on günlerde
Türk yazılı medyasını meşgûl eden bir yarışma programı
var. Bu bir yabancı yarışma programı. İsmi ‘’Big
Brother’’Almanya’da gün geçtikçe izleyeni, dolayısıyla raytingi
artan bir program...En son olarak
görsel medyamızın da dikkâtini çekip haber programlarına
konu olan bu yarışmanın bizim için ilgi çekici yanı,yarışmanın
orijinalliği yanında
bir Türk kızının da yarışmacı olarak katılması hiç kuşkusuz...
Daha önce pek
enteresan bulmadığım bu yarışma, TV’de bir kere daha konu
olunca dikkâtle incelemeye koyuldum. Kurallar çok zor gözükmüyordu.
Birbirini daha önce hiç görmemiş on yarışmacı, bir evde yaşamaya
ve hayatı paylaşmaya başlıyorlardı. Cinsiyet,ırk ,dil, hiçbir
konuda ayrım yoktu. Mümkün olduğu kadar doğal davranmaya çalışıyorlardı.
Evde onları izleyen yirmi dokuz kamera vardı ki; bunlar evin
çeşitli yerlerine yerleştirilmişti. Yarışmacılar kameralardan
haberdardılar. Oyun kurallarını ihlal etmeyecek düzeyde
istediklerini yapıyorlardı. Kural dışına çıkan ya da yarışmayı
bırakmak isteyen, derhal uzaklaştırılıyor ve yerine
yeni yarışmacılar katılıyordu. Yirmi dört saatin yirmi
üçünde takip edilip izlenen yarışmacılar, bir saat kameralar çalışmasına
rağmen, kayıt dışı kalıp durum değerlendirmesi yapıyor ve günlük
izlenimlerini kısa bir süre
izleyicilere aktarıyorlardı.
Bir Türk kızı Ebru,
baştan beri yarışan grupta idi. Birçok yarışmacı elenmesine rağmen,
o ayakta kalmayı başarmıştı.
Doğal hareketleri, seyirciden olumlu puan alıyor, kurallar içinde
kendi sistemini oluşturması popülaritesini artırıyordu. Bir ara
Ebru’ya arkadaşlık teklif edip, sonra da Türk olması nedeniyle
puan kaybedeceğini düşünerek milyonlarca
kişinin önünde kendisini terk ettiğini söyleyen Alman yarışmacı
dahi moralini bozmamış,olayı metanetle karşılayıp
atlatmasını bilmiş ve kendisine duyulan sempatiyi artırmıştı.
Kuralları hiçe sayıp
show amaçlı davrananlar müsamaha görmüyor,diskalifiye ediliyordu;
nitekim yaşamın gerektiği
yer ve zamanda doğal parçası olması gereken soyunma
fiilini amatörce showa dönüştürenler
hemen oyun dışı kaldılar...
Ebru kendisi ile yapılan söyleşide yarışmanın kolay gözüktüğünü
ama olayın kamera önündeki
için hiç de basit olmadığını
belirtiyordu. Eeee...dile kolay;
hem kendini hem de diğer yarışmacıları kontrol edip doğru yerde
doğru hamleyi yapmak, hakkını verebilmek,duygularını kontrol
edebilmek...
Ali Kırca’nın
diğer haberleri okumaya başlamasıyla birlikte artık aklım
televizyonda değildi. Düşünmeye başladım...
“Ne var canım, abartma ,sıradan bir yarışma
büyütülecek nesi var!” diyenleriniz olabilir. Yaşamın
kendisinden gerekli bilgiyi alıp, okuyup, ona göre yazıp şekillendirmeyi
benimseyen biri olarak, aynı
fikri paylaşmadığımı belirtmek durumundayım. Yaşamda da farkında olun ya da olmayın, sizi kontrol edip izleyerek
baskı oluşturan birçok unsur olduğunu unutmamak gerek. Her yaşadığınız
anın hakkını vererek yaşamanın, doğru yerde doğru adımı atmanın
o kadar kolay olmadığı su götürmez bir gerçek... Doğal halinizi
koruyup kendiniz olarak davranmak olumlu faktörlerdir. Bunun yanı sıra,
yaşam sistemi dahilinde kendi
şablonunuzu oturtup kabul ettirerek,
yolunuza devam etmeyi bilmeli,gelişen olaylar karşısında
hızlı durum değerlendirmeleri yaparak bir sonraki adımı
ayarlayıp filmin sonraki karelerini görebilmelisiniz.
Ve siz siz olun sakın
gereksiz duygusallık ve tolere edilemeyecek tarz çıplaklık(!)
naraları ile Don Kişot
gibi yel değirmenlerine saldırmayın. Puan beklerken kendinizi oyun
dışında bulabilirsiniz...
Oynayan
için zor gözüken hayat
oyununu basitleştirmenin birkaç püf noktası belki bunlar. Gerçek
hayatta da Ebru gibi olabilmek dileğiyle....
Dr.
Mehmet Özdemir
http://afyuksel.com
09.11.2000
|