Yumruklarınızı sıkın ve küre oluşturacak şekilde yan yana koyun...
İşte bu, beyninizin yaklaşık boyutu. Bu birkaç santimetreküplük organ,
tüm evrenin en gizemli yapısını oluşturuyor.
Beyin
tarama teknolojileriyle, nörolojik bilimlerde önemli gelişmeler
yaşandı. Binlerce beynin görüntüleme araştırması, nörologlara beynin
nasıl çalıştığına ilişkin bilgiler sağladı. Peki, bu araştırmalar
beklentileri karşıladı mı? Beynin bilinmeyen dünyasına ilişkin yeni
olarak neler keşfedildi?
Beyin...
Milyonlarca işlemin aynı anda yürütüldüğü, organik ve kimyasal bir
mekanizma. Hepimiz için çözümü çok zor bir bilmece. Koku almak için
burnun, görmek için gözün, işitmek için kulağın varlığı yeterli değil.
Bu verilerin beyindeki sinirler tarafından algılanması, tanımlanması
ve işlenmesi gerekli. Bunlar beynin mekanik işleyişiyle ilgili ve bir
yere kadar sistematiğini anlamak kolay. Ya akıl, zeka, bilinç ve
düşünme gibi bilişsel süreçler.
Nöroloji
(sinir bilimi), 1990'lı yıllarda atılım yaptı ve binlerce araştırmacı,
milyar dolarlık bütçeler bu alana kaydı. Bu patlamanın en önemli
nedeni, f-MRI (Fonksiyonel Manyetik Rezonans Görüntülemesi) gibi yeni
tarama cihazlarının geliştirilmesi ve bu konuda artan umutlardı.
Bu,
sadece çekici bir bilimsel keşfin zaferiyle sınırlı değildi. Nöroloji
altın bulmuştu. Yaşlı nüfusun üçte birini pençesine alan Alzheimer'ın
anlaşılması ve tedavi yöntemlerinin geliştirilmesini sağladı.
Depresyon veya hiperaktivite gibi beyin hastalıklarının tedavisinde
çığır açıldı. Hatta, hafızayı ve zekayı geliştirmeye yönelik ilaçlar
üretildi. Merkezi ABD'de bulunan Nöroloji Derneği'nin (Society for
Neuroscience) her yıl düzenlediği toplantılara 23.000'i aşkın genç
bilim insanın katılması, bilim dalına ilginin arttığının en açık
göstergesi. Ancak, geride bırakılan 10 yılda somut anlamda ne tür
ilerlemeler kaydedildi? Beynin gizemli yanları açığa çıkarılabildi mi?
Hem evet
hem de hayır... Nöroloji, sinirlerin birleşme noktalarına az sayıda
molekülden oluşan ilaç enjekte edebilen mikro pipetlerden, gen aktarma
deneylerine kadar devrim yaratan araştırma tekniklerini geliştirdi.
Buna karşın, sayısız araştırma tezine rağmen, bilim insanları, hala
çok az veriye sahipler.
En
azından güçlü bir bilgiye ulaşıldı: Beynin üzerindeki yumrular,
karmaşıklığını gösterir. Beyin için hep bilgisayar benzetmesi yapılır,
halbuki bilgisayar beyne oranla çok daha basit bir cihaz. Çünkü beyin
mekanik değil, organik: Öğreniyor, öngörüyor, gelişiyor ve uyum
sağlıyor. Dolayısıyla, bilince sahip bir düzenek. İşlemleri bir bütün
olarak, sağlam ve tutarlı şekilde gerçekleştiriyor. Nörolojinin bugüne
kadar çözebildiği, karmaşık işlemler denizinin silik bir silueti.
Organik yapı
Beyin, elektrokimyasal devrelerle birbirine bağlanmış beyin
hücrelerini tanımlayan sinirlerden (nöron) oluşuyor. Her sinir,
sinyalleri alarak işliyor. Sinir ağları, çok sayıdaki bağlantılarını
zayıflatarak ya da güçlendirerek anıları saklıyor, hafızayı
oluşturuyor. Alışılmadık bir deneyimle karşılaşılması, örneğin Mona
Lisa'nın portresine bakılması, hücrelerin kendi aralarında farklı
düzenlemelere gitmesine yol açıyor. İlgili sinirler, aniden
bağlantılarını güçlendiriyor ve karşılaşılan modeli tanımlamaya
çalışıyor. Kaydedilen bu veriler, ikinci deneyimde işlemi daha hızlı
gerçekleştiriyor. Tekrarlanan işlemler bütünü, yaşamın zihinsel
görüntüsü olarak beyinde saklanıyor.
