Bir çekirge ya da
tırtıl istilası... İnsan müdahalesi olmasa dahi bunun aniden durduğunu
ve milyarlarca tırtılın öldüğünü görebiliyoruz. Tıpkı düzenli olarak
her 10 yılda bir aşırı çoğalan ve kavak ve kızılağaç sürgünlerinin
yüzde 90’ını yiyen Alaska beyaz tavşanları gibi." Gazeteci Jacques
Girardon'un bitkibilimci Jean-Marie Pelt ile sohbeti.
Buğday
Dergisi
Jean-Marie Pelt:
Kretase döneminde, yüz milyon yıl kadar önce evrimde çiçekli bitkiler
dünyaya geldi. Sadece altmış beş milyon yıl öncesi gibi yakın bir
zamana denk gelen dinozorların yok olmasından çok önce. Çiçekler ilk
olarak tropik bölgelerde ortaya çıktı. Manzara içinde baskın hale
gelmeleri ve dünyayı işgal etmelerindeki hız botanikçileri şaşırtan
bir olaydır.
Jacques Girardon:
Evrimde çiçekli bitkilerin dünyaya gelmesi, hayvanlar dünyası için de
önemliydi, değil mi?
J.M.
Pelt:
Muhakkak. İlişki kurdukları böcekler için harika bir itici güç
oldular. Eğreltiotlarının böceklerle çok az ilişkisi vardı, çünkü
onlar için zehirlidirler. Çiçekli bitkilerin en büyük buluşu
hayvanlarla yeni tip bir ilişki geliştirmiş olmalarıydı. Onları
döllenmeleri için aracı yaptılar. Tozlaşma böylece kuşlar ve daha da
çok böceklerce yapılmaya başlandı.
J.
Girardon:
Neden ve ne için bir hayvan, birdenbire, bir bitkiden diğerine polen
taşımaya başladı?
J.M.
Pelt: Onlar
polen taşımak istemiyorlardı, yemek istiyorlardı. Kokusu olduğundan
polen onları çekiyordu. Aslında çiçekli bitkilerin böcekler
aracılığıyla döllenen ilk bitkiler olduğunu söyleyemeyiz, ama bunu
yaygın bir işleyiş haline ilk onlar getirdi.
J.
Girardon:
Ve hayvanlar tohumları da taşır oldular...
J.M.
Pelt: Kesinlikle.
Ve meyve bu yayılmanın aracı oldu. Hayvanlar, özellikle kuşlar pek çok
etli meyve ile beslenirler. İşin güzel yanı yedikleri meyvenin
tohumunu toprağa geri atarlar. Aynı zamanda, bu meyveyi yendiği yerden
de epey uzağa taşır. Kozalaklı ağaçlarda tohum, rekabet açısından
olabilecek en kötü yer olan, ağacın dibine düşerken çiçekli bitkilerin
yöntemi alabildiğine etkindir.
J.
Girardon:
Böcekler gibi biz de çiçeklerin şekillerine, renklerine, kokularına
karşı hassasız. Öyle ki biz de çekicilik adına onların kokularıyla
parfümleniyoruz.
J.M.
Pelt: Çiçeklerin
çekim için kullanılmasının olağanüstü olduğu kesin. Brezilya’da
yetişen catasetum orkidelerinde çiçek, mentollü bir koku yayar. Bazı
erkek böcekler çiçek üzerinde bu kokuyu alır ve kendilerine bununla
küçük bir alan oluştururlar. Böylece dişi böcekler gelirler, bu
parfümlü bölgede erkekle karşılaşır ve çiftleşirler. Bu durumda, koku
çiçeğin dışında dahi çekim sağlamıştır.
J.
Girardon:
Tıpkı bizim de bir kadına çiçek vermemiz gibi.
J.M.
Pelt: Tamamen.
Aslında çekim çiçeklerden önce de vardı. Chlamidomonas algi, örneğin,
tüylü basit bir tek hücreli olmasına rağmen kromozomlarını herhangi
bir eş ile değişmez. İki chlamidomonas karşılaştığında birbirlerine
dokunur, bir süre sonra birbirlerinden hoşlanmışlarsa birleşirler.
Birleştikten sonra da çekimi sağladıkları kimyasal maddeyi salgılamayı
bırakırlar. Demek ki çekim oyunu, bir milyar yıl önce dahi iki alg
arasında vardı. Aslında çekim, cinsiyet ve seçme fikri ile eş zamanlı
ortaya çıktı.
J.
Girardon:
Tarihleri boyunca, öyle görünüyor ki bitkiler hayatta kalabilmek,
türünü kurtarabilmek için tüm yatırımlarını çoğalma üzerine yapmışlar.
Bireysel olarak korunmak için pek de etkin savunma araçları
geliştirmemişler.
J.M.
Pelt: Dikenler
gibi savunma araçları geliştirdiler. Ama özellikle, en iyi oldukları
alan olan kimyaları ile kendilerini korudular. Pek çok bitki
zehirlidir veya yenilebilir değildir.
.
Girardon:
Ancak neyin bir çekirge istilasını önlediğini bilemiyoruz...
J.M.
