Son yaşanan mali kriz ile Türkiye ekonomisinde köklü değişikler yaşandı. Bu değişiklikler bankacılık sektöründe de görüldü. Bankacılığın dünü, bu günü ile karşılaştırıldığında çok büyük farklılıklar gözlenmektedir. Örneğin bir yıl önce yabancı bankalar Türkiyeye gelmeyi düşündüklerinde büyüklük olarak genelde ikinci, üçüncü lig bankaları ile ilgilenirken, bugün aynı fiyatlara birinci lig bankalarını alma fırsatını buluyorlar.

Yaşanan bu sorunun kaynağında bir kaç yanlış strateji bulunmaktadır. Sektörün çok parçalı olma özelliği önemli bir etkendir. Varlıklarına bakıldığında bir çok büyük bankanın mevcut olması beklenirken, dört büyük bankanın endüstri toplamının %34’ünü oluşturması ve en büyük on bankanın bu toplamda %70 oranında aktif değerlere(varlıklara) sahip olması, devlet bankalarının kapital (sermaye) yoksunu olduğunu ortaya çıkartmaktadır. En büyük beş özel banka toplam sermayenin %72’sini oluşturmaktadır. Buradan anlaşıldığı üzere Devlet bankaları büyük olmasına rağmen sermayeden yoksundur. Yeterli sermayeye sahip olan büyük bankaların eksikliği sektörü değişkenlere karşı korunmasız bırakmıştır. Bununla beraber sektörün çok sayıda küçük banka ve kapitali yeterli olmayan dört büyük bankadan oluşması krize davetiye çıkartmıştır. Bu amaçla yeniden yapılanma çalışmaları yapılmktadır. Bankaların birleştirilmesi bu problemi çözmeyi amaçlamaktadır.

Herkesin bildiği gibi bankaların sayılarındaki kabarıklığın da krizdeki rolü büyüktür. Bu kadar zengin ve bankacılık sektörü bu denli gelişmiş olmayan Türkiye’de, yüksek enflasyon nedeni ile bankaların sayısı giderek artmıştır.  Yıllardır asıl amacı mevduat toplayıp bunun kârı ile çok rahat yaşamış olan bankacılık sektörü, yüksek marjlarla( oran) ve düşük verimlilikle çalışmıştır. Yıllardır verimliliğe dikkat etmeyen bankacılık sektörü, enflasyonla birlikte faiz marjları düşünce faaliyet giderlerini bile karşılayamaz oldu. Bunun etkisini bazıları maliyetleri düşürerek karşılamaya çalıştı ama çoğu esas çözümü ilave risk olmakta gördü. Bu sürecin sonunda da ilave risk alanlar battı.

Bu durumu rakamlarla açarsak Türkiye’deki bankacılık sektöründeki faiz gelirleri öncesi net gider %6 idi. Bu oran Avrupa’da %2 dir. Buna karşılık reel faiz gelirlerinin toplam aktiflere (varlıklara) oranı %10-12 idi. Bu oran Avrupa’da %2 civarındadır. Yani yüksek faiz marjlarının olduğu dönemde yüksek verimsizliğe rağmen karlılık çok yüksekti. Sektörün çoğu bu faiz oranlarının sadece enflasyonist ülkelerde görülen bir şey olduğunu ve de enflasyon düşünce bunların kaybolacağını görmediği için marjlar düşünce farkı ilave risk alarak kapatmaya çalıştılar. Hatta 250 dolara dahi günlük faiz veren bankalar oldu. Sonuçta bankalara el konuldu. Ancak bankaların aldıkları aşırı risklerin zararları bunlarla sınırlı değildir. Bankaların daha önce sağlıklı gördükleri birçok şirkete verdikleri, hatta yüksek ipoteklerle verdikleri kredilerin geri dönmeme riski vardır. Buradaki risk yalnızca kredinin geri ödenmemesi değil, aynı zamanda ipotek edilen değerlerin fiyatlarının çok düşmesidir.

Problemler görüldüğü üzere ciddidir. Hazine kendi finansmanını sağlayacak ve kamu bankalarını kurtaracak gerekli fonu dışarıdan buldu ama buna ek olarak özel bankalarıda kurtarabilecek yeterli fona sahip değildir. Burada BDDK (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu) ’na önemli görevler düşmektedir. Zayıf bankalar temizlenip, daha büyük yabancı bankalarla birleştirilmeli ve sektörde daha güçlü bankaların faaliyet göstermesi sağlanmalıdır. Bu sayede verimlilik arttırılıp, sorunun daha kolay görülüp çözümlenmesi sağlanacaktır. Geri dönmeyecek kredi problemlerinin daha verimli bir şekilde çözülebileceği ortam yaratılmalıdır.

Bankalar kanununda yapılması öngörülen değişiklikler genel olarak olumludur. Fon’a devredilmiş bankaların işlemlerini kolaylaştırıcı birtakım önlemler içermektedir. Ayrıca sektörde riskin limitlenmesini de öngörmektedir.

Bankacılık sistemi Türkiye’de geçirdiği bu olumsuz değişimi bir süre daha sürdürecektir. Ancak bu değişimin sonunda sermayesi yeterli, verimli ve uzun vadeli düşünen, her ihtimali değerlendirip hareket eden bir kaç temel büyük banka oluşacaktır. BDDK’nın arttırılmış yetkileriyle bu değişim gerçekleşecek ve yaşanan sancılı süreç sonucunda istenilen amaca ulaşılacaktır. Türkiye ekonomisinin temel taşlarından biri olan bankacılık sektöründe yaşanan olumlu gelişmeler etkisini ekonominin genelinde de gösterecektir.

İstanbul - 28.8.2001
http://sufizmveinsan.com

Kaynak:
Ekonomik Yorumlar Dergisi Yıl: 38

 


Üst Ana sayfa e-mail