Bilime Damga Vuran 35 Olay
2.Bölüm

 

9- Alzheimer’a karşı burun spreyi

Burun spreyi şeklinde verilecek bir aşı, Alzheimer tedavisi için umut oldu. Yeni etki maddesi farelerde Alzheimer hastalığında meydana gelen tipik protein plaklarını çözdü.

Sprey, güvenliği test edilmiş ve bir kısmı ilaç olarak onaylanan çeşitli maddelerin bir kombinasyonundan oluşmakta. Yeni ilaç bileşimi, beyindeki protein plaklarını eski tedavi yöntemleri gibi azaltıyor, ama yeni ilacın hiçbir yan etkisi yok. Bilim adamlarına göre fare ve insan beynindeki plakların farklı şekilde yapılanmaları bir sorun teşkil etmekte.

İnsandaki plaklar daha zor çözülüyor. Fakat, araştırmayı yöneten Harvard Tıp Okulu’ndan Howard Weiner, buna rağmen yeni yöntemin, en azından hastalığın ilk semptomları görülmeye başlandığında etkili bir tedavi oluşturacağına inanıyorlar.

10- Fizik dünyasında tarihi buluntu

Leiden Üniversitesi’nden bir öğrenci, ünlü fizikçi Albert Einstein’ın kayıp olduğu sanılan bir çalışmasını buldu. 1924 yılına ait metinde Einstein, parçacıkların çok düşük ısıdaki değişimiyle ilgili çığır açan son teorilerini ele almış. Daha sonraları Bose-Einstein Yoğuşumu olarak adlandırılan bu fiziksel durum, ancak 1995 yılında kanıtlanabilmişti.

Üniversite öğrencisi, Einstein’ın taslaklarını 1933 yılında ölen Hollandalı fizikçi Paul Ehrenfest’in özel arşivinde buldu. Einstein 1924 yılında tamamladığı "Tek atomlu ideal gazın kuantum teorisi" adlı çalışmasını, 1925 yılında Berlin’deki Prusya Bilimler Akademisine sunmuştu.

Çalışması 9 Şubatta basıldığında, fizikçi Leiden Üniversitesi’ndeydi ve kendisine de bir kopya gönderilmişti. Einstein, Leiden’den ayrılırken bu çalışmayı Ehrenfels’e bırakmış. Üniversitesi öğrencisi 17 sayfalık çalışmayı, "Zeitschrift der Physik" dergisinin iki eski sayısı arasında buldu.

11- Nanotüpler gündelik yaşama giriyor

Keşfedilişlerinden 14 yıl sonra bilim, nanotüplerin olağanüstü özelliklerinden ne şekilde yararlanılabileceğini bulmaya başladı. Çelikten dokuz kat sağlam olan nanotüplerin, ilektenlik yetisi bakırdan 1000 misli fazladır ve buna rağmen, nokta işaretinin sadece 1/350.000’si kadarlar.

Texas Üniversitesi’nden ray Baugham, Ağustos ayında nanotüpleri kullanılabilir geniş malzemeler haline getirecek bir örgü yöntemi geliştirdiğini açıkladı. Bilim adamı Avustralya’da kullanılan yün eğirme makinesinden esinlenerek geliştirdiği yöntem sayesinde tüpleri uzun liflere dönüştürdü.

Bu yöntem biraz daha geliştirilince ince plakalar elde edildi. 4000 metrekarelik bir alanı kaplayan nanoplakaların ağırlığı sadece 115 g geliyor. Bu teknoloji helikopter pervanesi, güneş enerjisiyle çalışan piller ve robot üretiminde kullanılabilecek.

Ayrıca, tıp alanında da işe yarayacak. Stanford Üniversitesi bilim adamları örneğin kanserli hücrelerin içine sızabilen tümör öldürücü nanakapsüller geliştirdiler.

12- Çılgın nötron yıldızları

Nötron yıldızları kozmosun büyüleyici gökcisimleridir. Birkaç kilometre çapındaki bu sönmüş yıldızlar Güneşimizin birkaç misli kütlesine sahipler. Ve madde yoğunluğu atom çekirdekleriyle karşılaştırılabilir. 27 Aralık 2004 tarihinde astrofizikçiler nötron yıldızların hangi muazzam enerji patlamalarında etkin olduklarını gözlemlediler.

