2002
yılı içinde bir Hollywood filmi sayesinde bütün dünya bir
isimle tanıştı: John F. Nash. Ülkemizde de oldukça ilgi gören
bu kişilik, delilik ve dahilik gibi bazı kavramların ve şartlanmaların
günümüz toplumlarında yeniden ele alınması gerektiğini
ortaya koymuştur. Bu sene itibariyle 75 yaşına girecek olan
Nash’ın hayat hikâyesi ve kişiliği oldukça ender rastlanır
tarzda. Filmi seyredenler, yaşantısının ana hatlarını anımsayacaklardır.
Bu yazıda Nash’ın hayat öyküsünü daha yakından ele alıp
filmde öne çıkmayan hususları, kendisi ile yapılan röportajdan
alıntılar ve onun
getirdiği bazı bilimsel gerçekleri ele alacağız.
Nash,
otobiyografisine ilginç bir cümle ile başlıyor: “Kanunen
tanınan bir birey olarak benim başlangıcım 13 haziran
1928’de vuku buldu…” İlk anda espritüel bir yaklaşım
gibi gelen bu ifadenin bile aslında Nash’ın derin düşüncesini
ifade ettiğini söyleyebiliriz. Nash’ın babası Teksaslı
bir elektrik mühendisi olup birinci dünya savaşına da geri
hizmette katılmış, daha sonra Bluefield’de yerleşmiştir.
Annesi ise İngilizce ve Latince öğretmeni imiş. Nash'ın
kendinden bir buçuk yaş küçük bir de kız kardeşi var.
Annesinin babası doktor olan Nash, eğitimli bir aileden
geliyor ve küçük bir şehrin sıradan bir ilkokuluna devam
ederken evde bulduğu ansiklopedileri okuyarak birçok şey öğrendiğini
ifade ediyor. İlkokul sırasında matematiğe ilgi duyuyor ve
klasiklerden Matematiğin Adamları (E.T. Bell) adlı eseri
okuyor; ayrıca Fermat teoreminin ispatını yapıyor.(Bir tam
sayının kendisiyle p asal sayısı kez çarpımıyla ilgili
olan teorem)
Nash,
babasını örnek alarak Elektrik mühendisi olarak üniversiteye
başvuruyor; ancak Pittsburgh’ta Carnegie Tech. Üniversitesinde
tam burslu olarak Kimya mühendisliğine giriyor. Bu bölümde
mekanik çizim dersinin disiplinli olmasına tepki göstererek
Kimya bölümüne geçiyor; ne var ki, kimyadaki el becerisine
dayanan ve sonuçlarla başarının nispeten araçları ne kadar
doğru tuttuğunuza bağlı olan kuantitiv analiz deneylerinden
sıkılıyor ve matematik bölümüne geçiş yapıyor.
Matematik bölümünden mezun olduğunda ise Nash’a okul
diplomasıyla birlikte yüksek lisans (master) derecesi de
veriliyor. Matematik bölümünde iken seçmeli olarak
Uluslararası Ekonomi dersi de alıyor. Bu sırada, yazdığı
‘Pazarlık Problemi’ tezi ile Amerika’nın en seçkin iki
okulundan kabul alıyor: Harvard
ve Princeton.
Ancak aldığı bursun daha iyi olması, Prof. A.W. Tucker’den
gördüğü ilgi ve evine yakınlığını da göz önünde
bulundurarak Princeton’a
gidiyor.
Nash’ın
çok önemli olduğundan emin olduğu fikirleri vardır.
Princeton’a girdikten bir süre sonra Einstein’a gidiyor ve
ona yerçekimiyle ilgili bir düşüncesini anlatıyor. Bir saat
kadar
karmaşık matematik anlattıktan sonra, Einstein ona
gidip daha fazla fizik öğrenmesini tavsiye ediyor. Bir fizikçi
birkaç sene sonra benzer fikirleri bilimsel bir dergide yayımlıyor.
