25- Titan’da metan rezervleri
Avrupa’nın uzay sondası Huygens, geçen yılın son günlerinde
saniyede beş metre hızla Satürn uydusu Titan’da nemli kum veya
kile benzer bir zemine inmişti. Farklı enstrümanların verileri
böyle söylüyordu. İnişten hemen sonra spektrometreler, metanın
varlığını da saptadılar. Ve bir müddet sonra da Titan’ın
atmosferinden bile bilinmeyen organik bileşimler kaydedildi.
Metan, sondanın sıcaklığıyla soğuk Titan toprağından dışarı
sızmıştı.
Bilim adamları verilerden metana bağlı %50’lik bir nem oranı
hesapladılar. Titan’ın üzeri kupkuru olmasa da toprak bulutu
oluşturmayacak kuru. Huygens misyonu sayesinde Titan’la ilgili
tahminlerin bir kısmı kanıtlanırken bazıları çürütüldü. Titan
güneş sistemimizde tıpkı Dünyamız gibi azota dayalı bir
atmosfere sahip olan tek gökcismi olduğu için bilim adamlarının
ilgi odağında.
Büyük kütlesi ve son derece düşük ısısıyla (-180 derece)
atmosferi Dünyamızınkinden on misli büyük ve su buharı
içermiyor. Düşük sıcaklıkta oksijenin kaynağı su olmayacağına
göre Titan’da milyarlarca yıl önce hidrojen bazlı rezervlerin
bulunması gerekiyordu. Titan atmosferindeki karbon bu yüzden
karbondioksitle değil metanla birleşmiştir. Bu molekülden
fotokimyasal reaksiyonlarla diğer organik bileşimler oluşmakta
ve bunlar çok yüksekte yoğun bir buhar tabakası oluşturmakta.
Bilim adamları bu buharın Titan’ın 60km üzerine kadar
ulaşabileceğini tahmin ediyorlardı. Fakat, buhar 40km’de o kadar
iyi dağılmıştı ki Huygens’in kameraları zemini bile
görebildiler. Tüm metanın fotokimyasal reaksiyonlarla on ila
yirmi milyon yıl içinde atmosferden yok olması gerektiğini
hesaplayan bilim adamları başka bir yerde metan rezervlerinin
bulunması gerektiğini düşünüyorlardı.
Metan dolaşımının kaynağı bir olasılıkla kiro volkanları
olabilirdi. Kiro volkanizması tezi, Titan atmosferinde bulunan
Argon-40 izleriyle desteklenmekte. Ancak, bu tezin
kanıtlanabilmesi yeni verilerin saptanması gerekiyor.
26- Etkisiz ilacın etkisi
Eksisiz ilaç olarak bilinen plasebonun etkisi, Ağustos ayında
Michigan Üniversitesi’nde incelendi. Sinirbilimci Jon-Kar
Zubieta, araştırması sırasında 14 deneğin çenesinde acı hissini
uyandırmak için tuzlu su aşıladıktan sonra hepsine ağrı kesici
verdiğini söyledi.
Bir müddet sonra 14 kişiden dokuzu ilacın etkili olduğunu
söyledi. Bilim adamı sözde etki sırasında deneklerin beyin
etkinlerini PET yöntemiyle takip ederken, ağrının geçtiğini
söyleyen dokuz deneğin beyninde ağrı değişiminden sorumlu
bölgede etkinliğin arttığını gördü. Zubieta’nın buradan
çıkardığı sonuç şöyle:
İnsan olumlu bir beklenti içine girdiğinde, beyindeki farklı
bağlantılar üzerinden acıyı baskılayan mekanizmaları kendi
kendine etkinleştirir. Etkisiz ilaç üzerinde yapılacak yeni
araştırmalar, acıyı gidermekte daha etkili olan yöntemlerin
geliştirilmesini kolaylaştıracak.
27- Kuş gribi Avrupa’da
Ölümcül kuş gribi virüsü H5N1 Asya’daki kümesleri terk ederek
Avrupa’ya ve ülkemize kadar geldi. Virüsün Çin’deki Qinghai
Gölü’ndeki su kuşlarının göçü ile Romanya ve Türkiye’ye
taşındığı sanılıyor. Şimdi ise göçmen kuşların, virüsü,
Afrika’ya taşımalarından endişeleniyor.