Bu,
bilgiyi hem hatırlayıp hem de simgeleştirebilen esnek yapının, yani
sinir ağının temelini oluşturuyor. Mantıksal açıdan organik, çünkü
devreler kullanıma bağlı olarak gelişiyor. Asıl şaşırtıcı olan beyin
ağının ölçeği. 1,4 kg. ağırlığındaki yetişkin insan beyni, yaklaşık
100 milyar sinire sahip. Bu sinirlerin her biri, komşu sinirle
1.000-500.000 bağlantı noktasıyla temas ediyor. Bağlantılar, farklı
kimyasal özelliklerde yaşanıyor ve her sinirin karmaşık iç sistemi
var.
Beynin temel olarak sinir ağlarından oluştuğu fikri, bilim
insanlarının mikroskop altında gri maddeyi incelemesinden beri mevcut.
Ancak, 1990'lı yıllarda bu bilgiye etki edebilecek yenilikler yaşandı.
Saç teli kalınlığında elektrotlar kullanılarak maymun beynindeki
sinirler tek tek gözlendi. Araştırma sırasında, hayvanın ilgi durumuna
göre hücre etkinliğinin değiştiği saptandı. Maymuna bir şekil
gösterildi. Şekilden oluşan bu uyarana ilgisi arttığında, sinirlerin
hareketini gösteren ışıklar daha canlı hale gelirken, ilgi duymadığı
şekillerde sinirin yaydığı ışığın azaldığı görüldü.
Beynin alanları
Beynin temel yapısıyla ilgili sonuçlar, ham bilgiyi alan, işleyen ve
geri gönderen bir girdi-çıktı sistemi olduğunu açığa çıkardı. Bu da,
her sinirin geri besleme yoluyla etkinleştiğini gösterdi. Beynin,
küresel bir devlet gibi değerlendirilebilecek ağ sistemiyle oluşan
doğası, milyarlarca hücrenin çıktılarını kontrol etmesi üzerine
kurulu. Sinirlerin hareketlenmesi mi beyni oluşturuyor, yoksa beyin mi
sinirleri hareketlendiriyor? Cevap şu şekilde verilebilir.
Bilgisayarlarda girdi ve çıktı işlemleri tümüyle birbirinden
ayrılmıştır. Ancak beyin için aynı şey söylenemez. Olağanüstü organik
yapısı nedeniyle, bütün ile parçalar iç içe geçmiş durumda. Küçük ve
büyük parçalar bir arada evrim geçiriyor.
Bu nedenlerle nörologlar, beynin fotoğrafını daha ayrıntılı çekmeye
zorlandılar. Felç, tümör, travma ve yaralanma gibi beyin hasarlarının
incelenmesi, beyinle ilgili bir başka gerçeği daha gündeme getirdi:
Farklı işlem bölümlerine ayrıldığı. Görme, duyular, konuşma ve motor
kontrol gibi işlevlerin alanları ayrı. Beyin tarama cihazlarının
yarattığı heyecanın nedeni de buydu. Biyoloji, insan genom projesiyle
amacını gerçekleştirdi. Nörologların en büyük tutkuları ise, beyin
haritalama projesiydi.
Ancak
büyük umutlar, taramaların başlamasından kısa bir süre sonra suya
düştü. Evet, beyin etkinlik merkezlerine sahipti. Konuşurken, sol
yarımküredeki olası dil bölgesi etkinleşiyordu. Ancak hemen ardından,
beynin tüm alanlarında hareketlilik görülüyordu. Özel noktaların
yanında, bütünsel bir işletim sisteminin varlığı açıktı. Beyinde
hiçbir bölüm, tek başına, diğerlerinden bağımsız bir eyleme
girişmiyordu.