Dünya, yoğun bir şekilde gamma ve röntgen ışınlarının etkisinde kalırken, bir nötron yıldızı bir saniyeden daha kısa bir süre içinde Güneşten 100.000 yıl içinde yansıyandan daha fazla enerji boşalttı. Harvard Smithsonian Astrofizik Merkezi’nden Bryan Gaensler, böyle bir olay ancak yüz veya bin yılda bir yaşanır diye konuştu.

Ve bu kozmik çılgınlık Dünyamızdan on ışık yılı uzaklıkta meydana gelecek olsaydı, atmosferimiz önemli ölçüde zarar görebilirdi. Kozmik sarsıntıyı yaratan yıldız, son derece güçlü bir manyetik alanla çevrili sağlam olmayan genç bir nötron yıldızıydı. Magnetar olarak adlandırılan dev yıldızların, kısa gamma flaşları olduğu sanılıyordu.

Ancak, bu yıl yapılan yeni gözlemler Magnetar teorisinin hatalı olduğunu gösterdi. Nasa uyduları Mayıs ayında çok kısa süreli oldukları için çok zor izlenen flaşlardan bazılarını görebildiler.

Beş yıldır uzayda bulunan HETE-2 sondası, 9 Temmuzda sadece 70 milisaniye devam eden bir gamma flaşı yakaladı. Hubble, Chandra ve Danimarka’nın 1,5m’lik teleskopu anında patlamaya doğru çevrilince de kısa gamma flaşının optik ışık alanındaki ilk görüntüleri elde edildi.

Analizler sonucunda kısa gamma flaşlarının, iki muazzam kütleli nötron yıldızının çarpışmasıyla veya bir nötron yıldızı ve bir karadeliğin birbirlerini çevreleyip en sonunda çarpışmalarıyla meydana geldiği anlaşıldı.

13- İlkbahar mucizesinin gizi çözüldü

İlkbaharda çiçekler ve yapraklarda yaşanan biyolojik gizler de 2005 yılında çözüldü. Üç farklı bitki biyologu ekibi örneğin çiçeklerin mevsimlere göre gelişimini etkileyen bir uyarı maddesi olan florigeni bul. Sinyal belli bir genin RNA’sı. Günler yeterince uzadığında bu RNA bitkinin büyüme uçlarına ulaşıyor.

Söz konusu gen burada diğer bir maddeyle çiçeklerin doğru zamanda ve doğru yerde açmasını sağlıyor. LEAFY olarak adlandırılan diğer bir gen de çiçeği uyarmakta. Bu genin kara yosunu ve eğreltiotu gibi bitkilerde karşılaştırılması sonucunda, bu genin son 400 milyon yıl içinde neredeyse hiç değişmediği ortaya çıktı.

Ancak bu küçük farklılık genin genel bir büyüme faktöründen, genç bitki türlerinde çiçekler üzerinde etkiyecek şekilde değiştirmiş. Çiçeklerin daha sonraki gelişim aşamasında bitki hormonu gibberelin etkili olmakta. Bilim adamları bu yıl bu hormonun reseptörünü pirinç bitkisinde keşfettiler. Bu buluş ekinlerin daha verimli kılınmasında yararlı olacak.

14- Darwin’in zaferi

Darwin’in "Türlerin oluşumu" çalışmasının yayımlanmasından bu yana neredeyse 150 yıl geçmesine karşın Science dergisi evrim teorisini 2005 yılın en iyi bilimsel atılımı olarak seçti. Dergiye göre Darwin, temel keşifleriyle sadece bir başlangıçtı, son veriler ve gözlemler öğretisini kanıtladığı için "2005 yılının en iyi bilimsel gelişmesi" olarak seçilmeyi hak etmişti. Mesele yalnızca Darwin’in teorisi değil.

Science, bu seçimiyle Darwin öğretisini, eğitim planlarından çıkarmaya ya da en azından akıllı tasarımcıyla aynı kefeye koymaya çalışan yaradılış yanlılarına açıkça atıfta bulunuyor. Yılın önemli kilometre taşlarından biri olarak şempanze genomunun açıklanmasını gösteriyor dergi.

