İçerik
1-
Dilin Tanımı
2-
Türkçe’ye tarihsel süreçte; Türkçe’nin yapısını bozarak
ve bozmadan etkide bulunan diğer diller.
3-
Batı dillerinin Türkçe’ye hücum nedenleri
4-
Türkçe’ye etkiyi azaltmaya çalışan tarihi kişiler ve çalışmalar
5-
Türkçe’nin yabancı dillere karşı korunması için alınması
gereken önlemler
6-
TDK’nın düşünceleri ve çalışmaları
7-
Sonuç
ANA
DİLİ
Hangi
sözlerle ninem gönlünü açmışsa bana,
Ben o sözlerle gönül vermedeyim sevgilime.
Sözlerim ninni kadar duygulu olmak yaraşır,
Bağlıdır çünkü dilim gönlüme, gönlüm dilime.
Faruk
Nafiz Çamlıbel /Han Duvarları
Dilin
tanımı
Dil
toplumun hayat çizgisinde vazgeçilmez bir varlık, canlı bir unsur olduğu
için zamanla değişir, gelişir, olgunlaşır veya eski canlılığını
yitirerek kısırlaşır.
Dildeki değişme ve gelişmeler genellikle kelimelerde görülür.
Kelimelerin anlam değiştirmesi veya yerini başka kelimelere bırakarak
kullanımdan düşmesi dilin tarihi seyri bakımından doğaldır. Bu tür
kelimelerin bir süre sonra yeniden kullanılmaya başlandığı da olur. Bütün
bu değişmeler bir dilin tarihsel değişimi, gelişimi ve evrelerinin sağlıklı
tespiti bakımından önemli ölçütlerdir. Türk dili dünyanın en eski
ve en yaygın dillerinden birisidir. Bu derece geniş coğrafyaya yayılmış
olmasının sebebi ise Türk milletinin dur durak bilmeyen ruhudur. Kabına
sığmayan böylesine hareketli bir milletin mensupları, değişik boylar
halinde Çin’den Avrupa’ya; Rusya çöllerinden Afrika’ya kadar yayılmış
ve dilini de bu alanlara taşımıştır. Macar Türkolog’u
V.Vambery’nin dediği gibi, Balkanlardan yola çıkan birisi Türkçe konuşa
konuşa rahatlıkla Çin’e kadar seyahat edebilir.
Türkçe’ye
tarihsel süreçte etkide bulunan diğer diller
Her
toplum ve her millet dünyanın kendisine yakın veya uzak toplumları ile
karşılıklı ilişkiler içindedir. Bu ilişkiler siyasi, diplomatik,
ticari, ekonomik vb. çeşitli kültürel nitelikler taşıdığı gibi din
ve medeniyet alanı değiştirme şeklinde de olabilir;esas itibarıyla da
dille gerçekleştirilir. Dilin söz hazinesi toplumun genel ihtiyaçlarını
belirleyen kavramlarla oluşmaktadır. Bu nedenle yeni ihtiyaçlar yeni
kavramları,yeni kavramlar da yeni kelimeleri doğurmuştur.
Burada asıl önemli olan toplumun yeni doğan ve diğer dillerden gelen
kelimeleri nasıl algıladığı ve bu kelimeler karşısındaki tavrıdır.
Türkler Anadolu’ya ilk geldiklerinde eski sakinlerle bir sosyal kaynaşmaya
uğradılar. Bu kaynaşma bugün yazı dilimizde olan birçok kelimeyi
dilimize kattı. Genellikle Yunanca, Ermenice, İtalyanca gibi dillerden
daha çok kulaktan alma yoluyla günlük, pratik ihtiyaçlarla ilgili
kavramlara karşılık oldular. Fakat bu kelimelerin çoğu dilimizin ses ve
şekil yapısına uydurularak aktarıldı. Türkçe’deki batı kaynaklı
yabancı kelimeler; Türklerin Anadolu’ya yerleşmesinden başlayarak 18.
yüzyıla kadar olanlar, 18. yüzyılda batı ile ilk temaslarımız
sonucunda girenler, 1839 Tanzimat hareketiyle başlayan batıya yönelişin
getirdiği yabancı kelimeler ve Cumhuriyet döneminde alınanlardır.