Buradaki
doktora tezinin öyküsü ise bir hayli ilginç. Nash, doktora
tezi olarak ‘İşbirliksiz Oyunlar’ tezini hazırlıyor;
ancak bundan önce tezin matematik bölümünce kabul edilmemesi
olasılığına karşılık, cebirle ilgili birkaç bulgusunu da
yedekte tutuyor. (Gerçel cebir monifoldları) ‘İşbirliksiz
Oyunlar’ tezi ise kendisine 1994 yılı ekonomi Nobel ödülünü
kazandırıyor. Nash, bunun aslında en önemli çalışması
olmadığını, çok daha kayda değer matematik çalışmasının
olduğunu ifade ediyor.
Doktorasını
tamamladıktan sonra 1950 yazında RAND isimli soğuk savaş için
stratejiler geliştiren bir kurumda çalışıyor ve sonbaharda
tekrar Princton’a dönüyor. Burada yine matematik problemleri
üstüne çalışıyor. Bir yıl Princton’da kaldıktan sonra
aldığı iyi maaş teklifiyle M.I.T.’de hocalığa başlıyor.
1951’den 1959 baharına kadar MIT’de çalışıyor. Eşi
Alicia ile de burada tanışıp evleniyor. Ancak bundan önce
bir ilişkisi daha oluyor. Nash’ın filme yansımayan bir öyküsü
de Eleanor Stier ile evlilik dışı bir çocuğunun olması.
(John David Stier, 19 Haziran 1953) Elenor çekingen ve kendine
güvenemeyen bir kız iken Nash’ın kendinden daha da çekingen
olması ona cazip geliyor. Eleanor’ın ısrarlarına rağmen o
evlenmemiştir.
1952’
de Nash, Gerçel Cebir Manifoldları makalesini Annals of
Mathematics isimli dergide yayımlıyor. Bu makaledeki en önemli
sonuç, iki gerçel cebir manidolu, ancak ve ancak analitik
olarak benzer şekilli ise denktir. Her ne kadar bu makale
Nash’ın geleceğin önde gelen bir matematikçisi olduğunu
kesinleştirse de, Pricstondaki meslekdaşları Nash’ın saldırgan
kişiliğinden dolayı onu aralarında görmek konusunda pek hoşnut
değillerdi.
MIT’de
Nash pek de alışılagelmiş ve popüler bir hoca olmamıştır.
Zira onun konuları gerçel cebir varyeteleri, Riemannian
geometrisi, parabolik ve eliptik denklemler üzerine oldukça
derin ve önemli gelişmeler içeren çalışmalardır. C1 izometrik
katmalar (isometric imbeddings) 1954 yılında makale olarak basılıyor.
Nash, bu çalışmasını daha da geliştirerek Riemannian
Manifoldları için katman problemi makalesini 1956’da yayımlıyor.
Bu makale onun meşhur Derin Kapalı Fonksiyon teoremini de içerir.
1958’de ise parabolik ve eliptik denklemlerin çözümlerinin
sürekliliğini kapsayan çalışmasını American Journal of
Mathematics dergisinde yayımlıyor. Daha bu son makalesi yayımlanmadan
1958 yılı Fields' Madalyasına layık görülüyor.
Nash
bu dönemde birçok çözülmemiş matematik problemine çözüm
getiriyor ve matematiğin en iddialı isimlerinden olduğunu gösteriyor,
ne var ki bu sırada farklı bir sürece giriyor; kendisi bunu
şöyle tanımlıyor: “Bu süreç, düşünmenin bilimsel mantıksallığından,
hayali düşünen kişi karakterine değiştiğim zamandır ki,
bu kişiler psikiyatrik açıdan şizofreni olarak tanımlanırlar.”
1959
Ocak’ta üniversitede yeni bir ders açıyor Nash: Oyun
teorisi ve bir süre sonra dersi bir doktora öğrencisi devralıyor.