İnsanın en yakın akrabası son araştırmalara göre genetik olarak da çok yakın. İnsan ve şempanzenin kalıtımı %96-99 özdeş. İnsan özellikle de dil ve bellek gibi beyin fonksiyonları açısından şempanzeden farklı olmasına rağmen, ilginç bir şekilde en az fark beyindeki genlerin yapısı ve etkinliklerinde saptandı.

En büyük farklılıklar ise erbezinde ortaya çıktı. Buradaki genlerin etkinlikleri %35 oranında farklı diğer dokulardaki farklılıklar ise ortalama olarak %8 olarak belirlendi. İnsan ve şempanze arasındaki genetik farklılıklar Homo sapiens’in evrimine, beyin gelişimine, iki ayak üzerinde dik yürüme yetisi ve hastalıkların kökenine ışık tutacak.

Bilim adamları yeni bilgiler sayesinde AIDS, kalp hastalıkları veya hepatite karşı daha iyi ilaçlar geliştirilebilecek. Araştırmacılar mesela AIDS virüsü taşıyan insanın hastalanmasına karşın diğer primatların niçin hastalanmadıklarını bulabilmeyi umuyorlar.

15- Japonlar dev kalamarı tuzağa düşürdüler

Efsanelerde önemli bir yeri olan dev kalamarlar, 150 yıl önce ilk kez bilimsel olarak tanımlanabilmişti. O zamandan bu yana çok sayıda ölü kalamar bulundu, fakat "denizlerin canavarını" canlı olarak görebilen kimse olmamıştı. Japon bilim adamları 2005 yılında bir dev kalamarı (Architeuithis dux) kameralı yem tuzaklarıyla 900m derinlikte yakalayarak yüzlerce fotoğraf çekebildiler.

Tokyo Ulusal Bilim Müzesi’nden Tsunemi Kubodera ve Kyoichi’nin görüntülemiş oldukları kalamar, tentakül ucundan kuyruk ucuna kadar sekiz metre uzunluğunda. Sadece tentakülün uzunluğu en az beş buçuk metre. Tentatükülün tuzağa takılı kalıp kopması yüzünden bilim adamları ayrıntılı bir şekilde inceleme fırsatını buldular.

Vantuzlar tentakülün bedenden kopmasından sonra bile hâlâ etkindi. Fotoğraflar dev kalamarların avlanma stratejilerine de ışık tutuyor. Bilim adamları kalamarların tentaküllerini yem gibi kullanarak avlarını beklediklerini sanıyorlardı. Fakat bilim adamları dev kalamarın, tuzaktaki yeme yandan saldırdığını ve tentakülüyle yılan gibi sarıldığını gördüler.

16- Homo floresiensis yeni bir tür değil

Endonezya’daki Flores adasında 2003 yılında bulunan Floresli insan (Homo floresiensis) Avustralyalı paleontolog Peter Brown tarafından yeni bir tür olarak sunulmuştu.

Diğer bilim adamları bir metre boyundaki iskeletin sadece bir pigme olduğunu iddia ediyorlardı. Pennsylvania Eyalet Üniversitesi’nden Robert Ecakhardt, 18.000 yıllık fosili ayrıntılı bir şekilde inceleyince "Homo floresiensis" yeni bir insan türü olarak sınıflandırılamaz diye ortaya çıktı. Brown, Amerikalı paleontologun bu sonucuna itiraz etti.

Brown’a göre beyin yapısı, uzun kollar ve çıkıntısız çenenin ilk homonidler için tipik olduğunu Floresli fosilin bir kadına ait olduğunu söyledi. Ancak kemikler çok fazla zarar görmüştü. Leğen kemiği dağılmış, çenesi kırılmıştı. Dolayısıyla da iddiasını kanıtlayamadı.

Kaynak:
www.hurriyetim.com

 

Volkan Tolga
İstanbul - 23.05.2006
http://sufizmveinsan.com

volkantolga@hotmail.com

 


Üst Ana sayfa e-mail