| Adından
          çok bahsedilen ve hayatımızı ne yönde etkileyeceği merakla
          beklenen bir  bilimsel
          gelişme: klonlama. Son
          gelişmelere imzasını atan ekip, genlerin laboratuvar koşullarında
          biçimlendirilmesinin ardından gen 
          transferi yöntemi ile koyun bedeninde gen üretilebilmesini
          olağan bir hale getirdi. Söz konusu deneyde, ihtiyaç duyulan moleküllerin
          koyunun tüm hücrelerinde değil, sadece süt bezlerinde
          sentezlenmesini hedef alıyordu. Bu nedenle koyunun "ilaç
          fabrikası" olarak değerlendirilmesini beraberinde getirdi. Doğrusunu
          isterseniz Dolly başarısının en önemli noktası bu gerekçeye
          dayanmaktadır. Gen transfer yöntemi, ıslah çalışmaları sonucu
          elde edilen verimli ürünün niteliği değişmeksizin seri olarak üretilmesi
          amacındadır.
          
           Dr.
          Wilmut’un gerçekleştirdiği deney; yetişkin bir dişi koyunun  bedeninden alınan hücrenin (somatik bir hücrenin) çekirdeğinin,
          micron birimi inceliğindeki bir enjektör iğnesi yardımıyla
          vakumlanıp , başka bir erkek koyuna ait, çekirdeği alınmış bir
          yumurtaya enjekte edilip oluşturulan suni hücrenin, üçüncü bir
          dişi koyunun rahmine yerleştirilmesidir.Üçüncü koyun, 
          tüp bebek yönteminde olduğu gibi dış ortamda 
          özel olarak üretilmiş hücrenin gelişimini sağlayabileceği
          biyolojik ortamdır.
          
           Adını,
          ünlü şarkıcı Dolly Parton’dan alan kuzu Dolly, isim annesinin
          değilse de, DNA annesinin genetik ikizi. Dolly, sevimli görünüşüyle
          kamuoyunun sempatisini kazanmış ve tüm bu süreç ilginç bir
          bilimsel oyun olarak sunulmuşsa da, gerçekte deney oldukça iyi
          belirlenmiş bilimsel ve maddi hedefleri  olan sabırlı bir çalışmanın ürünü.Bu çalışmaların
          yankıları gerek günlük gazete ve magazin dergilerinde ilk sayfadan
          bizlere ulaştırılmış, basit şemalarla anlayışımıza sunulmuştu.
          İskoçyalı ekibin gerçekleştirdiği klonlama deneyinin, dünyanın
          pek çok bölgesine dağılmış sayısız standart biyoteknoloji
          laboratuvarında "kolayca" gerçekleştirilebileceği söyleniyordu.
          Yine de uygulanan yöntemin yeniden uygulanabilmesi pek de pratik ve
          kolay değil.
          
           Ekibin
          başarısı ve önceki sayısız benzeri deneylerin başarısızlığı,
          Wilmut’un, verici koyundan alınan hücre çekirdeğiyle, kullanılan
          embriyonik hücrenin "frekanslarını" çok hassas biçimde
          çakıştırabilmesine dayanıyor. Bu yöntemle araştırmacılar,
          yetişkin çekirdeğin genetik saatini sıfırlamayı, tüm gelişim sürecini
          başa almayı becerebilmişlerdi.
          
           Milyarlarca
          sayıda hücreden oluşmuş bir bedenimiz var. Bu hücrelerin
          milyonlarcası her saniye bölünmeyi sürdürerek beden gelişimini
          devam ettiriyor. Bunun yanında yıpranmış hücreleri de yeniliyor.
          Somatik hücre adını verdiğimiz yapısal hücrelerde meydana gelen
          fizyolojik ve morfolojik değişimler, genetik intikal ile bir sonraki
          nesile aktarılamamaktadır. Dolayısıyla, biyolojik bedenimizde
          meydana gelebilecek mutasyonların etkileri populasyon havuzunda bir
          değişime neden olmaz. Ancak bu durum üreme hücrelerinde farklı
          bir seyirde ilerler. Gerçekleşebilecek mutasyonlar, daha sonraki
          frekanslarda etkisini gösterecektir.
          
