Bilime Damga Vuran 35 Olay
4.Bölüm

 

25- Titan’da metan rezervleri
Avrupa’nın uzay sondası Huygens, geçen yılın son günlerinde saniyede beş metre hızla Satürn uydusu Titan’da nemli kum veya kile benzer bir zemine inmişti. Farklı enstrümanların verileri böyle söylüyordu. İnişten hemen sonra spektrometreler, metanın varlığını da saptadılar. Ve bir müddet sonra da Titan’ın atmosferinden bile bilinmeyen organik bileşimler kaydedildi. Metan, sondanın sıcaklığıyla soğuk Titan toprağından dışarı sızmıştı.

Bilim adamları verilerden metana bağlı %50’lik bir nem oranı hesapladılar. Titan’ın üzeri kupkuru olmasa da toprak bulutu oluşturmayacak kuru. Huygens misyonu sayesinde Titan’la ilgili tahminlerin bir kısmı kanıtlanırken bazıları çürütüldü. Titan güneş sistemimizde tıpkı Dünyamız gibi azota dayalı bir atmosfere sahip olan tek gökcismi olduğu için bilim adamlarının ilgi odağında.

Büyük kütlesi ve son derece düşük ısısıyla (-180 derece) atmosferi Dünyamızınkinden on misli büyük ve su buharı içermiyor. Düşük sıcaklıkta oksijenin kaynağı su olmayacağına göre Titan’da milyarlarca yıl önce hidrojen bazlı rezervlerin bulunması gerekiyordu. Titan atmosferindeki karbon bu yüzden karbondioksitle değil metanla birleşmiştir. Bu molekülden fotokimyasal reaksiyonlarla diğer organik bileşimler oluşmakta ve bunlar çok yüksekte yoğun bir buhar tabakası oluşturmakta.

Bilim adamları bu buharın Titan’ın 60km üzerine kadar ulaşabileceğini tahmin ediyorlardı. Fakat, buhar 40km’de o kadar iyi dağılmıştı ki Huygens’in kameraları zemini bile görebildiler. Tüm metanın fotokimyasal reaksiyonlarla on ila yirmi milyon yıl içinde atmosferden yok olması gerektiğini hesaplayan bilim adamları başka bir yerde metan rezervlerinin bulunması gerektiğini düşünüyorlardı.

Metan dolaşımının kaynağı bir olasılıkla kiro volkanları olabilirdi. Kiro volkanizması tezi, Titan atmosferinde bulunan Argon-40 izleriyle desteklenmekte. Ancak, bu tezin kanıtlanabilmesi yeni verilerin saptanması gerekiyor.

26- Etkisiz ilacın etkisi

Eksisiz ilaç olarak bilinen plasebonun etkisi, Ağustos ayında Michigan Üniversitesi’nde incelendi. Sinirbilimci Jon-Kar Zubieta, araştırması sırasında 14 deneğin çenesinde acı hissini uyandırmak için tuzlu su aşıladıktan sonra hepsine ağrı kesici verdiğini söyledi.

Bir müddet sonra 14 kişiden dokuzu ilacın etkili olduğunu söyledi. Bilim adamı sözde etki sırasında deneklerin beyin etkinlerini PET yöntemiyle takip ederken, ağrının geçtiğini söyleyen dokuz deneğin beyninde ağrı değişiminden sorumlu bölgede etkinliğin arttığını gördü. Zubieta’nın buradan çıkardığı sonuç şöyle:

İnsan olumlu bir beklenti içine girdiğinde, beyindeki farklı bağlantılar üzerinden acıyı baskılayan mekanizmaları kendi kendine etkinleştirir. Etkisiz ilaç üzerinde yapılacak yeni araştırmalar, acıyı gidermekte daha etkili olan yöntemlerin geliştirilmesini kolaylaştıracak.

27- Kuş gribi Avrupa’da

Ölümcül kuş gribi virüsü H5N1 Asya’daki kümesleri terk ederek Avrupa’ya ve ülkemize kadar geldi. Virüsün Çin’deki Qinghai Gölü’ndeki su kuşlarının göçü ile Romanya ve Türkiye’ye taşındığı sanılıyor. Şimdi ise göçmen kuşların, virüsü, Afrika’ya taşımalarından endişeleniyor.

