9- Alzheimer’a karşı burun spreyi
Burun spreyi şeklinde verilecek bir aşı, Alzheimer tedavisi için
umut oldu. Yeni etki maddesi farelerde Alzheimer hastalığında
meydana gelen tipik protein plaklarını çözdü.
Sprey, güvenliği test edilmiş ve bir kısmı ilaç olarak onaylanan
çeşitli maddelerin bir kombinasyonundan oluşmakta. Yeni ilaç
bileşimi, beyindeki protein plaklarını eski tedavi yöntemleri
gibi azaltıyor, ama yeni ilacın hiçbir yan etkisi yok. Bilim
adamlarına göre fare ve insan beynindeki plakların farklı
şekilde yapılanmaları bir sorun teşkil etmekte.
İnsandaki plaklar daha zor çözülüyor. Fakat, araştırmayı yöneten
Harvard Tıp Okulu’ndan Howard Weiner, buna rağmen yeni yöntemin,
en azından hastalığın ilk semptomları görülmeye başlandığında
etkili bir tedavi oluşturacağına inanıyorlar.
10- Fizik dünyasında tarihi buluntu
Leiden Üniversitesi’nden bir öğrenci, ünlü fizikçi Albert
Einstein’ın kayıp olduğu sanılan bir çalışmasını buldu. 1924
yılına ait metinde Einstein, parçacıkların çok düşük ısıdaki
değişimiyle ilgili çığır açan son teorilerini ele almış. Daha
sonraları Bose-Einstein Yoğuşumu olarak adlandırılan bu fiziksel
durum, ancak 1995 yılında kanıtlanabilmişti.
Üniversite öğrencisi, Einstein’ın taslaklarını 1933 yılında ölen
Hollandalı fizikçi Paul Ehrenfest’in özel arşivinde buldu.
Einstein 1924 yılında tamamladığı "Tek atomlu ideal gazın
kuantum teorisi" adlı çalışmasını, 1925 yılında Berlin’deki
Prusya Bilimler Akademisine sunmuştu.
Çalışması 9 Şubatta basıldığında, fizikçi Leiden
Üniversitesi’ndeydi ve kendisine de bir kopya gönderilmişti.
Einstein, Leiden’den ayrılırken bu çalışmayı Ehrenfels’e
bırakmış. Üniversitesi öğrencisi 17 sayfalık çalışmayı,
"Zeitschrift der Physik" dergisinin iki eski sayısı arasında
buldu.
11- Nanotüpler gündelik yaşama giriyor
Keşfedilişlerinden 14 yıl sonra bilim, nanotüplerin olağanüstü
özelliklerinden ne şekilde yararlanılabileceğini bulmaya
başladı. Çelikten dokuz kat sağlam olan nanotüplerin, ilektenlik
yetisi bakırdan 1000 misli fazladır ve buna rağmen, nokta
işaretinin sadece 1/350.000’si kadarlar.
Texas Üniversitesi’nden ray Baugham, Ağustos ayında nanotüpleri
kullanılabilir geniş malzemeler haline getirecek bir örgü
yöntemi geliştirdiğini açıkladı. Bilim adamı Avustralya’da
kullanılan yün eğirme makinesinden esinlenerek geliştirdiği
yöntem sayesinde tüpleri uzun liflere dönüştürdü.
Bu yöntem biraz daha geliştirilince ince plakalar elde edildi.
4000 metrekarelik bir alanı kaplayan nanoplakaların ağırlığı
sadece 115 g geliyor. Bu teknoloji helikopter pervanesi, güneş
enerjisiyle çalışan piller ve robot üretiminde kullanılabilecek.
Ayrıca, tıp alanında da işe yarayacak. Stanford Üniversitesi
bilim adamları örneğin kanserli hücrelerin içine sızabilen tümör
öldürücü nanakapsüller geliştirdiler.
12- Çılgın nötron yıldızları
Nötron yıldızları kozmosun büyüleyici gökcisimleridir. Birkaç
kilometre çapındaki bu sönmüş yıldızlar Güneşimizin birkaç misli
kütlesine sahipler. Ve madde yoğunluğu atom çekirdekleriyle
karşılaştırılabilir. 27 Aralık 2004 tarihinde astrofizikçiler
nötron yıldızların hangi muazzam enerji patlamalarında etkin
olduklarını gözlemlediler.