Nash birkaç hafta sonra geri döndüğünde, herkesin bulunduğu
bir odaya girip elinde tuttuğu New York Times gazetesini göstererek
uzaylılardan şifreli mesaj aldığını söylüyor. Birkaç gün
arkadaşları, Nash’ın espri yaptığını düşünüyor.
Bu
dönem 1959 yıllarının başlarında başlıyor. Nash bu süreci
net olarak belirtmiyor; ancak aşağıdaki röportajında bu sırada
içinde bulunduğu durumdan kesitler anlatıyor. 1959 yılında
50 gün hastanede kalıyor ve şizofreniler için uygulanan ilaç
tedavisi görüyor. Nash hastaneyi ve ilaç tedavisini şiddetle
reddediyor. Hastaneden çıktıktan sonra Avrupa’ya kaçarak sığınma
talep ediyor.
Avrupa’dan
döndükten sonra da sekiz ay kendi rızasının dışında
hastanede yatıyor ve devamlı serbest kalmak için mücadele
veriyor. Hastanede geçen bu uzun süreden sonra, hayali
tezlerinden vazgeçerek matematik çalışmalarına geri dönüyor.
Aslında bu düşüncelerinin tam olarak yok olmadığını,
ancak hastaneden kurtulmak için bunları hasıraltı ettiğini
ifade ediyor. Bu arada önemli matematik çalışmaları yapıyor.
1960’ların
sonlarında tekrar hayal dünyasına döndüğünü ifade ediyor
Nash. Bu sürede hastaneden ve psikiyatristlerden sakınmak için
nispeten daha uyumlu davranışlar ortaya koyuyor. Zamanla, bu
hayali düşüncelerini kısmen kontrol altına alıyor, özellikle
aklına esen siyasi ilhamları reddediyor.
Günümüzde
ise Nash, bilim adamları gibi rasyonel düşündüğünü söylüyor.
Ancak bu durumdan pek memnun olmadığını da ifade ediyor. Ona
göre, “Rasyonel düşünce, kozmos ile bireyin ilişkisi hakkında kişinin düşüncesine
sınır getirir. Örnek vermek gerekirse; Zerdüşt olmayan
birisi Zerdüşt’ü milyonlarca saf inananı ateşe tapmaya
sevk eden bir deli sanabilir, fakat eğer Zerdüşt’ün bu
deliliği olmasaydı Zerdüşt de yaşayıp unutulup giden
milyonlarca veya milyarlarcadan biri olacaktı.”
Nash
1994 yılındaki röportajında şöyle diyor: “İstatistiksel
olarak 66 yaşındaki bir bilim adamı veya matematikçinin eski
çalışmalarına katkıda bulunacak çalışmalar yapmasının
mümkün olmadığı görülecektir. Ancak ben hâlâ gayret
ediyorum ve kısmen hayalle geçen 25 yıllık aradan sonra, bu
tipik bir durum olmasa gerek. Bu yüzden şimdiki çalışmalarımla
veya gelecekte ortaya çıkacak yeni fikirlerle değerli çalışmalar
yapacağıma dair ümidim var.”
1996
yılında Dünya Psikiyatri Kongresi’nde rahatsızlığı ile
ilgili bir makale yayımlıyor. Orada şöyle bir ifade yer alıyor:
“Çılgınlık ve matematik arasında direkt bir bağlantı
olduğunu söyleyecek kadar cesur değilim; fakat şüphe yok
ki, dâhi matematikçiler manik özelliklerden, delirium ve şizofreninin
belirtilerinden ıstırap çekerler…
…İşimde iyi şeyler üretemese kendimi iyileşmiş kabul
etmeyeceğim…”
John
Nash ile röportajdan alıntılar:
Matematiği Keşif:
“
Daha ilkokuldayken kendimi büyük sayıların içinde buldum;
herkes iki üç haneli sayılarla uğraşırken, ben birçok
haneli sayılarla kafamda dört işlem yapıyordum… Sayılara
karşı yakınlık duymak için matematikçi olmanız gerekmez.
