Yaşadıkça hastalanmak
Yaşam
süresine ilişkin beklentilerimiz her geçen gün daha fazla artıyor.
Ancak yaşlılık günlerinin uzaması, insanları Alzheimer hastalığıyla
karşı karşıya bırakıyor.
Trajik bir paradoks. Ortalama insan yaşı her geçen gün artıyor, ama
onunla birlikte ne yazık ki Alzheimer hastalarının sayısı da... Halk
arasında erken bu-nama diye adlandırılan bu hastalık, 60'lı yaşlarda
kendisini hissettiriyor. 85 yaş ve üstü her 5 kişiden biri ise,
kesinlikle Alzheimer hastası. Gelişmiş Batı Avrupa ülkelerinde
(ortalama yaş bu ülkelerde çok yüksek), her yıl 100.000 yeni Alzheimer
vakasına tanık olunuyor. Asıl, gelecekte durum daha endişe verici
boyutlara ulaşacak. Çünkü, şu anda Avrupa yaş ortalaması erkeklerde
74, kadınlarda ise 82. Gelecek 10 yıl içinde bu rakamların daha da
yukarı çıkacağı belirtiliyor. Bu da, çok daha fazla Alzheimer hastası
demek.
Hemen belirtelim, bu hastalığın kesin tedavisi henüz yok. Ancak
çalışmalar iki koldan ilerliyor. Bilim adamları hastalığı önleyecek
yöntemleri incelerken, büyük ilaç şirketleri de hastalığı tedavi
edecek ya da en azından gelişmesini durduracak mucizeler peşindeler.
Çünkü, her iki alanda da elde edilecek başarının getirisi çok yüksek.
Eğer hastalığın ilk belirtilerinin ortaya çıkması bir yıl geriye
atılabilirse, ilerde hastalığın yoğunluğu yüzde 25 oranında, 5 yıl
geriye atılabilirse, yüzde 50 oranında azalabiliyor.
İlk kez 1907
tarihinde Alman nörolog Alois Alzheimer tarafından tanımlanan bu beyin
hastalığı, yaşlılık öncesi bunamaların (presenil demans) yüzde 75'ini
oluşturuyor. Koşullardan bağımsız olarak, kadınlarda erkeklerden daha
fazla görülüyor. Hastalığın en tipik belirtileri bellek
rahatsızlıklarıyla ortaya çıkıyor. Hasta, yakın tarihte yaşadığı
şeylerle ilgili hafıza boşlukları sergiliyor. Örneğin, geçen yaz
tatilini nerede geçirdiğini ya da bir önceki gece arabasını nereye
park ettiğini hatırlayamıyor. Bazen gece ile gündüzü karıştırıyor,
herkesin çok iyi bildiği 1919 ( Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcı), 1923
(Cumhuriyet'in ilanı) gibi tarihleri unutuyor. Daha sonra afazi
durumu, yani duyulanı anlama ve komünikasyon becerisinin bozulması ile
ilgili rahatsızlıklar ortaya çıkıyor. Hasta konuşurken uygun kelimeyi
bulamıyor, onun yerine eşanlamlı arayışına giriyor. Bu aşamayı, karar
verme ve işleri yürütmeye yönelik rahatsızlıklar izliyor. Dikkat
dağılımı, bir iş üstünde yoğunlaşamamak gibi. Bu aşamada, hasta hâlâ
otomobilini kullanabiliyor, ama zaman zaman ters yöne girdiği de
oluyor.
İlk belirtilerden ortalama 4 yıl sonra, agnozi (nesneleri tanıma ya da
neye yaradıklarını bilmede güçlük) sorunları beliriyor. Hasta,
ilerleyici derecede gerçek ile ilişkisini kaybediyor. Örneğin
televizyonu açmak isterken, fırının düğmesini çeviriyor. Ardından
yavaş yavaş kimliğini yitiriyor ve sonunda kendi kendisine
yabancılaşıyor. Bu noktada, artık en yakınındaki insanları bile
tanıyamaz hale geliyor. Ve sonunda uygulamaya yönelik rahatsızlıklar
geliyor. Hasta, günlük yaşam içindeki en sıradan davranışları bile
(kapı açmak, lambayı yakmak gibi) yapamıyor. Bu aşamadan itibaren,
hastanın 24 saat, tıpkı yeni doğan bir bebek gibi kontrol altında
tutulması gerekiyor.
Korteks
yapısındaki astrositler (çekirdekleri mavi, sitoplazmaları yeşil
renkte) nöronların besleyici hücrelerini oluşturuyorlar.