Asya’da H5N1’virüsünün insanda görülme oranı 2005 yılında ikiye
katlandı. İnsana bulaşan H5N1 virüsüne karşı henüz etkili bir
aşı bulunmuyor. Çin kısa bir süre önce kuşlar için geliştirilen
bir aşının tavuklar üzerinde denendiğini ve etkili olduğunu
bildirdi. Ve Çinli bilim adamları yakında insanlar için de bir
aşının geliştirilebileceğini sanıyorlar.
28- Pasifik’teki su kuşlarını sıcak hava mı öldürüyor?
Geçen ilkbaharda Kaliforniya’dan Washington’a kadar uzanan
Pasifik sahillerine 100.000’i aşkın kuş ölüsünün vurması bilim
adamlarının kafasını karıştırdı. Washington Üniversitesi
çevrebilimcisi Julia Parrish kuş ölümlerinin iklime bağlı
olabileceğini açıkladı.
Yılın başlarında Pasifik rüzgarları her zamankinden farklı
esmişti. Bu rüzgarlar besleyici madde açısından zengin suyu
yüzeyden alıp derine taşımıştı. Bir tür turbo etkisi ekosistemi
altüst etmişti. Ancak rüzgarların niçin bu şekilde estiğini
bilim kadını açıklayamadı. Parrish, aynı iklim koşullarının
tekrarlanması halinde çok dramatik sonuçların yaşanmasından
endişeli.
29- Balığı tek nesilde değiştiren gen
Parmak biçiminde bir balık bilim adamlarının evrim hakkındaki
düşüncelerini değiştirdi. Mart ayında yayımlanan bir araştırma,
okyanuslarda yaşayan dikenliği balığın, tatlı sularda
yaşayanlarla arasındaki farkın tek bir gene bağlı olduğunu
buldu.
Stanford Üniversitesi Tıp Okulu’ndan David Kingsley de geçen yıl
tuzlu sudan, tatlı suya geçen dikenli balıkta, tek nesil sonra
burgulu omurga yapısının yok olduğunu görmüştü. İki araştırma da
köklü değişim için çok uzun bir sürenin gerektirmediğini
kanıtlamakta.
30- Kasırgalar sildi süpürdü
Dennis, Emily, Rita, Katrina ve Wilma. Amerika kıtasında
rekorlar kırarak, büyük kayıplara yol açan kasırgalar. 2005
yılında bir önceki yıla göre 12 tane daha fazla kasırga meydana
geldi. Toplam 26 kasırga ile 2005 yılı 1928’ten sonraki rekor
yılı oldu.
Bu kasırgalardan 14’ü beş kategorisindeydi. Wilma, Kuzey
Atlantik’te meydana gelenlerin en şiddetlisi olduysa da en fazla
zarar veren Katrina oldu. Yağmur ve altı metre yüksekliğindeki
seller New Orleans kentini sular altında bıraktı.
1000 kişi yaşamını yitirdi ve yüz binlerce insan evsiz kaldı.
Katrina’nın ekonomiye verdiği zarar 100 milyar dolar civarında.
2005 yılında yaşanan kasırgalar sadece şiddetli olmakla
kalmayıp, etkileri de değişti. Ekim ayında ilk kez İspanya’ya
kadar ulaşan Kuzey Atlantik kasırgası meydana geldi. Daha önce
hiçbir fırtına bu kadar doğuya ve kuzeye doğru esmemişti.
31- Bitkiler DNA bozukluklarını onarıyor
Purdue Üniversitesi’nde Robert Pruitt ve Susan Lolle yönetiminde
çalışan ekip, “hothead” olarak isimlendirilen bir gendeki
mutasyon yüzünden Arabidopsis bitkisinin çiçeğinin yapışık bir
biçimde açtığını buldu.
Bitkinin "anne" ve "babasında" bu genden iki tane bulunması
halinde, yeni neslin %10’unda çiçekler normal açıyor. Bu
bilgilerden yola çıkan Pruitt ve arkadaşları bitkinin hatalı
geni onarabilen bir mekanizmaya sahip olduğu sonucuna vardı.
Ayrıca, bitkilerde görülen bu onarım mekanizmasının hayvanlarda
ve insanlarda da bulunabileceği sanılmakta.
32- Asya’dan esen sarı ejderha mikrobu
ABD Florida turunçgil piyasası büyük çöküş yaşadı. Federal
kurumlar Eylül ayında ağaçlara Asya kökenli bir mikrobun
bulaşması üzerine alarm verdi. "Sarı ejderha hastalığı" anlamına
gelen Huangiong-bing, daha önce de Asya, Afrika ve Güney
Amerika’daki turunçgil ağaçlarına bulaşmıştı.