           Koyun
          ve insan hücrelerinin de dahil olduğu gelişmiş hücreler (çekirdeği
          olan hücreler=ökaryotik hücreler), farklı gelişim evreleri ihtiva
          eden döngüyü takip etmektedirler. Bu döngüyü, interfaz evresi (bölünmenin
          olmadığı hazırlık evresi) ve belirgin biçimde bölünmenin gerçekleştiği
          mitoz evrelerine ayırmak mümkün. Hücre, yaşam döngüsünün %90
          kadarını interfaz evresinde geçiriyor. Aslında, bu duraklama
          evresi göründüğü kadar sakin değil. Hücre, tüm bileşenlerini
          bölünmeye hazırlar. Hücrenin yaşam döngüsü üç 
          ana evreye ayırabiliriz:
          
           G1 
           evresi,
          hücrenin DNA dışındaki tüm komponentlerinin (=organel) çoğaldığı
          bir dinlenme dönemi,
          
           S     
          hücredeki birim DNA nın miktarının ikiye katlandığı
          (replikasyon) evre,
          
           G2 
           ise,
          hücre içi gelişmenin tamamlanıp, hücrenin bir zar yardımıyla bölünüp,
          iki eşit miktardaki hücreleri oluşturduğu evredir.Bu evre mitoz
          olarak da isimlendirilebilir.
          
           Hücrelerin
          hangi evreyi ne kadar sürede tamamlayacakları genetik program
          dahilindedir. Bu süre bir canlıdaki tüm hücreler için aynıdır.Ani
          çevresel koşul değişiklikleri (besleyici maddelerin miktarı
          birden bire minimum düzeye düşürüldüğünde) hücreleri G1
          evresinde belli bir kritik noktaya kadar indirgenebiliyor. Söz konusu
          kritik nokta aşılırsa, çevresel koşullar ne yönde gelişse de
          artık DNA replikasyonunun önü alınamıyor. Bu noktanın kontrol
          altına alınabilmesi, Wilmut ve ekibinin başarılı bir klonlama gerçekleştirebilmelerinin
          altın anahtarı olmuştur.
          
           Burada
          bir parantez açarak G1, S, G2 ve M evrelerinin denetim altına alınması,
          hücrenin yaşam döngüsünü olduğu kadar, özelleşmesini de
          dizginlemiştir.Farklılaşma evresine giren hücreler gelişim
          evrelerinde, genetik programı gereğince beyin, kas gibi hücrelere dönüşürler.
          Wilmut ve ekibi Dolly’i klonlayıncaya kadar bu sürecin
          irreversible (geriye dönüşümsüz) olduğu, bir başka deyişle,
          bir defa kas hücresi olmaya karar vermiş bir hücrenin yeniden
          programlanamayacağını düşünüyorlardı.İşte bu deneyi başarılı
          kılan unsur, genetik saati sıfırlamak, yani farklılaşmanın önüne
          geçebilmektir.
          
           Diğer
          araştırıcıların bunu başaramamalarının nedeni, kullandıkları
          somatik hücrelerin çekirdeklerini, S veya G2
          evrelerindeki konakçı hücrelerle füzyona uğratmalarıydı.Eski
          teorik bilgilere göre, bu yöntemin işe yaraması gerekiyordu, çünkü
          çekirdeğin mitoza yaklaşmış olması avantaj olarak görülüyordu.
          Ancak bu denemelerde, işler bir türlü yolunda gitmedi. Kaynaştırmadan
          sonra, hücre fazladan bir parça daha mitoz geçiriyor ve yararsız,
          kopuk kromozom parçaları meydana geliyordu. Bu "korsan"
          genler, gelişimin normal seyrini sürdürmesi için ciddi bir engel
          oluşturuyordu. Wilmut gerçekleştirdiği deneyde; anneden ve babadan
          gelen gen setlerinin karışım evresi olan G0 (=zigot oluşma
          evresi) evresini askıya alıp, bu aşamadaki çekirdeği, füzyona uğrattı.Füzyon
          sonucu oluşan yeni hücre, normal besin koşulları ve hafif bir
          elektrik şoku etkisiyle olağan çoğalma sürecine girmişti. Zigot,
          anne koyunun rahmine yerleştirilip, gerekli hormonlarla normal
          hamilelik süreci başlatıldı. Bu deney hakkında bilinenler, yukarıda
          kaba hatlarıyla anlatılanlarla sınırlı. Sürecin duyurulmayan
          kritik bir evresi varsa, bu ticari bir sır olarak kalacağa benziyor.
          