Dünya, yoğun bir şekilde gamma ve röntgen ışınlarının etkisinde
kalırken, bir nötron yıldızı bir saniyeden daha kısa bir süre
içinde Güneşten 100.000 yıl içinde yansıyandan daha fazla enerji
boşalttı. Harvard Smithsonian Astrofizik Merkezi’nden Bryan
Gaensler, böyle bir olay ancak yüz veya bin yılda bir yaşanır
diye konuştu.
Ve bu kozmik çılgınlık Dünyamızdan on ışık yılı uzaklıkta
meydana gelecek olsaydı, atmosferimiz önemli ölçüde zarar
görebilirdi. Kozmik sarsıntıyı yaratan yıldız, son derece güçlü
bir manyetik alanla çevrili sağlam olmayan genç bir nötron
yıldızıydı. Magnetar olarak adlandırılan dev yıldızların, kısa
gamma flaşları olduğu sanılıyordu.
Ancak, bu yıl yapılan yeni gözlemler Magnetar teorisinin hatalı
olduğunu gösterdi. Nasa uyduları Mayıs ayında çok kısa süreli
oldukları için çok zor izlenen flaşlardan bazılarını
görebildiler.
Beş yıldır uzayda bulunan HETE-2 sondası, 9 Temmuzda sadece 70
milisaniye devam eden bir gamma flaşı yakaladı. Hubble, Chandra
ve Danimarka’nın 1,5m’lik teleskopu anında patlamaya doğru
çevrilince de kısa gamma flaşının optik ışık alanındaki ilk
görüntüleri elde edildi.
Analizler sonucunda kısa gamma flaşlarının, iki muazzam kütleli
nötron yıldızının çarpışmasıyla veya bir nötron yıldızı ve bir
karadeliğin birbirlerini çevreleyip en sonunda çarpışmalarıyla
meydana geldiği anlaşıldı.
13- İlkbahar mucizesinin gizi çözüldü
İlkbaharda çiçekler ve yapraklarda yaşanan biyolojik gizler de
2005 yılında çözüldü. Üç farklı bitki biyologu ekibi örneğin
çiçeklerin mevsimlere göre gelişimini etkileyen bir uyarı
maddesi olan florigeni bul. Sinyal belli bir genin RNA’sı.
Günler yeterince uzadığında bu RNA bitkinin büyüme uçlarına
ulaşıyor.
Söz konusu gen burada diğer bir maddeyle çiçeklerin doğru
zamanda ve doğru yerde açmasını sağlıyor. LEAFY olarak
adlandırılan diğer bir gen de çiçeği uyarmakta. Bu genin kara
yosunu ve eğreltiotu gibi bitkilerde karşılaştırılması
sonucunda, bu genin son 400 milyon yıl içinde neredeyse hiç
değişmediği ortaya çıktı.
Ancak bu küçük farklılık genin genel bir büyüme faktöründen,
genç bitki türlerinde çiçekler üzerinde etkiyecek şekilde
değiştirmiş. Çiçeklerin daha sonraki gelişim aşamasında bitki
hormonu gibberelin etkili olmakta. Bilim adamları bu yıl bu
hormonun reseptörünü pirinç bitkisinde keşfettiler. Bu buluş
ekinlerin daha verimli kılınmasında yararlı olacak.
14- Darwin’in zaferi
Darwin’in "Türlerin oluşumu" çalışmasının yayımlanmasından bu
yana neredeyse 150 yıl geçmesine karşın Science dergisi evrim
teorisini 2005 yılın en iyi bilimsel atılımı olarak seçti.
Dergiye göre Darwin, temel keşifleriyle sadece bir başlangıçtı,
son veriler ve gözlemler öğretisini kanıtladığı için "2005
yılının en iyi bilimsel gelişmesi" olarak seçilmeyi hak etmişti.
Mesele yalnızca Darwin’in teorisi değil.
Science, bu seçimiyle Darwin öğretisini, eğitim planlarından
çıkarmaya ya da en azından akıllı tasarımcıyla aynı kefeye
koymaya çalışan yaradılış yanlılarına açıkça atıfta bulunuyor.