Bu arada, son zamanlarda bir film piyasaya çıktı; küçük ölçekli
orijinal bir film, Pi. Sanırım başlangıcında bir rakamlar
dizisi ekrandan geçiyor… Ve sonunda İncil’in şifresi
fikriyi ortaya çıkıyor. Ve bu sayılara bağlanıyor. Demek
ki, sayılarla bağlantının matematiksel olması gerekmiyor.
Hatta ben de zihnen rahatsız olduğum dönemde sayılara büyük
ilgi göstermiştim…”
En
Orijinal:
“Lisede
iken en yakışıklı ve en iyi öğrenci seçilmişti, ben de
en orijinal kişi seçilmiştim. Ben sınıftaki en iyi öğrenci değildim.
Bunu (orijinalliği) matematiğe yaklaşımımda da görebiliriz.
Yapılacak şey, diğerlerinin yaptıklarından sakınmak, ve
birilerinin çalışmasını birebir takip etmemek diye düşünmeye
çalıştım. Bunu ‘Oyun Teorisi’nde de yaptım.”
Şartlanmasızlık
“Birisi
bana dâhi olduğumu söylemişti. Başka bir zaman bana kafadan
çatlak dediler; çünkü bazı fikirlerim vardı ancak bunlar
bir nevi çatlakça idi veya kulağa mükemmel gelmiyordu.
Bu zihinsel problemlerin bir beklentisini oluşturmuş olabilir.
O zamanlar bir akıl hastalığı söz konusu olmamasına rağmen,
bazı uyumsuz davranışlar vardı. Bir şekilde bazı düzensiz
davranışlar yapıyordum. Bir dereceye kadar, akıllılık
uyumun (şartlanmışlığın) bir biçimidir. Yine bir dereceye
kadar, çılgınlar şartlanmasız olanlardır (normlar ve
standartlara göre hareket etmeyenler) toplum ve aileleri
onlardan kendi yaşamlarına faydalı gözüken şeyler için yaşamalarını
beklerler. Karım ve ben de oğlumuz Johnny için bunu
diliyoruz. Onlar çalışırlar; para kazanırlar; aile yaşamı
kurmaya hazırlanırlar; neslin devamını getireceklerdir.
Fakat her zaman bunları yapmayan insanlar da olmuştur, bunlar
çılgın veya bakıma muhtaç olabilirler veya akıl hastası
olarak sınıflandırılabilirler…”
Sesler
İşitme
“İlk
başlarda sesler işitmiyordum. İlk defa 1964 yılında rahatsız
edildim ve 1964 yazına kadar hiç ses duymadım. Bundan sonra
sesler duymaya başladım ve seslerin kavramlarıyla
(fikirleriyle) tartışmaya başladım. Ve sonuçta onları
reddetmeye başladım ve dinlememeye karar verdim. Oğlum da
sesler duyuyor, eğer onları reddetme durumuna gelirse, belki
de akıl hastalığından kurtulabilir. Sesleri reddetmenin
sonucu artık sesleri duymamak oluyor. Duyduğunuz
sesler, gerçekten kendinizle konuşmanız; fakat bu durum rüya
ile de bir paralellik gösteriyor. Rüyada mantıklı olmamak
tipik bir durumdur.
Kolayca
anlaşılamayan bazı felsefi fikirlerim vardı. Kendimi politik
kavramlar içinde düşünürken bulurdum. Ama daha sonraları
bu düşünme tarzını yargılamaya başladım, yani politik şeyler
düşünmek pek de değerli değildi. Hatta şimdi bile, bazen
yeni bir şeyi fark ediyorum. Bazı gündemdeki konular hakkında
politik açıdan düşünmek o kadar mantıklı da olmayabilir.
Onu başkaları da yapabilir.