Bütün bu aşamalar boyunca, hasta tipik belirtilerin yanı sıra,
davranış ve duygu-durum bozuklukları (örneğin üzüntülü hal, sürekli
sinirlilik, hatta saldırganlık) ve yargılama yitimi (basit bir
restoranda, garsona çok yüklü bir bahşiş vermek gibi)
sergileyebiliyor. İlk belirtilerden ölüme kadar, ortalama 10 yıl
geçiyor. Kimi hastalarda ölüm 2 yıl, kimi hastalarda ise 20 yıl içinde
gerçekleşiyor.
Günümüzde bazı test ve sorularla, kişinin Alzheimer hastası olup
olmadığına karar verilebiliyor. Önce hasta için "mümkün" raporu
veriliyor. Daha sonra, diğer rahatsızlıklar elendikçe, bu "olası"ya
dönüştürülüyor. Testler özel kliniklerde yapılıyor ve erken teşhis,
hastalığın gelişimi açısından çok önemli. Bu nedenle, entelektüel
işlevlerde normal dışı rahatsızlıklar saptanır saptanmaz, hemen bir
doktora ya da özel kliniğe başvurmakta yarar var.
Alzheimer
hastalığı, diğer yaşlılık hastalıklarından hem belirtileri hem de
beyindeki hasar açısından farklılık gösteriyor. Bu açıdan, Alzheimer
hastalığını diğer bunama sorunlarıyla karıştırmak mümkün değil. Bir
kere Alzheimer has-talığı, beynin temporal lobunun iç yüzünde bulunan
hipokampus bölgesinin hasara uğramasından kaynaklanan bir hastalık.
Hipokampus
bölgesinin zayıflaması ve körelmesi, Alzheimer hastalığının erken
aşamasında ortaya çıkabildiği gibi, böyle olmayabiliyor. İşte bu
nedenle, MR (manyetik rezonans) görüntüsü, Alzheimer teşhisinde
kesinlik taşımıyor. Bunun için, artı test ve sorular gerekiyor.
Alzheimer
hastalığı eşzamanlı ve her ikisi de beyin kabuğunda oluşan iki
fenomenden kaynaklanıyor. Bunlardan birincisi "tau" adı verilen bir
protein. Hücresel mikrotübüllerin normal içeriği olan tau proteini,
nöronların içinde anormal ölçüde birikiyor ve bunun sonucu nörofibril
(Sinir hücrelerinde sitoplazmayı her yönde kat eden ince lifler)
yumakları ve nörotik plaklarda bozulmalar ya-şanıyor. İkincisi ise,
nöronların arasında yer alan ve amiloid plakları denilen protein
depoları. Amiloid plakları, "beta amiloid" adı verilen bir peptidin
anormal birikimiyle oluşuyor. Bu peptid, normal olarak her hücre
tipinde ve doğal olarak nöronlarda bulunan APP (Amiloid Proteini ön
maddesi) adı verilen bir proteinden kaynaklanıyor. Bütün proteinler
gibi, aminoasitlerin art arda dizilişiyle oluşan APP proteini,
nöronların varlığını sürdürmesinde önemli bir rol oynuyor. Ancak,
zamanla, bu protein enzimlerin etkisiyle (alfa, beta ve gamma salgısı
enzimleri) bozuluyor ve belirgin bölgelere dağılıyor. Sonuçta farklı
uzunlukta peptidler oluşturuyor. Bu peptidlerin bazıları kısa (23
aminoasitlik) ve zararsız... 42 aminoasitlik uzun peptidler ise toksik
özellik taşıyor. 40 aminoasitlik orta uzunluktaki peptidler de,
aslında toksik özelliklere sahip; ama, bu özelliklerini plaklar
halinde biriktikleri zaman kazanıyorlar.
Tau proteinine
gelince... Onun görevi ise, nöronların içinde, besleyici öğelerin
ulaşımını sağlayan mikrotübül ağını korumak. Alzheimer hastalarının
beyninde bu proteine çok fazla miktarda rastlanıyor. Böyle olunca, bu
beslenme ağını korumak yerine, fazla tau proteini bu ağı kırıyor.
Sonuçta beslenemeyen nöronlar bozuluyor.
Alman nörolog Alois Alzheimer |
Amiloid plaklar
korteksin gri sıvısının (boz maddesinin) tamamında birikirken,
nörofibriler bozulma çok kesin bir yol izliyor. Önce hipokampus
bölgesinde ortaya çıkıyor, daha sonra temporal kortekse (şakak
kabuğuna) yayılıyor. Ardından, bilgilerin çözümlenip hafızaya
kaydedildiği alanlara ulaşıyor ve niha-yet sonunda tüm korteksi
istila ediyor.
