ynayı
yüzüne tuttu. Yüzünü görebildiği kadarıyla gördü. Diğer
yana döndü, biraz da o yanını görmek istedi. Aynayla arasındaki
çelişkiyi sezer gibi oldu. Çatışma ilk bakışta başladı.
Eli titreyince yüzünün titrediğini sandı. Güçlü durmayı,
kendine direnmeyi başaramadı. Zaman zaman aynaya bakar kendini
tanımaya çalışırdı, bu ilk deneyimi değildi. Yıllardır
sırrını çözemediği yüzündeki kendini bir kez daha görerek
bilmeye ve tanımaya çalıştı.
Beni tanımadın
Evet
Ben her zamanki ben yani yüzüm
Biliyorum
Bu ben değilim
Sensin
Sustu, aynadaki kendiyle konuşmasına ara verdi. Aynanın
sırtını yere doğru çevirdi, üzerine kapaklanır gibi yaptı,
üzerinde akan bulutları gördü. Kendi de akmaya başladı. Başını
çevirdi, güneşin yansısı birinin gözlerini aldı. O , yüzünü
kapattı, canı sıkıldı, ona doğru öfkeyle baktı. Diğer
yana çevirdi birilerini uygunsuz yakaladı, yakalansaydı başına
bir iş gelecekti. Kendisini toparladı, aynayı gene yüzüne
tuttu.
Her şey akıyor
Her şeyden bir şey çıkarıyorsun
Kendimle yüzleşmekten korkuyorum
Kendinle
Ah ben değilim
Ellerin titriyor
Yüreğim yanıyor
Aynaya bak en iyisi
Dönünce seninle yüzleşiyorum
Nereye dönsen kendinle karşılaşacaksın
Biliyorum bu ben değilim
Kim
Ben
Uff içinden çıkılmaz bir diyaloğa yakalandım.
Susmalıyım, kendimle ve başkasıyla konuşmamalıyım.
Kendimden kurtulamıyorum ki, denenmeye değer.
Yanılıyor muyum yoksa
Bilemem
Hâlâ kendimle ilgili bir sorunum varsa, işin içinden
çıkamıyorsam, kendime yoruluyorsam, sonra da teslim olmuş
gibi susuyorsam, yeniden bir kez daha kendimi konuşuyorsam yoğunluğumun
beni sarstığını ve artık altından kalkamayacağımı
biliyorsam ve aynam ben oluyorsam
Boşuna çabalıyorsun
Göz pınarlarım kurudu
Kendini zorlama
Ne
yana dönsem kendime ayna oluyorum her davranışım beni ele
veriyor.
Ağlamak
istiyorum
Ağlama
Duygularımı
ve kendimi yitirmekten korkuyorum
Başım
ağrıyor
Senin
değil kentin başı ağrıyor
Ben
aynayım dışını ancak yansıtabiliyorum
Beni
gösteriyorsun durmadan
İçini
ve sırrını çözemem ki
Suretim
görünüyor
Bu
dış yüzün
İçimi
yansıtacağından korkuyorum
Uzun
bir yolculuktur bu. Sonunu getirip getirmeyeceğini bilmiyor.
Her gün eline aynayı alıyor, kırışık yüzüne, çökük
şakaklarına ve ağarmış
saçlarına bakıyor. Her bakışı bir öncekinden farklı. Her
ölüm diğerinden daha beter. Bu kez kendisinde derinleşen çizgilerin
ayrımına varınca, bir boşluk oluştu. İçinden bir şey
koptu. Bundan böyle susmayı yeğlese de susamayacaktı.
Gözlerini
kırpmadan bir kez daha bakmayı denedi. Göz kapakları ihanet
edercesine ve bir tike tutulmuşçasına peş peşe açılıp
kapandı. Kendine yoruldu.