           Embriyolog
          Jonathan Slack, çok daha temel şüpheleri öne sürüyor: "Araştırmacılar,
          yumurta hücresindeki DNA’ları tümüyle temizleyememiş
          olabilirler. Dolayısıyla Dolly, sıradan bir koyun olabilir."
          Slack, alınan meme hücresinin henüz tamamen özelleşmemiş
          olabileceğini, böyle vakalara meme hücrelerinde, bedenin diğer kısımlarına
          göre daha sık rastlanılabildiğini de ekliyor. Zaten Wilmut da,
          bedenin diğer kısımlarından alınan hücrelerin aynı sonucu
          verebileceğinden bizzat şüpheli. Örneğin, büyük olasılıkla
          kas veya beyin hücrelerinin asla bu amaçla kullanılamayacaklarını
          belirtiyor. Üstüne üstlük, koyun bu deneylerde kullanılabilecek
          canlılar arasında "ayrıcalıklı" bir örnek. Koyun
          embriyolarında hücresel farklılaşma süreci zigot ancak 8-16 hücreye
          bölündükten sonra başlıyor. Geleneksel laboratuvar canlısı
          farelerde aynı süreç ilk bölünmeden itibaren gözlenebiliyor. İnsanlarda
          ise ikinci bölünmeden itibaren... Bu durum, aynı deneyin fare ve
          insanlarda başarılı olamaması olasılığını beraberinde
          getiriyor.
          
           Dile
          getirilen açık noktalardan biri de, hücrelerde DNA içeren tek
          organelin çekirdek olmayışı. Kendi DNA’sına sahip organellerden
          mitokondrinin özellikle önem taşıdığı düşünülüyor. Memeli
          hayvanlarda mitokondriyal DNA, embriyo gelişimi sırasında sadece
          anneden alınıyor. Her yumurta hücresi, farklı tipte DNA’lara
          sahip yüzlerce mitokondriyle donatılmış durumda. Bu mitokondriler
          zigotun bölünmesinin ileri evrelerinde, embriyo hücrelerine dengeli
          bir biçimde dağılıyor.Ancak, canlının daha ileri gelişim
          evrelerinde , bu denge belli tipteki DNA’lara doğru kayabiliyor.
          Dolayısıyla birim hücredeki ‘’mitokondri DNA’sı / çekirdek
          DNA’sı’’ oranındaki sapmalar Parkinson, Alzheimer gibi hastalıklara
          zemin hazırlar. Bazı araştırıcılarda, Dolly’nin annesinden
          sadece çekirdek materyali transfer edilmesi Dolly’nin ilerleyen yaşlarda 
          sağlık problemleri yaşayabileceği düşüncesini yarattı.
          Ama, şimdilik Dolly’nin tek sağlıksız yönü, fazla beslenmesi yüzünden
          ortaya çıkan tombulluğu... Barış
          Yelkencihttp://afyuksel.com
 01.02.2001
 Kaynaklar:-Huxley A., Cesur Yeni Dünya,
          Çev: Gürol E., Güneş Yayınları, 1989
 -Star C., Taggart R., Biology: The Unitiy and Diversity of Life, 1989
 -Wilmut
          I., Schnieke A. E., McWhir J., Kind A. J., Campbell K. H. S.,
          "Viable Offspring Derived From Fetal and Adult Mammalian
          Cells", Nature,27 Şubat 1997 (www.nature.com)
     
      
 |