Asya’da H5N1’virüsünün insanda görülme oranı 2005 yılında ikiye katlandı. İnsana bulaşan H5N1 virüsüne karşı henüz etkili bir aşı bulunmuyor. Çin kısa bir süre önce kuşlar için geliştirilen bir aşının tavuklar üzerinde denendiğini ve etkili olduğunu bildirdi. Ve Çinli bilim adamları yakında insanlar için de bir aşının geliştirilebileceğini sanıyorlar.

28- Pasifik’teki su kuşlarını sıcak hava mı öldürüyor?

Geçen ilkbaharda Kaliforniya’dan Washington’a kadar uzanan Pasifik sahillerine 100.000’i aşkın kuş ölüsünün vurması bilim adamlarının kafasını karıştırdı. Washington Üniversitesi çevrebilimcisi Julia Parrish kuş ölümlerinin iklime bağlı olabileceğini açıkladı.

Yılın başlarında Pasifik rüzgarları her zamankinden farklı esmişti. Bu rüzgarlar besleyici madde açısından zengin suyu yüzeyden alıp derine taşımıştı. Bir tür turbo etkisi ekosistemi altüst etmişti. Ancak rüzgarların niçin bu şekilde estiğini bilim kadını açıklayamadı. Parrish, aynı iklim koşullarının tekrarlanması halinde çok dramatik sonuçların yaşanmasından endişeli.

29- Balığı tek nesilde değiştiren gen

Parmak biçiminde bir balık bilim adamlarının evrim hakkındaki düşüncelerini değiştirdi. Mart ayında yayımlanan bir araştırma, okyanuslarda yaşayan dikenliği balığın, tatlı sularda yaşayanlarla arasındaki farkın tek bir gene bağlı olduğunu buldu.

Stanford Üniversitesi Tıp Okulu’ndan David Kingsley de geçen yıl tuzlu sudan, tatlı suya geçen dikenli balıkta, tek nesil sonra burgulu omurga yapısının yok olduğunu görmüştü. İki araştırma da köklü değişim için çok uzun bir sürenin gerektirmediğini kanıtlamakta.

30- Kasırgalar sildi süpürdü

Dennis, Emily, Rita, Katrina ve Wilma. Amerika kıtasında rekorlar kırarak, büyük kayıplara yol açan kasırgalar. 2005 yılında bir önceki yıla göre 12 tane daha fazla kasırga meydana geldi. Toplam 26 kasırga ile 2005 yılı 1928’ten sonraki rekor yılı oldu.

Bu kasırgalardan 14’ü beş kategorisindeydi. Wilma, Kuzey Atlantik’te meydana gelenlerin en şiddetlisi olduysa da en fazla zarar veren Katrina oldu. Yağmur ve altı metre yüksekliğindeki seller New Orleans kentini sular altında bıraktı.

1000 kişi yaşamını yitirdi ve yüz binlerce insan evsiz kaldı. Katrina’nın ekonomiye verdiği zarar 100 milyar dolar civarında. 2005 yılında yaşanan kasırgalar sadece şiddetli olmakla kalmayıp, etkileri de değişti. Ekim ayında ilk kez İspanya’ya kadar ulaşan Kuzey Atlantik kasırgası meydana geldi. Daha önce hiçbir fırtına bu kadar doğuya ve kuzeye doğru esmemişti.

31- Bitkiler DNA bozukluklarını onarıyor

Purdue Üniversitesi’nde Robert Pruitt ve Susan Lolle yönetiminde çalışan ekip, “hothead” olarak isimlendirilen bir gendeki mutasyon yüzünden Arabidopsis bitkisinin çiçeğinin yapışık bir biçimde açtığını buldu.

Bitkinin "anne" ve "babasında" bu genden iki tane bulunması halinde, yeni neslin %10’unda çiçekler normal açıyor. Bu bilgilerden yola çıkan Pruitt ve arkadaşları bitkinin hatalı geni onarabilen bir mekanizmaya sahip olduğu sonucuna vardı. Ayrıca, bitkilerde görülen bu onarım mekanizmasının hayvanlarda ve insanlarda da bulunabileceği sanılmakta.

32- Asya’dan esen sarı ejderha mikrobu

ABD Florida turunçgil piyasası büyük çöküş yaşadı. Federal kurumlar Eylül ayında ağaçlara Asya kökenli bir mikrobun bulaşması üzerine alarm verdi. "Sarı ejderha hastalığı" anlamına gelen Huangiong-bing, daha önce de Asya, Afrika ve Güney Amerika’daki turunçgil ağaçlarına bulaşmıştı.

