Geçtiğimiz
yaklaşık yüz yıla bakarsak bilimsel olayların önemini daha iyi
anlarız. Örneğin, elli sene önce bulunan bir teknolojik olgunun
yeni yeni kullanımına başlandığı da oluyor. İşte işin
ehemmiyetini buradan bakarsak daha iyi anlarız.
Artık,
insanlar bu olaylardan seneler sonra haberdar olmak
istemiyorlar. O yüzden internetin, uydu yayınlarının ve benzeri
global iletişimin sayesinde artık bilime daha yakınız. Daha sık
takip edebiliyoruz. Hatta, bunların yapım aşamasında olanlarının
bile farkındayız. İlgiyle izliyoruz ve kaynaklara bu kadar kolay
ulaşmanın hazzını yaşıyoruz.
Geçtiğimiz
yıl, bilim dünyası her alanda binlerce yeniliğe, buluşa,
gelişmeye imza attı. Deniz altındaki araştırmalardan, uzayda
kuyrukluyıldız vurmaya, inanılmaz beyin araştırmalarına, ay
üzerindeki depreme, yeni memelilerin bulunmasına kadar uzanan
çok geniş bir yelpazede binlerce gelişme oldu.
Ve bunlardan
derlenilmiş otuz beş harika gelişmeyi beraber inceleyeceğiz.
1-
Kuyrukluyıldıza Kroşe:
Amerikan
Uzay Ajansı NASA 4 Temmuz sabahı, adını da aynı konulu bir
filmden alan “Deep Impact” (Derin Vuruş) uzay aracının
sondasıyla Tempel 1 kuyrukluyıldızını vurdu. Bu darbeyle açılan,
bir ev büyüklüğündeki kraterden çıkan gazlar ve toz
partikülleriyle oluşan dev bulut kozmik bir gösteriye dönüştü.
Bilim
adamları bu misyonla kuyrukluyıldızın yapısı ve güneş
sistemimizin kökeni hakkında bilgi edinecekler. Merak edilen
konulardan biri, kuyrukluyıldızların 4,6 milyar yıl önce henüz
yeni doğmuş olan güneş sistemine suyu ve organik maddeleri ne
ile taşıdığı.
Deep Impact
misyonuyla kuyrukluyıldızın detay fotoğrafları da alındı.
Tempel’in bazı bölgelerinde krater bulunuyorsa da yüzeyi genel
olarak pürüzsüz.
Bu gözlemler
sonucunda sürpriz bir bulguya ulaşıldı. Kuyrukluyıldız, bir
hafta içinde birçok kez gaz jetleri püskürüyor. Gerçi
kuyrukluyıldızların gaz püskürttükleri biliniyordu, ama bunun bu
kadar sık tekrarlandığı ilk kez öğrenilmiş oldu.
2- 1.8 milyon yıl önce sosyal yardımlaşma vardı
Gürcistan’ın Dmanisi kenti, insanın evrimine ışık tutan fosiller
açısından zengin bir buluntu yeridir. Dmanisi’de bugüne kadar
yirminin üzerinde insan kalıntısı bulundu ve bunların arasında
üç kafatası bir de alt çene var. Dmanisi hominidleri Avrasya’da
bulunan dünyanın en eski insanları ve atalarımızın Afrika’dan
çıkışına dayanan teoriyi sarstı.
Geçerli olan teoriye göre atalarımız, beyinleri geliştikten
sonra Afrika’dan dünyaya açılmışlardı. Fakat 1,50m boyundaki
Dmanisi insanları, Afrikalı çağdaşlarına göre çok küçük ve narin
yapılı. Beyin hacimleri de yalnızca 0,6-0,8 litre kadar. Oysa
Homo Erectus’un beyin hacmi yaklaşık olarak 1 litre, modern
insanınki ise (Homo sapiens) 1,2 Ğ2 litre arasındadır. Son
buluntulardan biri olan bir kafatası ve buna ait altçene kemiği,
dişleri önemli ölçüde zarar gören en eski hominid olarak
açıklandı. Hominid üst çenesindeki tüm dişlerini kaybetmiş,
altçenede ise sadece soldaki köpekdişi kalmış geriye.
Ayrıntılı incelemeler sonucunda, yaşlı hominidin dişlerini
ölümünden çok önce kaybettiği anlaşıldı. Ya çok yaşlıydı ya da
bir hastalık yüzünden dişleri dökülmüştü. Fakat, o dönemdeki ilk
insanlar etle besleniyordu. Dişsiz hominid et yiyemeyeceğine
göre, bir olasılıkla kemik iliği ve beyinle zenginleştirilmiş
bitkilerle besleniyordu.
