daha sonraki tarikatların nüvesini teşkil
etmesini hızlandırmıştır.
Ahmed
Yesevi, Allah ehli ve gönül insanı olarak zaman sınırlarını
aşıp nice gönüllere seslenmektedir.
http://sufizmveinsan.com
06.06.2001
Yeni
Dünya Dergisi
Temmuz 2001
Yedi İklim Dergisi
Temmuz 2002
Kaynakça:
İslam
Ansiklopedisi.
Ahmed Yesevi Hikmetleri; İbrahim Hakkulov.
Türk Edebiyatı Tarihi ; Seyit Kemal Karaalioğlu, c. 1.
|