Kkkkk
Kırmızı. Koyulaşarak ve açılarak
içten içe geçiyor. Başdöndürcü bir yakıcılık. Duvarlar, sokaklar
helezon gibi. Ruhum yanıyor. Ellerimi uzatamam, ellerimi
yakıyor, bakamam, gözlerimi alıyor, orada duramam, boğulacağım.
Ellerim kollarımla içime çekiliyor, yok oluyor. Sirenler
çalıyor, kent sirenlerin sesine boğuluyor, onu bir başka ses
bastırıyor, bir başkası... kırmızı renkler., renkler ve ışıklar
çekilince duvarlar kararıyor. İçim kararıyor. Sirenler bir
uğultuya dönüşüyor. Sirenler, ışıklar, boğuntulu bağırışlar,
ayak sesleri patır patır, patır patır., kent loş, kent karanlık,
kent ruhsuz., araba lastiklerinin cızırtıları, dişlerim ve ruhum
kamaşıyor. İnsanın içini parçalayacak kadar keskin bir bıçak
gibi. İnsanın içi kalmıyor. Bir kadının çığılığı kentin
duvarlarına çarpıyor., çarpıyor ve parçalanıyor., kent sağır,
kent uğultulu, kent kör, kent işlevsiz, kent karabasan. Kör bir
güvercinin duvara çarpışı gibi çarpıyor kadın, yere düşüyor ve
debeleniyor. Vahşi bir kentlinin ayaklan altında, çırpınıyor,
boğuşuyor, boğuluyor. Vahşinin kolları çok güçlü ve uzun,
souluğu korkunç hırıltılı, ruhu acımasız., adam şehvet
kusuyor. Kadın pelte kesiyor, kadın boğuluyor ve kadın... kentin
duvarlarına yapışkan bir koku sinmiş. Sirenlerin sesi kadının
çığlığını boğuyor. Boğucu bir gece. karanlık, uğultulu, bir
dehliz. Bu kent dehlizlerden geçilmiyor. Eline geçirdiği avını
acımasız boğuyor, hırpalıyor, parçalıyor. Alev durvarları
sarmış. Kentin tutsakları birbiriyle yarışıyor, birbirini
boğuyor, birbirini yiyor. Yelkovan rotasını sarmış zaman
tersinden dönüyor. Zamanın neresinde olunduğu bilinmiyor, zaman
yitik. Nazenin bir kadın endamıdır yere serilen. Kadın adamın
ayaklarının altında kadın adamın altında kadın arabanın altında
kadın vahşi bir çığlığın altında kadın bir bıçağın altında,
adamın hırıltılı sesinin, ağır kokulu soluğunun, acımasız
bastırmasının altında. Kadın ölüyor, kadın yok oluyor, pes
ediyor kadın ah kadın yok oluyor. Gevşiyor, geriliyor,
hırıldıyor ve kusuyor... Ölüm öldü, kadın öldü. adam öldü vahşi
bir ses kenti parçaladı. Kadın vahşi bir yalnızlıkta yok oldu.
Dayanamadı izlediklerine, dayanamdı, elini sımsıkı kavradı
arkadaşının, dostunun; tek sığınağının. Birbirine biraz daha
sokuldular. Ve onlar da pes etti... Ellerini gevşetti. Gözlerini
yumdu. Kadın kadın kadın kadı kad ka kkkkkkkkkkkkk Ah vahşinin
dişleri arasında k boğuluyor k yok oluyor kkkkkkk.
Susuyorum
Belki de bu benim ilk ve son cümlem
olacaktı. Öyle olmadı. İlk kez kendimle ilgili bir karar
veriyorum. Öncesinde yaptığım tek şey kendimi olanlara ve
olaylara terk etmekti. Rastlantısal bir yaşamdır benimkisi.
Bunun için kendimden de farklıyım. Söylediklerim benim için de
uçuk, biliyorum. Ben; ben diyorsam bu ben miyim, sen misin, o
mudur, kim? Kendimi hem ayırıyor hem de bir duruma dahil
ediyorken ne yaptığımın bilincindeyim. Kararlıyken, her şey
yolundaydı ve ben artık yaşamın doruğunu yaşayacaktım:
Nasıl yaşayacağım bir bilinmezlik.
Her zaman için bir an doruk oluşturabiliyor. Ben de böyle bir
zamanda kendimi en yüksekte görebiliyorum:
Kimse ne düşündüğümü sormasın bana.
Düşüncelerim içimde yılankavi kıvranıp duruyor. Yaptıklarım,
ettiklerim ve düşündüklerim beni ilgilendiriyor. Ölümcül uykum
da bunun gibi bir şey. Bu kararı verişimin nedeni yorgunluğumdan
bıkkınlığımdan ileri gelmiyor. Günün birinde bir koşu atı olmayı
göze aldığımı çok iyi anımsıyorum. Her şey gün gibi açık ve
bilincim yerinde.