Tanzimat dönemine kadar dilimize batı kökenli kelimelerin etkisi söz
konusu değildir. Batı yaşayışını yansıtan eserler ya doğrudan doğruya
Fransızca olarak yazılmış ya da Osmanlı yazı dili ve üslubuyla kaleme
alınmış eserlerdir. Alıntılarda 5-10 kelimeyle sınırlı diplomasi ve
askerlik terimleridir.
Tanzimat hareketiyle birlikte ise çok yönlü değişim ve gelişmeler
Osmanlı devletinin idare sistemi, sosyal yapısı, fikir, edebiyat ve sanat
hayatı bakımından alışılagelmiş eski değerler dünyasından koparak
batıdaki medeniyet dünyasına hızlı adımlarla geçişin ifadesidir.
Daha açık bir ifadeyle günlük yaşayış tarzından başlayarak sosyal
değer ölçülerinde düşünce dünyasında Avrupa’yı örnek alan ve
onu taklit eden yeni bir devrin başlangıcı olmuştur.
Osmanlı’da batı kökenli yabancı kelimeler önceleri çevrilerek
alındılarsa da sonraları aynen aktarılmıştır.
Bu
devirde yazı dilimiz Arapça, Farsça tamlamalar ve kurallar açısından
sadeleşme doğrultusunda yol alırken, batı kökenli kelimeler açısından
dile oldukça ağır bir yük getiren bir durumla karşı karşıya kalınmıştır.
Çeşitli alanları ilgilendiren batı kökenli kelimelerin dilimizde karşılıkları
bulunmayanları, Türkçe’nin söz hanesini ve kavram alanlarını genişletme
açısından faydalı olmuş gibi görünse de, Türkçe’nin ses kurallarına
aykırı olarak kendi ses yapılarıyla aktarıldıkları için, bunlardan
kapsamlı yeni türetmeler yapılamamış, Türkçe’nin zenginleşmesine
engel olmuşlardır. Bir kısım batı kaynaklı kelimeler ise dilde esasen
varolan Türkçe veya Osmanlıca kelimelerin yerine geçtikleri için,
herhangi bir yarar sağladıkları söylenemez.
Batıdan gelen yeni dünya görüşüyle ilgili alanlarda ortaya konan şiir,
tiyatro, roman gibi edebi türlerde bazı kavramlar dilimizde olmadığından
bu yenilikler hep kendi kelimeleri ile girdiler.
Bir dildeki yabancı kelimelerin belli bir sınırın ötesine taşması,
dilin iç yapısını zorlama, düşünceyi bulanıklaştırma, yaratıcılığı
engelleme gibi etkenlerle yavaş yavaş ona kendi benliğini kaybettirir.
Bizim dilimizin yüksek düzeyde bir üretkenliğe ulaşamamış olmasının
nedenlerinden biri böyle aktarma yoluyla alınan yabancı kelimelerdir.
Osmanlı aydın kesiminde önceleri Arapça ve Farsça’ya gösterilen
hayranlık 1839 ta tanzimatla
birlikte Fransızca’ya ve sonraları cumhuriyetin yakın döneminde İngilizce’ye
kaymıştır. Bu dillerden kelime akını hem yabancı dille eğitime
verilen ağırlıktan, hem de ana dil bilincinin oluşmamasından kaynaklanır.
Asıl önemli olan ise yabancı kelime akınının yalnız yazı dili ve aydınlar
kesiminde kalmayıp hızla halkın diline, günlük konuşma diline girmiş
olmasıdır. Bu nedenle etkisi Arapça ve Farsça’nın dilimize yaptığı
etkinin kat kat üstünde
olacaktır. Çünkü Osmanlı zamanında halk aşık ve şairleriyle kendi
aralarında yine Öztürkçe konuşup, şiirler yazarken yalnız saray halkı
ve bazı aydınlar diğer dillerle karışmış olan Osmanlıca’yı kullanıyorlardı.