Tau proteininin aşırı bir biçimde artması, 75 yaşından sonra her
insanın başına gelen doğal bir olay. Bu normal yaşlanmanın bir
özelliği... Kişiye göre az ya
da çok önemli olabiliyor ve hipokampus bölgesiyle sınırlı kalıyor.
|
Buna karşılık, Alzheimer
hastalığında, bu durum sürekli bir yayılma gösteriyor; ama asıl
önemlisi, her zaman amiloid plaklarla bağlanıyor. Günümüzde amiloid
plaklarla nörofibriler bozulma arasındaki ilişkiyi açıklamaya yönelik
iki teori bulunuyor. "Baptist" adı verilen birinci grubun iddiasına
göre, Alzheimer hastalığının birinci nedeni bu amiloid plaklar.
"Taoist" görüşe göre ise, bu plaklar Alzheimer hastalığının erken
belirtilerinden başka bir şey değil ve hastalığın asıl ve gerçek
nedeni tau proteinlerinin aşırı çoğalması...
Alzheimer hastalığının kalıtsal biçimlerinde, yani aynı aileden birkaç
kişinin Alzheimer hastalığına yakalandığı biçimlerde, araştırmacılar,
birbirinden bağımsız olarak hastalığın gelişimine dahil olan 3 geni
ayrıştırmayı başardılar. Kalıtsal Alzheimer biçimlerinden birinde, APP
geninin (21. kromozomda bulunan ve APP proteinin sentezinden sorumlu
olan gen) değişime uğradığını saptadılar. Bu genin değişime uğradığı
durumlarda, toksik peptidlerin aşırı üretimi gözleniyor. Kalıtsal
Alzheimer hastalığı biçimlerinde saptanan 2. ve 3. genler ise PS1 ve
PS2 genleri. Bunlar, sırasıyla 14. ve 1. Kromozomlarda bulunuyor. Söz
konusu genleri keşfeden Toronto Üniversitesi görevlilerinden Peter
Saint George Hyslop, değişime uğrayan bu genlerin, APP proteininin
toksik peptidlere dönüşmesinden sorumlu olan enzimlerin sentezini
artırdığını söylüyor. Kısacası PS1 ve PS2 genleri, tıpkı APP geni
gibi, toksik peptidlerin üretimini artırıyor ve bunun sonucu amiloid
plaklarının oluşmasını güçlendiriyor. Bu 3 genin değişimi, hastalığın
nedeni konusunda amiloid plaklarını sorumlu tutan grubun görüşlerini
destekliyor. Ne var ki, bu genlerin değişimi, kalıtsal olmayan
Alzheimer hastalarında ne yazık ki görülmüyor.
Alzheimer hastalığına neden olan ve vakaların büyük bir çoğunluğunda
görülen 4. gen ise,19. kromozomda saptanan ve "Apo E" proteininin
üretimini kont-rol eden gen. Apo E ya da apolipoprotein E adı verilen
bu protein, kolestero-lün taşınmasında, nöronların tamiri ve fazla
toksik peptidlerin (A beta peptidi) elenmesinde belirleyici bir rol
oynuyor. Apo E geni dünya nüfusunda üç biçimde bulunuyor: e2, e3 ve
e4. Bu biçimlerin kişilerdeki yoğunluğu ülkeden ülkeye farklılıklar
gösteriyor. Uzmanlar e2 tipi genlere sahip kişilerin, e3 tipi genlere
sahip kişilere oranla Alzheimer hastalığına karşı daha fazla
korunduklarını belirtiyorlar. Hastalığa en açık kişiler, Apo E geninin
e4 tipine sahip olanlar. 19. kromozom sarmalından birinde e4'e sahip
olan kişilerin Alzheimer hastalığına yakalanma riski, ortalama risk
taşıyan kişilerden tam 4 misli daha fazla. Her iki sarmalda da bu
genin e4 tipini taşıyanlarda ise, bu risk 20 katına çıkıyor. Ancak
uzmanlar yine de dikkatli konuşuyorlar. Bu genin e4 tipini taşıyanlar
mutlaka Alzheimer hastası olacak diye bilimsel bir kesinlik yok. Bu
genin varlığı, sadece Alzheimer hastalığına karşı kişiyi daha duyarlı
yapıyor. Yani sadece yüksek bir risk faktörü.