Böylece bazı politik fikirleri reddetmenin seslerle ilgisi
vardı. Bir sesin, siyasi bir muhakemeye paralel olan bir şeyi
temsil edebileceğini düşündüm. Bundan sonra dedim ki,
‘Onu dinlemek istemiyorum.’ ”
Görüntü
Halüsinasyonu
“Filmde
böyle sahneler var; ancak filmdeki vehim modeli bir şekilde
farklı olacak, çünkü oradaki kişi, olmayan şeyler görüyor.
Sadece fikirler veya fikirlerin çizimi değil. Bazı kişileri
gördüğünü düşünüyor. Ben hiçbir şey görmedim, ama oğlum
gördüğünü söylüyor. Bu konuda pek konuşmuyor, dolayısıyla
gerçekten ne gördüğünü bilmiyorum. Böyle söylemek hoşuna
gittiği için söylediğinden şüphem var.”
Akıl
Hastalığı Konusundaki Yanlış Kanılar
“Bence
akıl hastalığı veya delilik bir kaçış da olabilir. İnsanlar
akıl hastası olmazlar, çünkü genelde en mutlu durumdadırlar.
Bir doktorun gözlemine göre insanlar zengin iken şizofrenik
olmaları çok ender görünür. Eğer fakirlerse veya yeterince
maddi imkânları yoksa şizofrenik olmaları daha muhtemeldir.
Ve bu doğal... Her şey iyi gidiyorsa, dünya halinden
tatminkarlık bulabilirsiniz. Eğer her şey kötü gidiyorsa,
daha iyi şeyler hayal eden biri olabilirsiniz.
Benim
durumumda ise, kendimi olduğumdan daha önemli bir pozisyonda
hayal edebiliyordum. O sıralar biraz tanınıyordum. İş hayatımda
ilerlemeler kaydediyordum, fakat en üstte ve birinci değildim.
Çok üst düzeyde tanınmıyordum, bu yüzden mantıksız
olarak düşünmeye başladığımda kendimi gerçek bir numara
olarak hayal ettim. Ben dünyadaki en önemli kişiydim. Papa
veya Amerikan Başkanı gibi insanlar beni indirmek için uğraşan
kişilerdi.
Hep
şu fikri ilka ediyorlar: Akıl hastası insanlar ıstırap çekiyor
ve sanki terapistler, doktorlar ve onlarla çalışan herkes
onlarını bu ıstırabını bir şekilde dindirebilirler. İlaç
vererek böylece sanki onların ıstırabını hafifletecek ve
onları varoluşun başka bir düzeyine getirecek.”
Vehmi
Düşünceler
“Çılgınlıkta,
çok önemli bir pozisyonum olduğunu düşünüyordum ki tabii
ki bu Peygamber tarzı bir vazifeydi. Bu
bir Müslümanlık kavramı, özellikle Muhammed (S.A.S) ile
ilgili. O Allah’ın elçisi. Sanırım bu herkesce kabul
edilen bir ibare. Bu yüzden kendimi bir elçi olarak gördüm
veya özel bir işlevim olduğunu düşündüm. Bunu dostu
ve düşmanı olan bakımından da ele aldım. Sanıyordum ki eğer
hastaneye yatırılırsam bu düşmanlarımın ihtilali olacak.
Bu
zulüm duygusu içindeydim. Amerikan Başkanı, Papa ve diğer güçler
bana anlayışsız davranabilirler. Komünistlerin ve komünist
olmayanların bir dolap çevirdiği gizli saklı bir dünya
tahayyül ediyordum.
İlk
zamanlarda bir şekilde bir mesaj alacağım yönünde bir düşüncem
vardı. Daha sonraları bir sayının gözükmesiyle ilahi bir
vahiy alacağım hissine kapıldım. Büyük bir tesadüf, öbür
taraftan gelen bir mesaj olarak yorumlanabilirdi.”
Nobel
Ödülü ve Gelecek
“Nobel
ödülü, birçok alanda tanınmamın yolunu açtı. Şu veya bu
ödülü alabilirim. Çok saygıdeğer bir topluluğa üye seçilebilirim,
bu tarz şeyler olabilir. Bunlar doğal sonuçlardır. Şu kesin
ki Nobel ödülü olmadan hiçbir şey olmazdı.