Fakat şimdilerde basın-yayın organlarında, TV kanallarındaki sunuşlarda,
radyo konuşmalarında, çarşı pazarların dükkan vitrinlerinde ve görebileceğimiz
hemen her yerde batı dillerinin etkisiyle karşılaşıyoruz.
Batı
Dillerinin Türkçe’ye hücum nedenleri
Osmanlı
Türkçe’si Arapça ve Farsça’nın yalnız kelimeleriyle değil
kuralları ile de dört baştan sarılmış durumda idi. Türkçe 700 yıllık
bir süreç içinde neredeyse yok olma derecesine dayanmış ve bu dillerin
her yönden hakimiyeti altına girmiş bulunuyordu. Bu şartlar altında Türkçe
elbette yeşerip gürleşemiyordu. 1932 deki dil inkılabıyla dilimizdeki
Arapça ve Farsça kelime ve kuralların atılması ve yenilerinin
girmesinin engellenmesi başarıya ulaşmakla birlikte, batı dillerinden
gelen kelimelerde aynı başarı gösterilememiş ve özellikle İngilizce
dilimize akın etmeye başlamıştır.
Dilimizde batı kaynaklı kelimelerin sınır tanımaz bir biçimde yaygınlaşmasında
Türk Dil Kurumu’nun 1960-1980 dönemindeki, dilde tasfiyecilik anlayışı
ile arı Türkçecilik eğiliminin büyük etkisi olmuştur. Atatürk’ten
sonraki dönemde dili Türkçeleştirmenin dilde ırkçılık şeklinde anlaşılması
bu sonucu doğurmuştur.
Bugün gençliğimizin söz dağarcığının zayıflamasında, yazılı ve
sözlü anlatımda dilimizin bir daralmaya ve büzülmeye doğru yol alışında
bu eğilim rol almıştır.
Türkçe kelime bulmakta zorlanan gençlerimiz batı kaynaklı kelimelere
kucak açar olmuşlardır. İkinci etken orta ve yüksek öğretim kurumlarında
yabancı dille öğretim yapılmasına başlanması, üçüncü etken ise Türkçe
eğitimin yetersiz olmasıdır.
Dördüncü
etken Türkçe’nin bilim dili olamayacağı görüşünün yaygınlaşmasıdır.Bir
diğer etken ise anadilini önemsemeyip, yabancı dile hayran olan bir kuşağın
yetişmesidir.
Tanzimat’tan sonrada batı dünyası ve özellikle Fransa ile olan kültürel
ilişkilerin sonucu olarak giren Fransızca kelimeler dilde büyük bir yoğunluk
kazanmıştı. Cumhuriyetten sonra bu kelimelerin hızı yavaş yavaş
kesilmeye başlanmıştır. Ne var ki bu defa da dilimize onun yerini alan
İngilizce akın etmiştir. O kadar ki bu dilden gelen kelime akını yalnız
uzmanlıkla ilgili alanlarda ve teknik terimlerde kalmamış dilin gündelik
yapısına kadar inmeyi başarmıştır.
İngilizce’ye olan tutku etkisini yazılı basın organlarından, günlük
konuşmalardan ve reklamlardan başlayıp, dükkan vitrinlerini süsleyen
malların adlarına, hatta işyeri tabelalarına kadar sürmektedir.
Bu durum anadili duygusundaki bir zayıflamanın ve dolayısıyla bir bilinç
kirlenmesinin açık göstergesidir. Türkçe’nin yapısını ve işleyişini
aksatan ve kendi benliğini öldüren etki, ister doğu kaynaklı
kelimelerden, ister batı kaynaklı kelimelerden gelmiş olsun sonuç hiç
değişmez.