Seninle
yüzleşmekten korkuyorum
Görünen
gerçeğin dış yüzüyüm
Bu
kadar soruya ve diyaloğa ilk kez muhatap oluyorum
Yüzünde
derinleşen çizgiler yüzündendir
Yüzüm
sadece tenimdir dış görünümümdür
Sorun
da bu ya
Benim
dilimi konuşmuyorsun
Senin
ve benim dilim
Ben
başka şey söylüyorum, sen bir başka şey, sonuçta aynı düzlemde
buluşmuyoruz, söylediklerimi yanlış anlıyor ve
yorumluyorsun ağlayıp durmanın bir anlamı yok ki
Sen
yalnızlık tikine takılısın, kendinden başka hiçbir şey düşünmüyorsun
Sen
benim aynamsın
Ben
sadece bir yansıtıcıyım
Bensin
ama
Değilim,
sensin
Biraz
önce söylediğinin tersini söylüyorsun
Beni
şaşırtıyorsun
Biri
yanından rüzgâr gibi geçti, şöyle göz ucuyla baktı,
sonra bir duraksamayla ona döndü ve güldü. Adam kendi
kendine konuşuyor, ağlıyor, hüzünleniyor, gülüyordu. Ayna
onu öylesine kuşatmıştı ki, kendisine gülen adamı görmedi,duymadı,
duyumsamadı bile. Hızla geçen adamın rüzgârı bir ara bir
esinti oluşturdu, nedenin ne olduğunu anlamadı.
Bugün
yolculuk günüm, buralarda duramayacağım artık, başımı alıp
gideceğim kimsenin beni tanımadığı benim de kimseyi tanımadığım,
sırlarımın ve ihanetlerimin bilinmediği , sevgimin ve
nefretimin beni alabildiğine boğduğu ve artık yapamayacağımı
bildiğimi bu yerden bilinmeyen yere, buralarda benim yerim
kalmadı bir yol düşüne tutuldum, duru sular aktı yanımdan
yöremden, beni peşinden sürüklüyor, ben gitmesem de ayaklarım
sürüyor , suyum çoğalıyor, nehrim taşıyor, bir çocuk
suda dans eder gibi yüzüyor,sular çocuğu sürüklüyor, ben
peşinden koşuyorum, sular beni de götürüyor, balıkların yüzüşünü
görüyorum, çocuk yüzüyor, balıklar yüzüyor, ben sürükleniyorum,
çocuğu elinden yakalıyorum,şelalenin başında tutuyorum ve
o kurtuluyor, ben kurtulamıyorum, sürükleniyorum, bu yolun
sonu değil,
Bu
kendine ihanet
Hayır
kendimden kaçış
Kurtulabileceğini
mi sanıyorsun
Gölgem
ve aynam beni izliyor
Beni
var sayma kendine bak
İyi
de şu an gözümün içine giriyorsun
Şuna
bak ne kadar da çirkinleşmişsin
Kendini
görmüyorsun
Sırların
dökülmüş aynan gibi yüzün kırık dökük
Yüzünde
derinleşen çizgileri görünce kıyamet koparıyorsun, kendini
yerden yere vuruyorsun ya
Çerçeven
de dökülmüş, elle tutulur yanı yanın yok
Beni
bırak, kendine bak, ellerinin arasındayım
Onun
için mi yaşamdan umudun kesildi, ağlayıp duruyorsun
Ağlamam
kendime değil
Sen
kendine ağlıyorsun, kendini seviyorsun
Yüzüme
bakmıyorsun, gözlerini kaçırıyorsun
O
da kendini seviyor
İyi
de sen kendini düşünüyorsun, seni sevmediğimi varsayıyorsun,
sonra da olmadık yollara başvuruyorsun
Ben
kendime ihanet ettim, kendimi tanıyamaz oldum, başıma
gelenlerden sonra olmadık yollara başvurdum
Utanmıyor
musun
Her
şeyin ayrımına çok sonra vardım
Sevginin
gözü kör , kulağı sağır olurmuş
Kendinden
geçmişsin
Aynayı
yüzüne tuttu ve yaklaştırdı kendisini göremez oldu. Belli
bir erime götürünce kendisini ayrımsadı. Kaşını kaldırdı,
moraran gözlerinin altını inceledi, göz kapaklarını kıstı
ve uzun uzun baktı. Biraz daha karamsarlığa kapıldı. Gülümsemeyi
denedi, başaramadı. Gözlerinin yuvasına doğru gelen ve açılan
daralan çizgilerin derinleştiğini acıyla gördü. Alnının
iyice açıldığını, kaşlarındaki kılların olağandan da
uzadığını yeni ayrımsadı. Saçları dağılmıştı, üstü
başı perişandı. Yüzü gözü kir pas içindeydi. Onu bu
perişan haliyle gören acıyacaktı. Bulvarların kirlerine
bulaşmış, üstü başı perişan olmuş,’burnunu ucundaki
sevgi’ye kapılıp duvarlara vurulmuş adamı ne kimse görüyor,
ne tanıyor,ne de duyuyordu. Saçları keçeleşmiş, mazlum
bakan adamı kimse umursamıyordu ki. Bu ya bir ayyaş, ya bir
meczup ya da sokakta kalmış bir çaresiz olarak görülüyordu.