Pelt: Veya
bir tırtıl istilasını... Ancak insan müdahalesi olmasa dahi bunun
aniden durduğunu ve milyarlarca tırtılın öldüğünü görebiliyoruz. Tıpkı
düzenli olarak her 10 yılda bir aşırı çoğalan ve kavak ve kızılağaç
sürgünlerinin yüzde 90’ını yiyen Alaska beyaz tavşanları gibi. Bu
aşırı tacizin sonunda kavak ve kızılağaçlar, tavşanlar açlıktan
ölseler dahi onlara dokunmayacakları bir salgı üretirler.
J.
Girardon:
Peki bu olayı nasıl açıklıyoruz?
J.M.
Pelt: 80’li
yılların başında bir kavağın, akça ağacın veya çınarın yapraklarının
bir kısmını tahrip ettiğimiz zaman, ağacın geri kalanının ot oburların
yiyemeyeceği yoğunlukta maddeler üreterek karşı saldırıya geçtiği
keşfedildi. Özellikle de tanen maddesi. Kısacası,
eğer
çok yenirse ağaç kendini sindirilemez hale getiriyor.
J.
Girardon:
Kesinlikle çok şaşırtıcı. Ancak bu henüz zarar görmemiş bitkilerin
nasıl korunduğunu açıklamıyor.
J.M.
Pelt: Araştırmacılar
komşu ağaçların da yapraklarındaki tanen yoğunluğunun aynı oranda
artmış olduğunu bulduklarında da çok şaşırdılar. Bunun tek bir
mantıklı açıklaması olabilirdi: Yaralanan ağaçlar diğerlerine bir
uyarı iletisi yollamışlardı.
Aynı dönemde,
Güney Afrika’da, Profesör Van Hoven da akasya yaprakları ile beslenen
kudus antiloplarının, yanı başlarında otlayabilecekleri ağaçlar olduğu
halde açlıktan ölmüş olmalarını anlamaya çalışıyordu. Ölü hayvanlarda
yaptığı otopsiden sonra Profesör Van Hoven midelerinde yüksek tanen
oranları dolayısıyla sindirilmemiş çok büyük miktarlarda yaprak buldu.
Araştırmalar
devam etti ve bir deneye girişildi. Bir grup öğrenciye sopalar verildi
ve akasyaların alçak dallarına vurmaları, yapraklarını parçalamaları
istendi. Analizler sonunda, tanen oranının iki saat sonra iki buçuk
katına çıktığı izlendi. Bunu izleyen araştırmada bazı ağaçlar
dokunulmadan bırakıldı ve görüldü ki hırpalanan ağacın 3 metre çapında
kalan tüm ağaçların yapraklarında da tanen üretimi artıyordu. Muhakkak
ağaçlar arasında bir iletişim vardı...
Önce kökler
aracılığıyla yayılan kimyasal bir ileti düşünüldü. Ama hiçbir deney bu
varsayımı doğrulayamadı. Çözüm, çok basit bir gaz, sadece iki karbon
atomundan oluşan etilen idi. Gaz halinde olan tam bir hormondu söz
konusu olan. Bir bitki tarafından salgılandığında, komşu bitkileri de
harekete geçiriyordu.
J.
Girardon:
Etilenin bir iletişim aracı olduğunu söyleyebilir miyiz?
J.M.
Pelt: Bir
sinyal görevi gördüğü kesin. 1994’te yine gaz formunda bir bitkisel
hormonun genç tütün yaprakları üzerinde parazitlere karşı savunmada
uzmanlaşmış genleri uyardığı keşfedildi.
J.
Girardon:
Bu kadar iyi kimyacılar olduklarına göre bitkiler başka gazlar
kullanmıyorlar mı?
J.M.
Pelt: Kullanıyorlar.
Ancak, biz bunları yeni yeni keşfediyoruz. Daha, çok yakında, tırtıl
istilasına uğrayan mısırların, tırtılların avcısı olan yaban arılarını
çağıracak gazlı bir kokteyl hazırladıklarını öğrendik. Lahanaların da
meşhur lahana kelebeğine karşı benzer bir strateji geliştirmiş
olduklarını gördük: Küçük bir yaban arısı türünü çeken bir gaz
salgılıyorlar. Bunlar daha sonra lahana kelebeğinin larvaları arasında
yumurtalarını bırakarak onları tamamen yok ediyor.
J.
Girardon:
Yani bitkilerin hikayesi bitmedi. Çünkü hem onlar evrimlerine devam
ediyor hem de bizlerin onlardan öğrenecek çok şey var.
J.M.
Pelt: Hiç
şüphesiz! Ve bu evcil veya yabani türlerin hızla yok olmasını daha da
dramatik hale getiriyor. Uzun vadede sonuçlarını kimsenin bilemediği
riskli genetik müdahalelerle kültürdeki bitkilerin üzerine de ağır bir
tehdit çökertiyoruz.
Çeviren:
Bilgi Buluş
Jean-Marie
Pelt,
Metz Üniversitesi Profesörü, Botanist
Pelt J.M., Mazoyer M., Monod T., Girardon J.;
“La Plus Belle
Histoire Des Plantes – Bitkilerin En Güzel Hikayesi”; Seuil Yayınları,
Paris 1998;
Kitabın “Vahşi
Odise” bölümünden Jacques Girardon ile Jean-Marie Pelt’in
sohbetlerinden derleme.
¨
Kaynak:
www.aciksite.com
E-posta: feridhakki@hotmail.com
İstanbul - 17.12.2003
http://gulizk.com
|