Bu da, duygudaşlığın ve sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın 1,8
milyon yıl önce varolduğunu kanıtlayabilir. Bu konudaki
araştırmalar sürecek.
3- Pazar tezgâhında yeni kemirgen türü:
Robert Timmins, Orta Laos’taki bir pazarda bir sebzenin yanında
gıda ürünü olarak satılan tuhaf bir kemirgen gördü. Ve
birdenbire böyle bir hayvanı daha önce hiç görmediğini fark
etti. Bilim adamı DNA karşılaştırması yaptıktan sonra kafatası
ve kemik yapısını inceledi.
Bu inceleme sonucunda kemirgenin sadece yeni bir tür olmadığı
aynı zamanda da bilinmeyen bir hayvan familyasını temsil ettiği
anlaşıldı. Yerli halk tarafından Kha-Nyou olarak adlandırılan
hayvanın yaşam biçimi hakkında çok az şey biliniyor. Geceleri
etkin olduğu sanılan ve keşfedilmesini bekleyen son memeli
ailesine ait olduğu sanılan kemirgen, “Laonastes aenigmamus”
olarak adlandırıldı.
4- Ay’da sismoloji:
1969-1972 yılları arasında Apollo 12, 14, 15 ve 16 misyonlarıyla
Ay’ın üzerine sismometrelerden oluşan bir ağ sistemi kurulmuştu.
Sistemin kaydettiği sismik olaylarla bilim adamları Ay’ın yapısı
hakkında bilgi edinmek istiyorlardı. Sismometreler, sekiz yıllık
çalışma süresinde çok sayıda kategorilere ayrılan 12558 vaka
kaydettiler.
Lunar modülüyle insanlar tarafından yapay olarak oluşturulan
sarsıntıları sınıflandırmak en kolayıydı. Ayrıca, çok sayıda
meteorit çarpışması da kaydedilmişti. Ay’ın üzerinde meydana
gelen gerçek depremler üç kategoriye ayrıldı.
En zayıf sarsıntılar, güneşin doğuşu ve batışına bağlı olarak
meydana gelen sıcaklık oynamasıyla ortaya çıkan termal
depremlerle ait. İkinci kategoriye giren sığ depremler, kabuğun
altındaki bölgelerde ölçülmüş ve tektonik kökenli olduğu
sanılıyor.
En büyük grubu oluşturulan derin Ay depremleri, 700-1200km
derinlikte oluşur ve Ay’ın içini biçimlendiren Güneş, Dünya ve
Ay arasındaki gelgit etkileriyle gelişmekte. Texas
Üniversitesi’nden Yosio Nakamura, bu yıl Ay’daki sismik
hareketlerle ilgili tüm verileri bu yıl yeniden analiz ederek,
gizemli sismik hareketlerden 5.885 tanesinin aşağı yukarı Ay’ın
ortasında yer alan fayların kırılmasıyla meydana gelen derin
depremler olduğunu saptadı.
Ayrıca 250 tane de kırılmaya hazır fay buldu. Burada ilginç olan
nokta, Ay’daki depremlerin Dünya’ya bakan tarafında meydana
geliyor olması. Oysa Dünya’ya uzak olan yüzünde çok az deprem
meydana gelmekte diye açıkladı Nakamura.
Bilim adamı daha ayrıntılı bilgiler edinebilmek için Ay’ın bu
bölgesine yeni sismometrelerin yerleştirilmesini istiyor. Ama
bunun için en az dört yıl beklemesi gerekiyor. Çünkü NASA, ilk
Ay misyonunu 2010 yılından önce gerçekleştirmeyecek.
5- 5000 yıllık ’düğümün’ gizi çözülüyor:
15.yy’da ülkeleri tüm Andlar bölgesine yayılan İnkaların ne
yazıları ne de paraları vardı, ama buna rağmen devletleri
mükemmel bir şekilde organize olmuştu.
Önemli haberleri, istatistikleri ve devletle ilgili bilgileri
"Quipu" olarak adlandırılan düğüm yazısıyla şifreliyorlardı.
Bilim adamları bu yıl bazı "Quipu" düğümlerini çözmeye
başardılar. Amerikalı bilim adamları Gary Urton ve Carrie
Brezine’ye göre gizemli düğümlerin her şeyden önce resmi
belgelerin kaydedilmesinde kullanılıyordu.