Onun ne sevda taşıdığını kim bilebilirdi ki. İçine bir
kara im düştü. Dudakları kıpır kıpırdı, elleri biriyle
konuşur gibi kalkıp iniyordu. Elleriyle konuşanlar olur hani,
onlar gibiydi.
Kendimi
tanıyamıyorum.
Böyle
giderse yoldan çıkacaksın
Söylemek
istediğim o değil
Kendine
çok güvenmiştin, bütün bu dağları ben yaratmıştım demiştin,
gözün hiçbir şey göremez olmuştu, kendini dağlara ve
yollara vurmuştun, önüne geleni esip savuruyordun, kimseyi
tanımıyordun
Beni
anlamıyorsun
Kendini
okuyorsun ben niye anlayayım ki sadece senin dış görüntünüm
Sustu.
Yüzündeki kendiyle kendini tanımaya direndi. Gittikçe
karamsarlığa büründü. İki yüzlü, yalancı, her şeyi
kendine malzeme yapan biri olarak düşündü. Kendinden nefret
etti , ağlayacak oldu. Gözlerinde bir damla yaş olsun
belirmedi, belireceği de yoktu. Gözlerini sıktı, sıktı, kızardı,
gene de olmadı. Dudağı titredi, titredi, sonra da sustu. Boşuna
çırpınıştı.
Ağlıyorsun
Ah
keşke ağlayabilsem
Dudakların
titriyor
Ağlayanın
gözlerinden yaş belirir, yüreği yufka olur ve sevgi dolu
olur, bunların hiçbiri bende yok, korkağın çaresizin
biriyim
Benimle
gelsen
Seninleyim
Ne
laf anlamaz birisin
Korkuyorsun
değil mi
Çaresizliğinden
başını ellerinin arasına almak yumruklamak istedi. O zaman
belki bir şeyler olurdu. O anda, ayna elinden düştü, şangırdadı,
parçalara bölündü. Eğilip yeren kaldırmak istedi, olmadı.
Toplayayım derken ellerine camlar battı, kanı yayıldı ve
bulaştı. Aynanın kırık parçalarına da. Onunla söyleşmek
istedi. O ortalıkta yoktu. Parçaları dağılmış aynayı bir
araya getiremezdi, getiremedi. Konuşmak istedi, konuşamadı. Ağlamak
istedi , olmadı. Susmak istedi, susamadı. Bağıramadı. Her
şey düğümlendi onda. Gözleri karardı, yerinden doğrulmak
isteyince sallandı. Toparlanamadı. Yürümeyi denedi, yürüyemedi.
Aynası ve beni kırıldı olduğu yerde kalakaldı.
Ali
Haydar Haksal
İstanbul
- 21.03.2001
http://afyuksel.com
Yedi
İklim Dergisi
Mart
2001
|