Bilgisayar dünyasında yaşanan gelişmeler, bilim insanlarında, beyin
hatlarının kesin şekilde çizilmiş haritalarının çıkarılabileceği
umudunu doğurdu. Tam tersi, bilim insanları beynin genelleştirme
eğiliminde olduğunu buldular. Beynin ne zaman nasıl davranacağı
kestirilemiyordu. Bir bölge farklı koşullarda farklı yüzünü
gösterebiliyordu. Basitçe örneklemek gerekirse çevresine uyum sağlayan
bukalemun gibiydi.
Şu anda
nörolojinin geldiği nokta bu. Eski basitlikler, yeni karmaşıklıklara
yol açıyor. Laboratuvar ortamında bilim insanları, her geçen gün
bilinmeyen bir durumla karşılaşıyorlar. Tıpkı ardı ardına dizilen
domino taşları gibi Uzun bir uğraş sonrasında tek bir taşın
devrilmesi, o güne kadarki kazanımları silip atabiliyor.
Beynin
yapısı, kimyası ve işlevlerine ilişkin araştırmaların yanı sıra,
nörobiyolojinin üstesinden gelmeye çalıştığı bir sorun daha var:
zihinle beyin arasındaki ilişkiyi çözmek. Beynin en karmaşık konuşu
zihnin en gizemli yanlarından biri de, acı çekmekten utangaçlığa kadar
pek çok şekle bürünebilen bilinç ya da şuur...
Bilinç araştırmaları
Uzun zamandır bilim insanları, bilinç konusunda adım atmaktan
kaçınıyorlardı. Kimisi bilincin objektif araştırmaya açık bir konu
olmadığını öne sürerken, kimisi ortada araştırılacak bir konunun
bulunmadığını bile söyledi. Onlar için zihin, değişik beyin işlemleri
sırasında beyinde gelişen bir kavramdı sadece.
Ancak
1990'lı yıllarda bu konuya yaklaşım da değişti. Bilinç araştırmaları
bilimsel yayınlarda, konferanslarda ve eğitim çalışmalarında kabul
görmeye başladı. Günümüzde bilinç araştırmaları, ciddi olanlar ve
olmayanlar şeklinde ikiye ayrılabilir. Ciddi olanlar işi ağırdan
alıyorlar ve bilinci, eşgüdümlü sinirsel etkinliklerin ürünü olarak
görüyorlar. Tabii ki her sinirsel etkinliğin bilinçle ilgili
olmadığının farkındalar. Davranışlarımızın çoğu bilinçsizce ya da
bilinçaltı alışkanlığı şeklinde ortaya çıkıyor. Bu grupta yer alan
bilim insanları, Bilişselliğin Sinirsel Bağıntısı (BSB) adını
verdikleri araştırmayla, zihinsel olaylar sırasında beyinde nelerin
yaşandığını bulmayı hedefliyorlar.
"Necker
küpü" veya "imkansız üçgen" deneyleri gibi tersine çevrilebilir
görüntü yanılsaması örneklerini ele alalım. Necker küpünde, bakış
açısına bağlı olarak görüntü değişir. Bir taraftan bakıldığında küp
bize doğru yönelmişken, diğer taraftan bakıldığında arka kısma doğru
uzanır. Hayvan beyni içinde yaşananları kaydetmek için elektrotları
kullanan araştırmacılar, bu tür farklı bakış açılarının sinir
tepkilerini nasıl etkilediğini belirlediler.
Bu
deneyler, beyin mekanizmasını anlamak için en güçlü yollar. Daha
önceki keşiflerden birinde, bilişsel algının belirli bölümlerinde,
sinirlerin ateşlenmesi adı verilen etkinliklerin ve elektrik
uyarılarının eşzamanlı yaşandığı anlaşılmıştı. Özel beyin alanlarında
da benzerlikler var. Örneğin ön alın lobu zihinsel süreçte devreye
giriyor. Merkezde bulunan "anterior singulat korteks (önkuşak
korteksi) olarak bilinen bölge de anahtar alanlardan biri. Buna
karşın, bilişsellikle ilgili sinirsel etkinliği sağlayan tek bir
mekanizmanın varlığından kesinlikle bahsedilemiyor. Bilinen tek şey,
bilişsel etkinlik sırasında birbiriyle uyumlu pek çok sinirin
etkinleştiği ve ön alın lobunun devreye girdiği. Yine de, BSB üzerine
araştırma yapanlar, bilinç sürecini açıklayabilecek net ve kesin
mekanizmaları belirleyebilmek için uğraşıyorlar.