Bir ana sicim üzerinde düzinelerce ipler uzanmakta ve bunların
üzerinde farklı düğümler var. Yatay veya dikey konum, ip rengi
/uzunluğu ve düğüm tiplerine göre farklı anlamlar çıkıyor
ortaya. Düğüm yazılarının birçoğu 16.yy’da İspanyol fatihler
tarafından tahrip edilmiştir.
Urton ve Brezine, Puruchuco’daki idari merkez yapısındaki
kazılardan çıkarılan 21 "Quipu"yu bilgisayarda analiz ettiler.
Buna göre düğümlerden yedisi vergilerin türü ve ödenişiyle
ilgili. Vergiler, hazine arazileri veya inşaat yerlerindeki
çalışma günlerine göre yıllık olarak alınıyordu.
6- Deniz seviyesi yükseliyor:
Colorado Üniversitesi’nden Steve Nerem, küresel ısınmanın
okyanuslar üzerindeki etkisini araştırınca okyanuslardaki su
seviyesinin %50 daha hızlı yükseldiğini buldu. Deniz
seviyesindeki ölçümler, NASA’nın TOPEX/Poseidon ve Jason-1
uydularıyla alındı. Bu iki uydu okyanusları on günde bir
tarıyor. Diğer bilim adamlarının hesaplarına göre deniz
seviyesindeki yükselişten yüzde elli oranında okyanuslardaki
termal genleşme sorumlu. Bu gelişmede dağlardaki buzulların ve
kutup buzunun erimesi de etkili.
Diğer iklim uzmanları Grönland ve Güney Kutbundaki buz
tabakasının git gide daha hızlı bir şekilde denize kaydığını
saptamışlardı. Fakat bu yıl yapılan araştırmalar, Güney Kutbunun
bazı bölgelerde kalınlaştığını gösterdi. Bu gelişmenin deniz
seviyesi üzerindeki etkisi henüz belirsiz diye açıkladı
Pennsylvania Eyalet Üniversitesi buzul uzmanı Richard Alley.
Buz tabakalarının ne şekilde davrandıklarının bulunmasının çok
önemli olduğunu söyleyen bilim adamları, Grönland ve Güney
Kutbu’nda deniz seviyesini 60m kadar yükseltecek kadar suya
sahip olduğunu hesapladılar.
7- Siyahlara özgü ilk ilaç FDA tarafından onaylandı:
Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi Haziran ayında sadece siyahlardaki
kalp yetmezliğini tedavi edecek BiDil ilacını onayladı. BiDil,
iki klasik ilacın (Hydralazin ve Isosorbid-Dinitrat) bir
kombinasyonu, damarları açarak kan basıncını düşürdüğü gibi
göğüs anjini ve kalp yetmezliğini de tedavi etmekte. BiDil
klinik deneylerde ölüm oranını %43 düşürmüş.
Fakat bu olumlu etki, sadece siyah hastalarda görüldüğü için
ilaç sadece siyahlar için onaylandı. Bu onay üretici firma
NitroMed’in de işine yaradı. Üreticinin elinde ilacın genel
kullanımı için bulunan patentin süresi 2007 yılında bitiyor. Ama
yeni patentin süresi 2020 yılına dek devam edecek.
8- Sera gazı yüzünden okyanuslardaki asit oranı artıyor:
Fosil yakıt kullanımı yüzünden her insan günde ortalama olarak
11 kilo karbondioksit üretiyor. Bunun dört kilosu dünya
denizlerine gittiği için sera etkisi zayıflamakta. Fakat,
karbondioksit deniz suyuyla reaksiyona girerek aside dönüşmekte
ki bu da deniz canlılarının kabuklarına zarar vermekte.
Avrupa, Japonya, Avustralya ve Amerika’dan yirmi yedi bilim
adamının katılımıyla gerçekleştirilen araştırma, kutup
bölgelerindeki denizlerdeki asitlenmenin önemli deniz
organizmalarının soyunu elli ila yüz yıl içinde tüketebileceğini
gösterdi.
Özellikle deniz hıyarları, soğuksu mercanları ve deniz
salyangozları tehdit altında. Bu hayvanlar yengeçten somona
kadar birçok hayvanın besinini de oluşturduğu için kutuptaki tüm
ekosistem olumsuz yönde etkilenecektir. Denizlerdeki
asitlenmeden insanları sorumlu tutan bilim adamları sera gazı
emisyonunun önemli ölçüde düşürülmesini öneriyorlar.
Kaynak:
www.hurriyetim.com
Volkan Tolga
İstanbul -
26.04.2006
http://sufizmveinsan.com
volkantolga@hotmail.com
|