Yabancı dille eğitimin batı dillerinin etkisini hızlandırdığı gerçeğinden
hareket ederek şunları söyleyebiliriz:
19. yüzyılın ikinci yarısından beri Türkçe batı kültür çevresine
girilmesine koşul olarak batı dillerinin önce Fransızca daha sonra özellikle
İngilizce’nin etkisi altına girmiştir. Günümüzde bazı çevrelerce
İngilizce bilim dili kabul edilmekte, bu kabullenişin doğal uzantısı
olarak eğitim dilinin de İngilizce olması yeğlenmekte ve ilköğretimden
yüksek öğretime kadar bazı öğretim kurumlarında eğitim dili olarak
İngilizce kullanılmaktadır. Çünkü eğitim dilinin İngilizce olmasıyla
batı bilim ve teknolojisine daha kolay ulaşılabileceğini, dolayısıyla
aynı ya da yakın standartta bilim üretilebileceği görüşü vardır.
Kaliteli eğitimin ancak yabancı dille sağlanabileceğine inanılmaktadır.
Oysa eğitimdeki yabancı dil amaç değil, araçtır. Düşüncenin ve
bilimin aktarılmasında bir araç olması gereken yabancı dil, gerek
bilimin gerekse onunu ayrılmaz parçası olan düşüncenin aktarılmasında
ana dili kadar işlevsel olamaz.
Günümüzün önemli bir sorunu da gençlerimizin ve yeni kuşak aydınlarımızın
konuşma ve yazı dili olarak Türkçe’ye yeterince hakim olamamalarıdır.
Çeşitli düzeydeki orta öğretim kurumlarını ve üniversiteleri bitiren
gençlerimiz konuşma ve yazıda çok kısıtlı ve yetersiz bir söz dağarcığının
içine sıkışıp kalmışlardır. Söz içindeki kelimeler anlam bakımından
doğru ve yerli yerinde kullanılamamaktadır. Aydınlık ve akıcı bir Türkçe
yerine argoların çoğunlukta olduğu bulanık yetersiz bir Türkçe yaygınlaşmaktadır.
Deyim yerindeyse dilimiz sonuçları bakımından tehlikeli bir kirlenmeye
doğru sürüklenmektedir.
Türkçe’ye
etkiyi azaltmaya çalışan tarihi kişiler, çalışmalar
Yeni
lisan hareketi, onun etrafında olan dil tartışmaları, milli edebiyat akımı
ve bu akımın ilk önemli çalışmaları Meşrutiyet dönemini bütünüyle
kaplar. Devletin büyük savaş ve badireler içinde bulunduğu bu yıllar
milli dil ve edebiyat hareketlerinin en verimli ve hareketli yıllarıdır.
Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı’nın en şiddetli yıllarında bile bu
hareketleri ana çizgileriyle takip etmiştir. Önceleri Farsça ve Arapça’nın
dilimize yaptığı etkileri görüp düzeltmek istemesi, daha sonra ise
dilimize giren gelişen batı dillerine karşı savaşması bunun göstergesidir.
Atatürk
dilimizin korunmasında Namık Kemal, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul
gibi öncüleri yakından izlemiş ve hatta bazılarına önemli görevler
vermişti. Örneğin Ziya Gökalp’i Talim ve Terbiye Kurulu’nun başına
getirmişti.
Atatürk Türk dilinin Türk milleti için kutsal bir hazine olduğunu
belirterek Türk Dil Kurumunda Türkçe’nin yabancı kelimelerden kurtarılması
çalışmalarını başlatmıştı. Bu dönemde terimler ve özellikle okul
terimleri üzerinde durularak matematik, fizik, kimya, biyoloji gibi bilim
dallarına ait terimler dilimize kazandırılmış; bizzat Atatürk
kendisine ait 48 sayfalık bir geometri kitabı hazırlamıştır.
1953 yılına ait çalışmalara dair Orhan Veli’nin düz yazıları arasında,
dil konusunu işleyen on yazı yer almaktadır. Bu yazılarda şair Türkçe’nin
yüzyıllarca sürekli gelişme süzgecinden geçerek günümüzdeki güzelliğine,
berraklığına, inceliğine kavuştuğunu ifade etmekte, dildeki bu gelişmelere
ve ilerleyişe ayak uydurulması gerektiğini işlemektedir. Türkçe’yi güzel
kullanmanın önemine de değinen şair, dilin Türkçeleştirilmesi amacıyla
yapılan çalışmalara engel olunmasını ve yeni kelimelere karşı alınan
tavrı eleştiriyor.