Kuantum mekaniği
BSB araştırmacıların yanı sıra, bilinç konusunu farklı yöntemlerle
inceleyenler de var. Bu kişiler bilincin çok özel, sıradışı ve beynin
işlemlerinin toplamı olduğunu düşünüyorlar. Bu kampta yer alanların
yaklaşımına göre, bilinç gizemi kuantum mekaniğinin gizemiyle doğrudan
bağlantılı. Onlara göre bilinç, çok sayıdaki hücrenin kuantum üstkonum
aşamasına geçmesinin bir sonucu olabilir. Kuantum kuramcılarının
karşılaştığı en önemli sorun, hücrelerin evre uyumlarına ilişkin
makroskobik aşamaların sıcak ve nemli beyin ortamında net olarak
tespit edilememesi. Bilinç mekanizmasını araştıran bir üçüncü kesim
ise, bunun biyolojik işlemler bütünü olduğunu savunuyor. Örneğin,
Şilili nörologlar Humberto Maturana ve Francisco Varela tarafından
geliştirilen "autopoiesis" (yenilenme, kendini yeniden üretme eylemi)
ya da kendinden bilme ağı teorisine göre bilinç, karar verme
yeteneğinin genel biyolojik sürecinin yoğun şeklidir. Yaşamın kendisi,
dünyada olup biteni bilme ve bunlara cevap verme eylemidir. Genler,
dünyaya uyum sağlamak için bedenin ihtiyaç duyduğu anlama yeteneğini
temsil eder. Bağışıklık sistemi, kendisinin ne olduğunu ya da
olmadığını bilip ona göre harekete geçer. Dolayısıyla bilinç, bu temel
biyolojik ilkenin karmaşıklaşmış hali olabilir.
Tüm bu
sistem yaklaşımlarının amacı, bilince yönelik net ve matematiksel bir
model kazandırmak. Ancak, yolun çok başındayız ve bilinç konusunda
aşılması gereken daha çok nokta var. Tüm bilinmezlerine rağmen,
önümüzdeki 30 yıl içerisinde, beynin yapısı, kimyası ve işlevlerinin;
her sinir ucunun, dendritin, presinaptik sinirin ve sinir hücresinin
haritasının çıkarılacağı belirtiliyordu. Dolayısıyla bir makine ile
insan arasındaki farkın çok azalacağı ileri sürülüyordu. Bu konuda
önemli adımlar da atıldı. Yine de nöroloji dünyası henüz ulaşılan
noktadan hoşnut değil. Ve yeni tekniklerle gizler denizinin
derinliklerine ağır ağır ilerliyor.
Beyinle ilgili yanlı söylentiler:
Beynin sol tarafı
mantıksal, sağ tarafı yaratıcıdır: Beynin işleyişi yanal olduğu için,
bu ifadenin bir parça doğruluk payı var. Sol yarımküre, ayrıntılara
odaklanma ve sonuçlandırmada iyiyken; sağ yarımküre daha geniş ve
bağlamsal bakış açısıyla işliyor. Ancak düşünme sırasında etkinlik
paylaşılıyor.
Beynin sadece yüzde 10'unu
kullanırız: Bu efsane 1930’lu yıllarda ortaya atıldı. Cerrahi
uygulamalar sırasında beynin elektrotlarla incelenmesi sonrasında
büyük bir bölümünün "sessiz" olduğu görüldü. Ancak modern beyin
taramaları, beynin her alanının etkinliğini kanıtladı.
Tüm insan beyinleri aynı
yapıya ve özelliklere sahiptir: Gerçekte beyin, çeşitli alanları
benzerlik gösterse de, yüz ya da parmak izi gibi bireysel. Dil merkezi
ya da diğer kritik bölgeler, boyut ve konum açısından farklı
oluşabiliyor. Örneğin bir hastanın görme korteksi diğerine oranla üç
kat büyük olabiliyor. Nörologları da en çok bu durum zorluyor.
Sinir bağlantıları
kullanılmadıkça azalma gösterir: Bebeklerin ilk yıllarında ihtiyacı
olandan çok daha fazla sinirsel bağlantı üretmeleri bu görüşü doğurdu.