Bakterinin Florida’daki ağaçlara ne şekilde bulaştığı
bilinmiyor, ama bilim adamları yıllarca kalıcı olacağından
eminler. Tahminlerden biri hastalığın Florida’da ilk kez 1998
yılında görülen bir böcekten bulaştığı yönünde.
Mikrop bulaşan ağaçlar, sanki yanmış gibi kuruyorlar. Üreticiler
bu mikropla nasıl başa çıkacaklarını bilemiyorlar.
33-Yeni volkanlar eski yanardağlardan gelişiyor
Scripps Oşinografi Enstitüsü’nden Hubert Staudigel ve Woods Hole
Oşinografi Enstitüsü’nden Stan Hart, 1999’da eski bir yanardağ
olan Vailulu’da tektonik bir sıcak nokta keşfettiler. İki yıl
sonra ise su altında iki mil çapında kraterin oluştuğunu
gördüler.
İki bilim adama burada sismik ve hidrotermal etkinlikleri
araştırdılar. Mart ayında Craig Young yönetiminde çalışan bir
sualtı ekibi ise kraterin içinden yeni bir volkanın geliştiğini
saptadı.
Yeni volkanın zirvesinde yüzlerce belki de binlerce morumsu gri
yılan balığı yüzüyordu. Bilimsel adı Dysommina rugosa olan yılan
balıkları Atlantik ve Pasifik sularında yaşıyor.
Young yılan balıklarının, volkandan çıkan sıvı karbondioksite
dayanıklı olduğunu tahmin ediyor. Yoksa daha derindeki
hidrotermal çukurlar canlıları öldürmekte.
34- Sıtmalı insanların kokusu sineklere daha çekici geliyor
Bilim adamları dünya genelinde her yıl 500 milyon insanı hasta
eden Plasmodium falciparum paraziti hakkında ilginç bir bulguya
ulaştılar. Londra Kraliyet Koleji’nden Jacob Koella, eylül
ayında sıtma mikrobu bulaşan insanların, sıtma sineği için daha
çekici koktuğunu saptadı. Bilim adamı sıtma salgınının bulunduğu
Kenya’daki çocuklarla bir deney yapmış.
Araştırma sırasında mikrobu taşıyan ve hasta olan çocuklar,
mikrobu taşıyan, ama hastalık belirtisi göstermeyen ve hasta
olmayan çocukları üç ayrı çadıra yerleştikten sonra sıtma
sineklerin hasta çocukların çadırlarına daha çok yaklaştıklarını
görmüş. Koella, kandaki sıtma parazitinin ön hücrelerinin,
çocukların kokusunu değiştiren bir kimyasal ürettiğini tahmin
ediyor.
35- Uç koşullarda yaşam
2005 yılında uç koşulların hüküm sürdüğü dört ayrı bölgede
organizmaların yaşadığı görüldü. Shizuoka Üniversitesi’nden bir
ekip ve İngiltere’deki Southampton Oşinografi Merkezi bilim
adamları, okyanusların en derin bölgesinde tek hücreli
organizmalar saptadı. Challenger Deep olarak bilinen bu bölge su
seviyesinin 11 kilometre derinliğinde yer almakta.
Girit adası yakınlarında normal deniz suyundan 100 misli tuzlu
olan tuz nişlerinde arkea adı verilen bakteri atalarının izini
bulan Hollanda’daki Kiwa Su Araştırmaları Merkezi’nden Paul van
der Wielen, bu koşullarda yaşam olduğuna göre diğer gezegenlerin
tuzlu bölgelerinde de yaşamın varolabileceğini düşünüyor.
Colorado Üniversitesi’nde çalışan bir araştırma ekibi ise
Yellowstone Ulusal Parkı’ndaki 160 derecedeki sıcak su
kaynaklarındaki mikropların, sülfür ile değil moleküler hidrojen
ile beslendiğini buldu. Hamilton Koleji jeologu Eugene Domack ve
arkadaşları en ıssız bölgedeki yaşamı keşfetti.
Antarktika’nın büyük bir kısmını kaplayan Larsen B buzunun
altındaki deniz tabanında beyaz renkli bir bakteriyel örtü
bulunmakta ve bunun çevresinde 30 cm uzunluğunda istiridyeler
yaşamakta.
Kaynak:
www.hurriyetim.com
Volkan Tolga
İstanbul - 20.06.2006
http://sufizmveinsan.com
volkantolga@hotmail.com
|