İnsanların yeni kelimelere açık olması gerektiğini belirten Orhan
Veli, dili Türkçeleştirmek için kelimelerden önce zihinleri Türkçeleştirmeye
ihtiyaç duyulduğu görüşünü savunuyor. Diğer bir yazısında ise
dilin sadece edebi eserlerde değil, edebi olmayan diğer yazılarda da
titizlikle kullanılması gerektiğini vurguluyor ve yazısını şöyle
bitiriyor: “Büyük bir dil devrimi içindeyiz.Dili; her zaman, her yerde,
her şeyde düşünmemiz gerekir. Bir takvim yaprağında, bir sokak ilanında,
parklara diktiğimiz levhalarda, lokanta listelerinde, basılı her yerde
bir dil davası karşısında bulunduğumuzu; binlerce insan tarafından
okunacak bozuk bir cümlenin birçok kişinin aklını çelebileceğini
unutmamalıyız.Sağlam bir dile ancak böylelikle sahip olabiliriz.” Bu cümleler
aynı zamanda şairin dil bilinci hakkında bize somut fikirler vermektedir.
Türkçe’nin
yabancı dillere karşı korunması için alınması gereken önlemler
1-
Toplumlar arasındaki karşılıklı ilişkilerde yeni sosyal ve kültürel
ihtiyaçlar, yeni kavramlara karşılık olacak yeni kelimeleri gerekli kılar.
Yabancı kültür etkisini dil yolu ile gösterir ve zamanla dilde yıkım
başlar. Bu durumda yapılacak iş, bir dile yeni girmiş olan kelimelere
hemen karşılıklar bulmak ve bunları toplumda yerleştirmenin yollarını
aramaktır.
2-
Ana diline karşı bilinçsizlik ve sorumsuzluk sonucu ortaya çıkan yabancı
dil hayranlığı ve taklitçilik ikinci önemli sorundur. Günümüzde bu
etken hayli ağır basmaktadır. Yeni yetişen gençlerimizde dil sevgisini
ve sorumluluğunu uyandırarak onları
bilinçlendirmek gerekmektedir.
3-
Bu bilinçlendirme ancak dile hakim olmakla gerçekleşebilir. Bu yolla batı
kaynaklı yabancı kelime kullanmanın bir bilgiçlik bir saygınlık değil,
dilimize karşı saygısızlık ve bilinçsizlik olduğu algılanabilir.
Dile hakimiyetin yolu ise iyi planlanmış, sağlıklı bir Türk
dili-edebiyatı öğretiminden geçer.
4-
Ana dili sevgisinin uyandırılabilmesi için önce onun değerleri ortaya
konmalı, güzelliği ve bir kültür hazinesi olduğu anlatılabilmelidir.
5-
Kendi dilinin zevkine varabilen kimse de, yabancı etkilere karşı kendi
dilini savunma bilincine ulaşabilir. Bu konuda radyo-televizyon programları
yapılmalıdır.
6-
Okul programlarında nicelikten çok niteliğe önem verilerek, 40-50 edebi
şahsiyeti üçer-beşer cümle ile tanıtma yerine, daha az kişiyi gerektiği
ölçüde ve nitelikli bir biçimde tanıtmalıdır.
7-
Öğrencilerin okul kitapları dışında çok okuyarak, doğru ve güzel Türkçe
yeteneğini geliştirici çalışmalar yapmaları gereklidir.
8-
Okullarda dil bilgisi ve kompozisyon derslerinin, edebiyat dersinin sığıntısı
olmaktan kurtarılması ve beklenen
amaca uygun olarak okutulması gerekmektedir.
9-
Üniversite giriş sınavında, lisenin üç sınıfındaki Türkçe-Edebiyat
bilgisi notlarının lise başarı notuna dahil edilmesi teklif edilebilir.
10-
Orta ve yüksek öğretim kurumlarında yabancı dille eğitim yapmak
yerine, isteyen öğrencilere bir veya birkaç yabancı dili en iyi şekilde
öğretmek için yollar aranabilir.
11-İletişim
organları yabancı kelimelerin yaygınlaşmasında önemli bir etkendir.