Fikir, yoğun uyarımların ek bağlantılara yol açacağı mantığı üzerine
kurulmuştu. Varolan bağlantıların azalması, daha etkin beyin
yollarının oluşmasında gerekli aşamalardan biri.
Sinir ağını oluşturan
yapılar
Beyinde ve omurilikte nöron denilen sinir hücreleri bulunuyor. Her
sinir hücresinin çok sayıda kısa uzantısı var. Her nöronun tek ve uzun
bir uzantısı vardır ki, buna da akson deniyor. Akson uçları ile başka
nöronların dendritleri veya gövdeleri arasında temas bölgeleri
bulunuyor. Sinir sistemindeki bütün etkinlikler, bu arada bellek,
nöronlarda doğan elektrik akımıyla ilgili.
Akson: Elektrik
akımını bir hücreden diğerine taşıyan tek uzantı. Nöronun çıkış kolu.
Miyelin: Aksonu yalıtarak akımın aktarım hızını artıran yağlı,
beyaz renkli protein.
Dendrit: Komşu sinirlerle bağlantıyı sağlayan çok sayıdaki
uzantı. Giriş kolu.
Sinaps: Sinirler arasındaki temas aralığı.
Nöromedyatör (Nörotransmiter): Dopamin ve serotonin gibi,
nöronlar arasında sinyali taşıyan kimyasal mesajcılar.
Diken (Spike): Akson boyunca yol alan elektrik akımı.
Presinaptik almaç: Sinyali gönderen hücrenin zarındaki protein
yapıları.
Postsinaptik almaç: Sinyali alan hücrenin zarındaki protein
yapıları.
Yeni doğmuş bir bebeğin
beyni 400 gr. İçgüdüsel davranışları şekillendiren alt beyin oluşuyor.
Sinirler ve kıvrımların etkinliği ise sınırlı olarak sürüyor.
Bebeklik döneminin ilk
yılında, kortekste bir saniyede milyonlarca sinaptik bağlantı
gerçekleşiyor. Beynin ağırlığı iki katına çıkıyor.
Emekleme döneminde beynin
ağırlığı 1.100 gramı buluyor. Beyindeki sinaptik bağlantıların sayısı
katlanıyor ve sinir yolları inşa ediliyor.
Gençlik çağında beyin
1.300-1.400 gramlık ağırlığına ulaşıyor. Karar verme ve sosyal
düşüncenin geliştiği kortikal merkezler son şeklini alıyor.
20 yaşından sonra, beynin
devre yapısını tamamladığı kabul ediliyor. Ancak, nörologlar, bu
dönemden sonra da gelişmenin yaşandığını onaylıyor.
Bunları biliyor musunuz?
Beynin yaklaşık yüzde 80’i
su, yüzde 10’u yağ ve yüzde 8’i proteinden oluşuyor. Geri kalan
bölümünü karbonhidrat, tuz ve diğer mineraller kaplıyor.
Kalın sinirler, bir mesajı
yaklaşık olarak saatte 400 km. hızla taşıyor. Ancak beynin genelindeki
trafik, saatte 20 km'den daha düşük bir hızda seyrediyor.
Beynin kıvrımları
yayıldığında elde edilen korteks, standart A4 kağıdı büyüklüğünde gri
madde tabakası oluşturuyor.
Beyin, loş bir lambayı
aydınlatabilecek kadar enerji yakıyor. Vücut ağırlığının sadece 50'de
biri kadar olan beyin, vücudun oksijen ve glikoz ihtiyacının beşte
birini tüketiyor.
Beynin dünyada olup biteni
algılaması zaman alıyor. Örneğin, 100 metre yarışçılarının silah
sesini duyduktan sonra start almaları saniyenin sekizde birinde
gerçekleşiyor. Beklenmedik bir şeye verdiği tepki ise, yaklaşık yarım
saniyeyi buluyor.
Uyku halinde düşünme eylemi
sürüyor. Zihni kurcalayan karmaşık düşünceler bulanık bir biçimde
etkinliğini devam ettiriyor. Ancak hafıza kapalı olduğundan bunlar
unutuluyor.