Yılın önemli kilometre taşlarından biri olarak şempanze
genomunun açıklanmasını gösteriyor dergi.
İnsanın en yakın akrabası son araştırmalara göre genetik olarak
da çok yakın. İnsan ve şempanzenin kalıtımı %96-99 özdeş. İnsan
özellikle de dil ve bellek gibi beyin fonksiyonları açısından
şempanzeden farklı olmasına rağmen, ilginç bir şekilde en az
fark beyindeki genlerin yapısı ve etkinliklerinde saptandı.
En büyük farklılıklar ise erbezinde ortaya çıktı. Buradaki
genlerin etkinlikleri %35 oranında farklı diğer dokulardaki
farklılıklar ise ortalama olarak %8 olarak belirlendi. İnsan ve
şempanze arasındaki genetik farklılıklar Homo sapiens’in
evrimine, beyin gelişimine, iki ayak üzerinde dik yürüme yetisi
ve hastalıkların kökenine ışık tutacak.
Bilim adamları yeni bilgiler sayesinde AIDS, kalp hastalıkları
veya hepatite karşı daha iyi ilaçlar geliştirilebilecek.
Araştırmacılar mesela AIDS virüsü taşıyan insanın hastalanmasına
karşın diğer primatların niçin hastalanmadıklarını bulabilmeyi
umuyorlar.
15- Japonlar dev kalamarı tuzağa düşürdüler
Efsanelerde önemli bir yeri olan dev kalamarlar, 150 yıl önce
ilk kez bilimsel olarak tanımlanabilmişti. O zamandan bu yana
çok sayıda ölü kalamar bulundu, fakat "denizlerin canavarını"
canlı olarak görebilen kimse olmamıştı. Japon bilim adamları
2005 yılında bir dev kalamarı (Architeuithis dux) kameralı yem
tuzaklarıyla 900m derinlikte yakalayarak yüzlerce fotoğraf
çekebildiler.
Tokyo Ulusal Bilim Müzesi’nden Tsunemi Kubodera ve Kyoichi’nin
görüntülemiş oldukları kalamar, tentakül ucundan kuyruk ucuna
kadar sekiz metre uzunluğunda. Sadece tentakülün uzunluğu en az
beş buçuk metre. Tentatükülün tuzağa takılı kalıp kopması
yüzünden bilim adamları ayrıntılı bir şekilde inceleme fırsatını
buldular.
Vantuzlar tentakülün bedenden kopmasından sonra bile hâlâ
etkindi. Fotoğraflar dev kalamarların avlanma stratejilerine de
ışık tutuyor. Bilim adamları kalamarların tentaküllerini yem
gibi kullanarak avlarını beklediklerini sanıyorlardı. Fakat
bilim adamları dev kalamarın, tuzaktaki yeme yandan saldırdığını
ve tentakülüyle yılan gibi sarıldığını gördüler.
16- Homo floresiensis yeni bir tür değil
Endonezya’daki Flores adasında 2003 yılında bulunan Floresli
insan (Homo floresiensis) Avustralyalı paleontolog Peter Brown
tarafından yeni bir tür olarak sunulmuştu.
Diğer bilim adamları bir metre boyundaki iskeletin sadece bir
pigme olduğunu iddia ediyorlardı. Pennsylvania Eyalet
Üniversitesi’nden Robert Ecakhardt, 18.000 yıllık fosili
ayrıntılı bir şekilde inceleyince "Homo floresiensis" yeni bir
insan türü olarak sınıflandırılamaz diye ortaya çıktı. Brown,
Amerikalı paleontologun bu sonucuna itiraz etti.
Brown’a göre beyin yapısı, uzun kollar ve çıkıntısız çenenin ilk
homonidler için tipik olduğunu Floresli fosilin bir kadına ait
olduğunu söyledi. Ancak kemikler çok fazla zarar görmüştü. Leğen
kemiği dağılmış, çenesi kırılmıştı. Dolayısıyla da iddiasını
kanıtlayamadı.
Kaynak:
www.hurriyetim.com
Volkan Tolga
İstanbul - 23.05.2006
http://sufizmveinsan.com
volkantolga@hotmail.com
|