Alzheimer hastası vakalarının çoğunluğunda,
nedenler birden fazla. Uzmanlar bilinç yitimine neden olan kafatası
travmalarını, depresyonu, tiroit bezi yetersizliğini, organizmaya
aşırı alüminyum girişini, aşırı alkol tüketimini, çevresel ve mesleki
etkenleri önemli nedenler arasında sayıyorlar. Yine aynı şekilde
entelektüel faaliyetin önemine değiniyorlar. Entelektüel faaliyet,
hâlâ sağlam kalan nöronlar arasında yeni bağlantılar geliştiriyor ve
bunun sonucu belirtile-rin ortaya çıkmasını geciktiriyor ve son
kertede hastalığın etkisini yavaşlatıyor. Örneğin Alzheimer
hastalığına yakalanan kişiler arasında entelektüel gerileme, ilkokul
mezunları arasında, üniversite mezunlarına oranla tam 20 misli daha
yoğun.
Hasta, Alzheimer hastalığının kalıtsal biçimlerinde
görülen genetik değişimlerden herhangi birini sergilemiyorsa, bu
durumda, amiloid plakların varlığı ve nörofibriler bozulma olayı,
felsefedeki tümdengelim, yani diğer olasılıkları ayıklayarak sonuca
varma yöntemiyle açıklanıyor.
Araştırmacılar, bir risk faktörünün etkisi altında,
APP proteininin işlev bozukluğu üzerinde duruyorlar. Bu işlev
bozukluğu, PS1 ve PS2 enzimleri üstünde etkili oluyor ve sonuçta
toksik peptitlerin (A beta peptidi) elenmesi gerçekleşmiyor. Bir başka
deyişle, amiloid plakların oluşumu toksik peptitlerin aşırı
üre-timinden değil (hastalığın kalıtsal biçimlerinde olduğu gibi)
aşırı depolanmasından kaynaklanıyor.
Nörofibriler bozulmanın sorumlusu olan tau
proteininin aşırı üretimine gelince... Bir grup bilim adamına göre
bunun nedeni, A beta peptidlerinin nörotoksiklik derecesi... "Taoist"
grup tarafından savunulan bu tez, Fransız beyin ve sinir uzmanı Andre
Delacourt tarafından kısa bir süre önce çürütüldü. Ekibiyle birlikte,
Alzheimer hastalarında klinik belirtilerin, nöronlardaki tau
proteininin patolojik birikiminin, beynin tanıma faaliyetlerinin
merkezi olan bölgeye ulaştığı anda ortaya çıktığını kanıtladı.
Günümüzde Alzheimer tedavisinde iki tip ilaç
kullanılıyor. Birinci gruptaki ilaçlar doğrudan hastalıkla ilgili.
İkinci gruptakiler ise değil. Birinci gruptaki ilaçlara "kolinerjik"
ilaçlar adı veriliyor, çünkü nöronların iyi çalışmasını sağlayan
kimyasal bir aracı olan asetilkolinin zarar görmesini engelliyor. Bu
şekilde, henüz sağlıklı olan nöronların randımanını artırıyor. Başka
bir deyişle, bu ilaçların rolü, zarar görüp yok olan nöronları ikame
etmek.
Kolinerjik ilaçlar çok yakın bir tarihte
geliştirildi. Bu gruptan bir ilaç olan takrin, hasta tarafından günde
dört kez alınıyor. En sakıncalı yanı, karaciğer için toksik etkiler
taşıması. 1998 yılında piyasaya sürülen "donepezil" daha elverişli.
Günde bir kez alınıyor ve karaciğer üzerinde toksik etkisi yok. Bu yıl
"galantamin” isimli yeni bir ilaç üzerinde çalışılıyor. Bu
ilaçlar her gün düzenli alındığı takdirde, tanıyıcı fonksiyonların
tamamen yok olmasını önemli ölçüde yavaşlatıyor. Etkileri birkaç aydan
birkaç yıla kadar değişiyor. Doktorlar hastalığın şiddeti ve durumuna
göre, bu tür ilaçlardan birini öneriyorlar.
İkinci gruptaki ilaçları ise "nöro koruyucular"
oluşturuyor. Bunlar E vitamini ve yine Parkinson hastalığının
tedavisinde de kullanılan "selejilin". Bu ikinci grup ilaçların rolü,
nöronların sağlıklı olmalarını sağlamak;
Hemen belirtelim ki, bu iki grup ilaç hastalığı
tedavi etmiyor, sadece hastalığın beyinde yarattığı zararı en aza
indiriyor. Oysa son araştırmalar hastalığı tedavi yöntemlerine ve
evrimini durdurmaya yönelik gelişiyor. Bazı laboratuvarlar zehirli
peptidlerin ve doğal olarak amiloid plakların oluşumunu durdurmaya
yönelik ilaçlar geliştirmeye çabalıyorlar.