Yaşamımın ayrıntılarını
kaçırmıyorum. Olduğum yerdeyim. Hergün biraz daha yüklendiğim ve
hergün biraz daha kendime birşeyler eklediğim unutulmasın. Bir
tay gibi dağları devirip geçtiğimde, saçımı rüzgâra verdiğimde,
ellerim önümde, adımlarım birbirini kovaladığında ve bir azgın
ırmak gibi akıp taştığımda, bir bora gibi ortalığı kasıp
kavurduğumda, bedenim yayılıp kasıldığında, kaslarım gevşeyip
gerildiğinde, boynumun damarları şişliğinde nerdeyse dışarı
fırladığında, yüzümü kan bastığında, terler şakaklarımda
boncukla-sarak aktığında ben ben olmaktan çıktığımda... da da
daa. ve artık susuyorum, hiçbir şey anlatmadım biliyorum. Hiçbir
şey...
Neden
Kentli ağır uykuda. İnsanları yoğun horluyorlar. milyonlarca.,
hırıltılı bir deviniş. Uyuşanlar ölü gibi yatıyor. Devinenler
deviniyor bir o yan bir bu yana dönüyor. Gıcırtılar horultulara
karışıyor. Ölü bir sesszilik, ölü bir beden, ölü bir ruh.
Denetimi elinde değil adamın kan ter içinde. Bir şeyler
mırıldanıyor uyku arasında. Bir düş mü görüyor, bir karabasan mı
var üzerinde bilinmiyor. Bir amansızlığa yakalandığı ve acı
çektiği belli., yatağında birden ani bir devinişle dönüyor, yüzü
geriliyor, dudaklarından köpükler saçılıyor. Başını yastığı
sürtüyor, sanki bir an gözlerini aralayacak gibi oluyor, yeniden
horlamaya, inlemeye, kıvranmaya başlıyor. Çok geçmeden kuyudan
gelen boğuk ve tiz karışımlı tuhaf bir ses duyuluyor, sonra bir
inilti. Arkadaşı yerinden kalktı, hızla yanına gitti,
yanaklarına dokundu, başını hafif salladı. Uykulu, gözlerini
arladı uyuyan, bir boşluğa bakar gibiydi. Şaşkındı. Gözlerinin
içi kızarıktı. Terler alnında boncuk boncuktu, yüzü ateş
gibiydi. Acı çekmiş bir hali vardı. Birden onun kollarına attı
kendini, üzerine çekti, beni neden kurtarmadın diyerek boğuk bir
çığlık attı. Yakasından tuttu ve sarstı, sanki adamın beyni
yerinden sarsıldı, oynadı. Sonra hıçkırdı. Ölüyordum, ah.. O
kadar bağırdım, çırpındım, sen yanındaydın neden beni
kurtarmadın, neden beni duymadın, neden elimi tutmadın? Elim
kaydı, gittim, korkunç bir uçurumdan düştüm. Arkadaşı onu
tesseli ederken gördüğünün düş olduğunu anımsattı, onu üzerinden
attı ve yerinden kalktı, yanma oturdu, elini kavradı.
Şakaklarındaki terler aktı. Onun gözleri yeniden kaydı, elleri
elerinin arasında gevşedi ve yeniden uyukaldı.
Bir Durum
Yağmur sicim gibi boşaldı, giysileri eprimiş adamın üzerine.
Adam tespih böceği gibi büzülmüş, yitmiş. Sinik, solgun benizli,
bir yere sığınması gerekiyorken, olduğu yerde durmuş. Sanki
olanca yağmurların üzerine boşalmasını bekliyor, olanlara razı,
durgun. Kirpiklerinden, kaşlarından yanaklarına sular akıyor.
Dilinin ucuyla yağmur sularını yaladı. Bir ara derin bir solukla
suları püskürttü.
Ruhun ve bilincin uyanışını
duyumsadı.
Yağmurun altında yürüdü. Adımlarının
ritmini bozmadı. Suyun sesini. Yanından hızla koşarak gidene
baktı, ayaklan şap sup, calp culp sesler çıkarıyor. Adamın
ardından gülümsedi. Adama acıdı mı, tuhaflaştı mı, yoksa
küçümsedi mi, belli olmadı. Güldü, tuhaf tuhaf güldü. O hep
böyle uçuk ve kaçık zamanlarda dolu dolu gülerdi.
Çökük kamburuyla umarsız, hiçbir şey
olmuyormuş, hiç bir şey yokmuş gibi yürüdü. Elini ıslak cebine
sürdü. Sular lastik ayakkabılarından vıcıkladı. Neden sonra,
aklına bir şey gelmiş gibi, birden hızlandı ve gitti. Yağmur
hızlandı, yağmur, damların yağmur oluklarını taştı, saçaklardan
aktı, yağmur borularından fışkırdı, çöpleri silip süpürdü, adam
içinde kaldı, paçalarını aştı, ayak bileklerini aştı. O hiçbir
sundurmaya bir korumalığa sığınmadan yoluna devam etti. "ben
deli değilim" diyerek kente haykırdı. Sesini kendisinden başka
da duyan olmadı. O da duyulsun diye bağırmadı. Yağmur sularıyla
birlikte yürüdü gitti.
yediiklim@yahoo.com
İstanbul - 06.02.2002
http://sufizmveinsan.com
Yedi İklim Dergisi
Ocak 2003
|