20 kişiden biri (genellikle
kadınlar) akılda kalıcı zihinsel düşler kurduğunu söylüyor. Bu günlük
fantezilerin, gerçeğe çok benzediğini de vurguluyor.
Göz beynin bir parçası.
Diğer duyu organlarının sinirleri beyinde buluşsa da, gözün retinası
beyin dokusundan oluşuyor.
Vücut oranı esas
alındığında, insanlar en büyük beyne sahip. Ancak bir fil beyni
insanınkinden 4 kat, dev mavi balinanınki ise 5 kat büyük.
Büyük beklentiler
Beyinle ilgili en şaşırtıcı gerçek ne? Büyük olasılıkla dış dünyayla
çok zor bağlantı kurması. Çok az sayıda sinir uzantısı (tabii ki
sayıları birkaç milyonu buluyor) beyne duyumsal mesajları taşıyor. Ve
yine az sayıda sinir hücresi (bunlarda birkaç milyonu buluyor) bu
motor komutları yerine getiriyor. Dolayısıyla, her birkaç bin beyin
hücresinden biri dış dünyayla hiçbir ilişki kurmuyor. Çoğunluğu kendi
aralarındaki iletişimle ilgileniyor. Beyin, niyet ve beklentilerle
dolu kendi bilinç modelini oluşturma eğilimiyle işliyor. Daha sonra da
iç modelini hayata geçirmek için güncellenmiş zayıf bilgi akışına
ihtiyaç duyuyor. Bu zayıf duyumsal bilgi akışı, yandaki diyagramda
gösterilen "bilinç döngüsü" sistemiyle işleme giriyor.
İnsan beyninin evrimi
İnsan beyni ne zaman gelişti? Kişisel algı ve sembolik zihnin
kanıtları kabul edilen mağara resimleri, dinsel heykelcikler ve
boncuktan yapılmış kolyelerin ilk ortaya çıktığı zamanları göz önüne
alırsak, yaklaşık 50.000 yıl önce cevabını verebiliriz. Karar verme,
karmaşık düşünce sisteminin merkezi kabul edilen prefrontal lob, Homo
sapiens'lerde Homo erectus'a oranla daha büyük. Bu değişiklik, konuşma
ya da dil merkezlerinin de gelişmesini açıklıyor. Sembolik bir medyum
olarak dil, sadece toplumsal iletişimin değil, düşüncenin de aracıydı.
Böylece insan, hayvanlardan farklı olarak iç sesini, düşüncelerini
yansıtabilen bir canlıya dönüştü.
Peki gelecekte ne olacak?
Bazı bilim insanları, doğal ayıklanma baskısının konusunu
oluşturmadığından, beynin zihinsel evriminin durduğunu belirtiyorlar.
Diğerleri ise, evrim sürecini doğayla değil, teknolojik gelişmeyle
açıklıyor. Genetik mühendisliğinin ve gelişmiş bilgisayarların beynin
evrimim değiştirebileceğini ileri sürüyorlar.
Beyinde etkin hale gelen
10 alan
Posterior pariyetal korteks (PPK- Arka üst korteks): Görsel
işlemlere yol açan hareket-işlem alanı ile vücut haritasını kontrol
eden duygu-motor korteksinin ortasında yer alıyor. Uzanıp masadan bir
şey almak istediğimizde, PPK devreye girerek bize yardımcı oluyor ve
otomatik olarak istediğimize ulaşıyoruz.
Broca alanı: Konuşma
sırasında cümlelerin gramer yapılarından sorumlu bölge. Wernicke
alanıyla Broca alanı arasında etkileşim var. Wernicke alanında
kelimelerin akustik algılamsı gerçekleşirken, Broca alanı sesleri
eklemleyerek konuşma işlevini yerine getiriyor.
Anterior singulat korteks:
Bir harekete girişmeye hazır olunduğunda, planlama ve duygu durum
arasında bağlantı kurarak aktifleşen odaklanma alanı. Çözüm ve düşünme
gerektiren zor bir durumla karşılaşıldığında etkin hale geliyor. Bölge
hasara uğradığında hareket becerisinin tümüyle yok olması anlamına
gelen akinetik mutizm baş gösteriyor.
Amigdal: Beynin her iki
yarım küresinin ortasında yer alan bezelye tanesi büyüklüğünde organ.