Bakterinin Florida’daki ağaçlara ne şekilde bulaştığı bilinmiyor, ama bilim adamları yıllarca kalıcı olacağından eminler. Tahminlerden biri hastalığın Florida’da ilk kez 1998 yılında görülen bir böcekten bulaştığı yönünde.

Mikrop bulaşan ağaçlar, sanki yanmış gibi kuruyorlar. Üreticiler bu mikropla nasıl başa çıkacaklarını bilemiyorlar.

33-Yeni volkanlar eski yanardağlardan gelişiyor

Scripps Oşinografi Enstitüsü’nden Hubert Staudigel ve Woods Hole Oşinografi Enstitüsü’nden Stan Hart, 1999’da eski bir yanardağ olan Vailulu’da tektonik bir sıcak nokta keşfettiler. İki yıl sonra ise su altında iki mil çapında kraterin oluştuğunu gördüler.

İki bilim adama burada sismik ve hidrotermal etkinlikleri araştırdılar. Mart ayında Craig Young yönetiminde çalışan bir sualtı ekibi ise kraterin içinden yeni bir volkanın geliştiğini saptadı.

Yeni volkanın zirvesinde yüzlerce belki de binlerce morumsu gri yılan balığı yüzüyordu. Bilimsel adı Dysommina rugosa olan yılan balıkları Atlantik ve Pasifik sularında yaşıyor.

Young yılan balıklarının, volkandan çıkan sıvı karbondioksite dayanıklı olduğunu tahmin ediyor. Yoksa daha derindeki hidrotermal çukurlar canlıları öldürmekte.

34- Sıtmalı insanların kokusu sineklere daha çekici geliyor

Bilim adamları dünya genelinde her yıl 500 milyon insanı hasta eden Plasmodium falciparum paraziti hakkında ilginç bir bulguya ulaştılar. Londra Kraliyet Koleji’nden Jacob Koella, eylül ayında sıtma mikrobu bulaşan insanların, sıtma sineği için daha çekici koktuğunu saptadı. Bilim adamı sıtma salgınının bulunduğu Kenya’daki çocuklarla bir deney yapmış.

Araştırma sırasında mikrobu taşıyan ve hasta olan çocuklar, mikrobu taşıyan, ama hastalık belirtisi göstermeyen ve hasta olmayan çocukları üç ayrı çadıra yerleştikten sonra sıtma sineklerin hasta çocukların çadırlarına daha çok yaklaştıklarını görmüş. Koella, kandaki sıtma parazitinin ön hücrelerinin, çocukların kokusunu değiştiren bir kimyasal ürettiğini tahmin ediyor.

35- Uç koşullarda yaşam

2005 yılında uç koşulların hüküm sürdüğü dört ayrı bölgede organizmaların yaşadığı görüldü. Shizuoka Üniversitesi’nden bir ekip ve İngiltere’deki Southampton Oşinografi Merkezi bilim adamları, okyanusların en derin bölgesinde tek hücreli organizmalar saptadı. Challenger Deep olarak bilinen bu bölge su seviyesinin 11 kilometre derinliğinde yer almakta.

Girit adası yakınlarında normal deniz suyundan 100 misli tuzlu olan tuz nişlerinde arkea adı verilen bakteri atalarının izini bulan Hollanda’daki Kiwa Su Araştırmaları Merkezi’nden Paul van der Wielen, bu koşullarda yaşam olduğuna göre diğer gezegenlerin tuzlu bölgelerinde de yaşamın varolabileceğini düşünüyor.

Colorado Üniversitesi’nde çalışan bir araştırma ekibi ise Yellowstone Ulusal Parkı’ndaki 160 derecedeki sıcak su kaynaklarındaki mikropların, sülfür ile değil moleküler hidrojen ile beslendiğini buldu. Hamilton Koleji jeologu Eugene Domack ve arkadaşları en ıssız bölgedeki yaşamı keşfetti.

Antarktika’nın büyük bir kısmını kaplayan Larsen B buzunun altındaki deniz tabanında beyaz renkli bir bakteriyel örtü bulunmakta ve bunun çevresinde 30 cm uzunluğunda istiridyeler yaşamakta.

Kaynak:
www.hurriyetim.com

 

Volkan Tolga
İstanbul - 20.06.2006
http://sufizmveinsan.com

volkantolga@hotmail.com

 


Üst Ana sayfa e-mail