Radyo-televizyon spiker ve sunucularının gerek doğru ve güzel konuşmaları
gerekse yabancı kelimeler karşısında bilinçli olmaları için, bunların
Türk dili ve edebiyatı eğitimi almış olmaları sağlanmalıdır.
12-
Çeşitli yasal düzenlemeler yapılarak toplum hayatının yabancı
kelimelerle değil, Türkçe kelimelerle yönlendirilmesi sağlanmalıdır.
TDK’nın
çalışmaları
Cumhuriyet
devrinde Türk dili bir bilim kolu olarak genişlemesine ve derinlemesine çalışmalarla
ele alınmıştır. Pek çok dilci yetişmiştir. Şimdi bu çalışmalar
daha yoğun ölçülerde sürdürülmektedir. TDK batı kaynaklı yabancı
kelimelere karşılıklar bulma işini de yapmaktadır. Kurum yeni girmiş
ve henüz dilde tutunmamış bulunan batı kökenli yabancı kelimelere karşılık
bulma komisyonu oluşturmuştur. Çünkü eski devirlerde doğu kaynaklı
yabancı kelimelerden gelen olumsuz etkinin yerini şimdi neredeyse batı
kaynaklı yabancı kelimeler almıştır denilebilir.
TDK
başkanı Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun’ un bu konudaki düşünceleri şöyledir:
“Geçen yüzyılda dilde sadeleşme akımları
başladı. 20. yüzyılın başından beri atalarımızı kınayıp
durduk; yabancı kelimeleri bu kadar sıklıkla kullandılar diye. Şimdi
onların torunları olarak bizler farklı bir şey mi yapıyoruz? Her gün
dilimizde “holigan, argüman, in olmak, out olmak” gibi yüzlerce
kelime. Politikacılarımız, sanatçılarımız, bilim adamlarımız hiç
duraksamadan bu kelimeleri konuşmalarının arasına sıkıştırıveriyorlar.
Yalnız konuşmalarında değil yazılarında da bunları kullanıyorlar.
Hele gazetelerin ekonomi sayfaları...
Çok
eskiden girmiş kelimelere karşılık aramıyoruz. Kaleme, masaya, radyo ve
programa karşı çıkmıyoruz. Karşılık aradığımız son 5 yılda
dilimize girenler. Bu değişikliği yaparken Türkçe’nin kurallarına
uygun olmasına çok dikkat ediyoruz. Geçmişte yaptığımız hataları
yapmıyoruz...
Bugün
dilimizi yabancı kelimelere sonuna kadar açık tutamayız. Vaktiyle atalarımızın
yaptığı hataları bugün tekrarlamamalıyız. Basın yayın organlarımızın,
bazı aydınlarımızın, siyaset ve devlet adamlarımızın batıdan öğrendikleri
kelimeleri sık sık ve olur olmaz yerde kullandıkları bir gerçektir. Üstelik
bunların önemli bir kısmının dilimizde karşılıkları vardır. Son yıllarda
bu bir istila halini almış; basın yayın organlarımızdan gençliğimize
ve halkımıza doğru yayılmaya başlamıştır. Bu kelimelerin ardı arkası
da kesilmiyor. Bir gün kompakt
disk dilimize girerken ertesi gün fast food geliveriyor. İşte TDK olarak
biz, bu kelimeler henüz dilimize tam yerleşmeden kültürümüze mal
olmadan onlara karşılık bulalım diyoruz. Bunların bir bölümü radyo
ve TV vasıtasıyla halkımızın bir kısmında özellikle gençliğimiz
arasında yaygınlaşmış görünse de henüz kültürümüze girmemiş,
dilimize tam olarak mal olmamıştır. Bunlara karşılık bulunursa ancak
şimdi bulunur, bulunmalıdır. Yoksa daha sonra geç kalmış oluruz.”
TDK
son 10 yılda Anadolu’ya açıldı, yurdun değişik kültür
merkezlerinde konferans, açık oturum, şiir günleri, dil bayramları düzenledi.