Bazı araştırmacılar ise, dikkatlerini yıllardır
yolculuk ishalinin tedavisinde kullanılan "klikinol" isimli
antibiyotik üzerinde yoğunlaştırıyor. Bu antibiyotiğin amiloid
plakları eritici özelliği olduğu ileri sürülüyor. Bu çalışma fareler
üzerinde olumlu sonuçlar vermiş durumda. Alzheimer hastasından alınan
genler, özellikle de değişime uğramış APP geni farelere verilmiş. Bu
farelerin beyinlerinde amiloid plakların oluştuğu gözlenmiş. Bu
plakların çok küçük miktarda bakır ve çinko içerdiği saptanmış. Daha
sonra, bu farelere "klikinol" enjekte edilmiş ve bu antibiyotiğin
çinko ve bakıra bağlanarak amiloid plakları erittiği görülmüş. Ayrıca
benzer bir klinik deney, Massachusetts General Hospital of Boston'da
50 Alzheimer hastası üzerinde deneniyor ve bu yılın sonunda
sonuçlarının alınması bekleniyor.
Bir başka umut ise, Amerikan Elan Pharmaceuticals
şirketinde araştırmacı olarak çalışan Dale Schenk tarafından 1999
yılında geliştirilen aşı. Onun çalışmalarını devam ettiren biri
Torontolu öteki Floridalı iki araştırma grubunun, Alzheimer hastalığı
belirtileri gösteren fareler üzerinde yaptıkları çalışmalar, Nature
dergisinin Aralık 2000 sayısında yayınlandı. Alzheimer hastalığının
tüm belirtilerini gösteren bu farelere, beyinlerindeki amiloid
plaklarından elde edilen bir aşı enjekte edilmiş. Bir süre sonra,
farelerin beyinsel yeteneklerine yeniden kavuştukları görülmüş.
Ardından farelerin beyinlerine otopsi yapılmış ve amiloid plakların
tamamen ortadan kalktığı saptanmış. Aşının etkinliği başka deneylerle
de saptanırsa, tedavi edici değil, ama hastalığı önleyici bir araca
sahip olunacak.
Farklı epidemiyolojik anketler, Alzheimer
hastalığından sakınmanın ya da en azından geciktirmenin mümkün
olduğunu gösteriyor. Örneğin, yüksek tansiyon Alzheimer riskini
artıran bir olay. Ancak, rejim ya da ilaç kullanımıyla yüksek tansiyon
denetim altına alınırsa, Alzheimer hastalığının ortaya çıkma riski
azalıyor. Yine araştırmalar doğrudan ya da değil, kalp ve damar
rahatsızlıklarıyla Alzheimer arasında bir ilişki olduğunu gösteriyor.
Bir başka araştırma ise, Alzheimer ile DHA (dokosaheksanoik asit)
arasındaki ilişki üzerine kurulu. Laboratuvar çalışmaları, Alzheimer
hastalarının kanında DHA'nın bu hastalığa yakalanmayanlardan daha
düşük düzeyde olduğunu açıkça ortaya koymuş. Bu asit ton, alabalık ve
somon balığında bulunuyor. Yani bir başka deyişle, bol miktarda balık
yiyerek Alzheimer'a yakalanma riskini azaltmak mümkün. Bir başka
sürmekte olan çalışma ise, kolesterole karşı kullanılan "statin"
moleküllerinin Alzheimer riskini azaltıp azaltmadığı konusunda.
Antioksidan güce sahip besin maddelerinin (çay, şarap, meyve ve sebze)
tüketilmesinin Alzheimer riskini yüzde 50 oranında azalttığı iddia
ediliyor. Bu sonuca 1991-2001 yılları arasında Fransa'nın Bordeaux
kentinde yaşayan 1.300 yaşlı insan üzerinde yapılan çalışmalar sonucu
varılmış.
Son olarak E vitamininin Alzheimer belirtilerini geciktirdiği artık
hemen herkes tarafından kabul ediliyor. Son yıllarda ortaya çıkan bir
başka durum ise şu: Uzun yıllar boyunca iltihap giderici ilaçları
alanlar ve menopozdan sonra hormon tedavisi görenlerde, bu işlemlerden
uzak duranlara oranla çok daha az Alzheimer vakası görülmesi. Uzmanlar
bunun nedenini henüz açıklayamıyorlar.
http://www.focusdergisi.com.tr/saglik/00170/’ den alınmıştır.
İstanbul - 14.10.2003
http://gulizk.com
|