Geleceğin
ne getireceğini bilmiyorum, benim için öyle uzun bir gelecek
olmasa bile. Elbette ki, gelecek genel anlamda tahminen uzun,
her şey kötü gitmez ve bir mucize olmazsa.”
Nash
ile yapılan röportajdan alıntılar bu kadar. Yazının müteakip
kısmında oyun teorisinden kısaca bahsetmek istiyorum.
Oyun
Teorisi
Oyun
teorisi hakkında bu filmden sonra birçok köşe yazısı yazıldı.
Aynı şeyleri tekrar ederek sizi sıkmak istemiyorum; ancak
konuyu basitçe ele alıp farklı bir iki örnek vermek
istiyorum.
Oyun
Teorisi, birimlerin birbirini etkilediği bir ortamda karar
almayı inceler. Böyle bir durumda her birim için oluşacak
sonucun, herkesin tutumuna bağlı olması koşuldur. İşte böyle
bir ortamda siz karşınızdakilerin tercihlerini de hesaba
katmalısınız. Ancak bu arada şunu da unutmamalısınız ki,
rakipleriniz de sizin ne düşündüğünüzü anlayabilir, bu
durumda siz bunu da hesaba katmalısınız. İşte bu sonsuza
kadar sürüp gider. Görüleceği üzere böyle bir oyun çok
karmaşık ve kurnazca oynanmalıdır. Nash ise böyle bir
durumda mutlaka bir denge noktasının bulunacağını ifade
etmiştir. Malum Nash burada her birimin işbirlik içinde olmadığını
varsaymıştır.
Diğer
bilimleri kısıtlı bir sahada kalmasına rağmen oyun teorisi
için çok geniş bir uygulama sahası söz konusudur. Bu
spordan, siyaset, hukuk, diplomasi, siyaset, ekonomi, savaş
hatta biyoloji ve evrim teorisine kadar uzanır. Örneğin,
biyologlar Darwin’in ortaya attığı hayatta kalma mücadelesi
de birimlerin stratejik olarak birbirini etkilediği durumu ele
alır. Modern Evrim Teorisi ise Oyun Teorisi ile yakından ilişkilidir.
Bu
arada Oyun Teorisi’ne verilen hapis ikilemi örneğini sanırım
okumuşsunuzdur. Bu yüzden size ekolojiden bir örnek vereceğim,
kuşların çiftleşmesi ile ilgili. Malum, yuvayı dişi kuş
yapar ve çiftleşme mevsimi sayılı gündür. Erkek kuş bir
dişi kuşla cilveleşmeye başladığında hemen çiftleşmek
ister; çünkü böylece ikinci bir eş arayabilir ve genlerini
daha fazla yayabilir. Ancak dişi kuş da bilir ki eğer çiftleşme
mevsiminin sonuna yaklaşılırsa erkek kuş yuvayı terk
etmeyecek ve yavrulara göz kulak olacaktır.
İşte oyun başlıyor. Çiftleşme mevsimi bitmeden çiftleşip
ikinci eş arayacak olan erkek kuş ve eşinin yuvada kalmasını
isteyen dişi kuş. Dişi kuş elinden geldiğince bu çiftleşme
faslına geçişi uzatırken erkek kuşun bundan sıkılıp çekip
gitmesini de istememektedir. Çiftleşme gerçekleştiğinde
erkek kuş ise Nash dengesini hesaplayacak ve eğer ikinci bir eş
bulma ihtimali yüksek ise (ki bunu matematiksel formül olarak
yazmak mümkün) yuvayı terk edecektir. Aksi halde yuvada
kalarak genlerini taşıyan yavrularının hayatta kalması için
mücadele edecektir.
Turhan Doğan
turhandogan@yahoo.com
Tokyo - 21.01.2003
http://sufizmveinsan.com
|