Bu günlerde MEB’in işbirliğiyle her ilde o yörede görevli edebiyat öğretmenleriyle
kurumun asli üyeleri meslektaşlarının yanlarına giderek Türkçe’nin
ve Türkçe öğretimin sorunlarını anlatmaya, dertleşmeye başladı.
“26
Eylül 1932” tarihi yüzyıllarca ihmale uğramış ve üvey evlat
muamelesi görmüş olan Türk diline devlet eliyle sahip çıkma kararlılığının
ifadesidir. Ona kendi kişiliğini kazandırma mücadelesinin başlangıcıdır.
Milletçe bu tarihe ve her yıl 26 eylülde kutlanan dil bayramına sahip çıkalım,
dikkatleri yukarıda belirtilen sorunlara çekelim, birlik olalım ve Türkçe’yi
yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmayı başaralım.
Sonuç...
Yabancı
bir cismin, sözgelimi bir metalin, insan vücudunda eriyip o bünyeye karışması
ne kadar olanaksızsa; farklı kökenden dillerle Türkçe’nin zenginleştirilmesi
de o derece olanaksızdır.
İngilizce’yi
batılılaşmanın gereği sayanlar temel eğitimde, hatta anaokullarında
belki daha da önce İngilizce öğretmeyi doğal ve gerekli bulup alkışlamaktadırlar.
Oysa
çocuğun beyninde temel kavramlar anadille oluşur. Bu süreçte anadilin
kullanımını kısıtlar ya da pek çok kez yaptığınız gibi yasaklarsanız;
algılamaktan, düşünmekten yoksun kuşaklar yetiştirirsiniz. Dilin yığınları
toplum yapan, insanları bir arada yaşatan en büyük etken olduğunu görmezden
gelmiş olursunuz.
Başka
bir söyleyişle, anadilinin bilim ve düşünce aktarımında ve üretiminde
eğitimciye sağlayacağı kolaylığı hiçbir yabancı dil, ana dili kadar
sağlayamaz. Durum öğrenci açısından da aynıdır. Ayna, eğitimin yalnızca
bilgi aktarıcılığı olmadığını; kişilik, ulusal ve evrensel değerler
kazandırma süreci olduğu da dikkate alınacak olursa eğitimde anadili
kullanımının önemi inkar edilemez. Bilimi getireceği sanılan yabancı
dil, o dilin kültürünü de beraberinde getirmektedir. Bu durum, bizi
kendi kültürümüze yabancılaşma sorunuyla yüz yüze bırakmaktadır.
Dil, kültürü oluşturan en önemli öğelerden biridir. Daha da önemlisi
dil bir ulusu oluşturan ve ulusallığı sağlayan temel taşlardan
biridir. Kültür öğelerinin en önemlisi olması nedeniyle an dili kültürün
ve ulusun temelinde yer alır. Ulusal varlık ile dilin yakın ilişkisini
bilen Atatürk’ün “Yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti
dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” sözünü
uygulamaya geçirmek gereklidir.
Amerikan
İngilizce’sinin etkisi altındaki Türkçe’nin durumunu; aynı etki altında
bulunan Fransızca, Almanca vb. dillerle özdeş görmek doğru olmaz. Yüzyıllardır
bu dillerle ürün verilip bu diller geliştirilirken Türkçe bütün
tarihi boyunca hor görülmüş, bilim ve felsefe yapmaya layık bulunmamıştır.
Bu günde üniversitelerimizin çoğunda bilimsel çalışmalar İngilizce
yapılmaktadır. Kaldı ki İngilizce’nin aynı kökten geldiği bir başka
batı diline etkisi,yalnızca söylenişte sorun yaratırken; Türkçe’de
sessel olandan çok daha derine inen etkiler oluşturur, Türkçe’nin sözcük
yapısını bozar, söz dizimi kurallarını altüst eder, başka bir deyişle
varlığına kasteder.
A. Özge Zor
http://afyuksel.com
04.5.2001
Kaynaklar:
Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi
- “Dedim Ah”
Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun Feyza Hepçilingirler
Prof. Dr. Zeynep Korkmaz
Prof. Dr. İsmail Parlatır
Prof. Dr. Hamza Zülfikar
|