Korku ve öfke gibi duyguların merkezi. Elektrot uyarımlarıyla
dayanılmaz terör duygusu yaratabiliyor. Beslenme ve cinsellik gibi
güdüsel eylemleri de düzenliyor. Endişe, iç sıkıntısı ve nevroz gibi
hastalıklarda, bu yapıda aşırı hareketlilik görülüyor.
Hippokampus: Duygulara
ilişkin tüm yollar hippokampusta toplanıyor ve buradaki sinir
hücreleri beynin genelinde sürdürülen tüm etkinliklerin “şipşak”
fotoğrafını çekiyor. Bu bölgede meydana gelebilecek bir hasar kişinin
hafızasını kaybetmesine, dahası bir kaç saniye öncesinde yaşadıklarını
bile unutmasına yol açıyor.
Beyincik: Küçük beyin
olarak bilinen bu kıvrımlı lob, beyin sapının arka kısmında yer
alıyor. Beynin onda birlik bölümü ve sinir hücrelerinin yarısından
fazlasından sorumlu.Bu bölümdeki sinir hücrelerinin sinaptik
bağlantıları ortalamadan 20 kat daha fazla. Beyinde formüle edilen
hareketlerin düzenlenmesi ve zamanlamasını gerçekleştiriyor.
Görsel korteks: Bu,
görmenin temel olarak şekillendiği alan. Gözlerden gelen bilgi burada
tescil ediliyor. Ancak renkleri ayırt etme, şekil tanımlama, görme
işleminin tamamlanması için 20 farklı nokta ve özel alan etkileşime
giriyor. Tek tek görsel alanların büyüklüğü bir medeni para kadar.
Ancak birleştirildiğinde kredi kartı büyüklüğünde bir alan elde
ediliyor.
İğsi kıvrım (girus
fusiformis): Bu korteks, yüz tanımlama alanı olarak değerlendiriliyor.
Herhangi bir hasar, arkadaşların, ünlü kişilerin hatta kendi yüzünün
bile tanımlanamaması sonucunu doğuruyor.
Ventromedial korteks (İç
yan boşluk korteksi): Karmaşık, duygu yoğun kararların verilmesini
sağlayan alan. Bu bölgesi hasar görmüş kişiler, kart oyunlarında
olasılıkları hesaplayamıyor ve otomobil çarpışması gibi korkunç
görüntülerden etkilenmiyor. Genel bilgi ve zeka düzeyi normal olmasına
karşın, iyi ile kötü arasında tercih yapmakta zorlanıyor.
Devrim yaratan tarama
teknolojileri
Bilgisayarlı tomografi (Computed Tomograpy –CT): Bilgisayarlı
tomografi, geleneksel röntgen cihazının gelişmiş hali. Her açıdan
beynin röntgeni çekiliyor ve bilgisayarla oluşturulmuş görüntüye
dönüştürülüyor. CT taraması, beynin bütünsel anatomisini gösteriyor.
Beyin dokularını ya da etkinliklerini kaydetmiyor.
PET taraması: Positron
emisyon Tomografisi’nde kan dolaşımına radyoaktif bir madde şırınga
ediliyor. Bu işaretleyici maddenin beyin hücreleri tarafından
emilmesiyle, zihinsel etkinlikler sırasında beynin hangi bölgelerinin
harekete geçtiği saptanıyor. Maliyetli ve zararlı bir uygulama.
f-MRI taraması: Fonksiyonel
manyetik rezonans Görüntülemesi’nde beyindeki atomları sıraya dizmek
için güçlü mıknatıslar kullanılıyor. Daha sonra radyo atımlarıyla
hidrojen ve oksijen gibi elementlerin miktarı ölçülüyor. Saniyede pek
çok taramayla zihinsel faaliyet haritalanıyor.
MEG taraması:
Magnetoensefalografi’de (MEG) çok yoğun, soğutulmuş sıvı helyumlu
algılayıcılar kullanılarak, aktif sinir ağlarının ürettiği manyetik
alanlar saptanıyor. Bu yol, sinirlerin ne zaman harekete geçip ne
zaman durduğunu tespit etmeye yarıyor.
Focus Dergisi’nden alınmıştır.
Focus Dergisi’nden alınmıştır.
İstanbul - 18.11.2003
http://gulizk.com
|