nsan sağlığı,çevresel ve
organik faktörlerin tehdidi altında...
Stres, hijyen,sigara, trafik, hatta soluduğumuz havadaki
oksijen miktarı bile organizmamızı etkilerken,özellikle
beslenme şeklimiz kaleyi içten fethetmekte...
İnsan beslenmede, adaptasyon
kabiliyeti çok yüksek bir fizyolojik yapıya sahip olduğu
halde, sağlık ile beslenme arasındaki ilişkinin
evrimleşme basamakları oldukça sancılı geçmiştir.
MÖ 2500 yıllarına ait taş tabletlerde bile bunun izlerine
rastlanmaktadır. MÖ 460-377 yıllarında yaşamış olan ve tıbbın
kurucusu olarak bilinen Hipokrat‘ın
“Diyetle iyi edebileceğiniz hallerde ilaç tavsiye
etmeyin” dediğini biliyoruz.
Beslenmenin bir bilim olarak
gelişmesi,yirminci yüzyılın başlarında A vitamininin tanımlanması
ile başladı.(1904) Bunu vitamin, mineral, protein, yağ,
karbonhidrat içerikli gıdaların ayırımı izledi. Her yeni
bulunan maddenin eksikliği veya fazlalığında
hastalıklarla bağlantısı araştırıldı.
Uzunca bir dönem, yüksek kaliteli protein alımının yararlarından
bahsedilip uygulamaya geçildi. Bitkisel kaynaklı beslenen bazı
toplumların hastalık oranları düşük bulununca diyetin
protein oranı düşürüldü. Kalp hastalıkları ile
Kolesterol ilişkisi kurulduğunda da kolesterolsüz diyetlere
geçildi. İşte sizlere tıbbi otörlerin son sloganı: “Az
ye, çok yaşa!”
Buna göre günlük kalori miktarını kısarak yaşam süresini
uzatmak mümkün...
Kalori kısıtlamasının yaşamı uzattığı, ilk kez 1935 yılında
ortaya çıktı. Şimdi Massachusetts Institute of
Technology'den Leonard Guarente ve çalışma arkadaşları,
SIR2 adı verilen genin bu konuda en önemli rolü üstlendiğini
kanıtlamaya çalışıyor. Maya hücrelerinin daha uzun yaşamasına
neden olan bu gen, kalori miktarındaki kısıntıyla yakından
ilgili görülmektedir.
SIR2, enerji ve metabolizma
arasında anahtar konumunda olması nedeni ile
öğün atlamadan uzun yaşamı garantilemek isteyenlerin
hedef geni olmaya aday durumdadır.
SIR2'nin pek çok organizmada bir muadili olmasına karşın,
kalori kısıntısının insanlarda uzun ömre yol açıp açmadığından
henüz kimse emin değil.
Biosphere 2 adı verilen deney
(Arizona çöllerinde 1.2 hektarlık bir arazi üzerine kurulu
balonda, çevresinden soyutlanmış bir ortamda kurulan
ekosistem) konuya da açıklık getirmesi bakımından önem
kazanıyor. Biosphere'de yaşayan insanlar, kalorisi kısıtlı
yiyecekler yedikleri zaman kan lipidi, glikozu ve insülini
kemirgenlerde olduğu gibi düşme eğilimi gösterdi.
Biosphere sakinleri, çevrelerinden tümüyle soyutlandıkları
için ''çevresel caydırıcıların'' etkisinde kalmama şansına
sahipler. Oysa, normal yaşamda insanları yeme zevkinden mahrum
etmek neredeyse imkânsız.
Kabul gören kuramlardan biri,
az yemenin, serbest radikallerin yol açtığı hasarları
azalttığı yönünde. Serbest radikaller, yağ ve
karbonhidratların parçalanması sırasında oksijen kullanıldığı
zaman ortaya çıkan zararlı yan ürünler... Diğer bir kurama
göre de, kalori kısıtlaması insülin sinyal yolları üzerinde
kritik bir rol oynar. İnsülin sinyal yolları, glikozun
vücut tarafından nasıl kullanılacağını düzenler.
Wisconsin Üniversitesi'nden
Richard Weindruch , açlıktan ölme derecesine vardırılan bir
rejim sonucu değişime uğrayan genleri ortaya çıkartmak için
çok büyük uğraş verdi. Weindruch ile arkadaşları,
beş ve otuz aylık farelerin kas hücrelerindeki 6347
genin faaliyetini ölçtü. Daha yaşlı farelerdeki elli sekiz
genin faaliyetinin iki katına çıktığı görüldü. Diğer
elli beş gen ise bunun yarısı kadar faaldi. Genç yaşta
perhize sokulan farelerde, gen faaliyetlerinde yaşlanmayla
ortaya çıkan değişikliklerin ertelendiği görüldü. Bu da
açlık rejiminin, metabolizmada gençlik özelliklerini çağrıştıran
değişikliklere neden olması anlamına geliyordu.
Kromozomlarımızı oluşturan DNA'ların uzun kolları bir makaraya sarılı pamuk ipliği gibi, histon
denilen protein disklerine sarılı olarak bulunur. Bu diskler
DNA iplikleri boyunca gevşek ya da sıkışık bir şekilde
dizilmiştir. Kromatin (sarılı haldeki DNA) birbirine sıkıca
bağlı ise genler dış etmenlerden etkilenmez, çünkü gen
faaliyetini kontrol eden proteinler DNA'nın yakınına bile
sokulamaz.
SIR2' nin genleri nasıl susturduğu hâlâ gizini korumakla
birlikte, bilim adamları bu konuda birkaç kuram oluşturmuş.
''Histon kuyrukları'' DNA'nın sarılı olduğu disklerden dışarı
çıkan uçlarıdır. Gevşek olarak dizilmiş bir kromatinde,
çok sayıda asetil grubu bu kuyruklara bağlanır. Oysa sıkıca
dizili kromatin üzerine daha az sayıda asetil yapışır.
Bundan da şu sonuç çıkar: Asetil gruplarını ortadan kaldırmak,
kromatini bir şekilde sıkılaştırmak anlamına gelmektedir.
Bu sonuca ulaşmak için pozitif yüklü kuyrukların negatif yüklü
DNA'lara yapışması sağlanır.
1996 yılında keşfedilen bir
enzim, asetil gruplarını yok etme kuramını destekler
nitelikte. Bu enzimler asetil gruplarını histonlara ekler veya
çıkartır.
Mutasyon geçirmiş maya üzerinde yapılan ileri deneyler,
genlerin susturulmasında, asetillerin ortadan kaldırılması işleminin
çok önemli olduğunu gösterdi.
Tüm bu çalışmalar, SIR2'
nin, kalori kısıntısı ile yaşlanma arasındaki ilişkiyi açıklamakta
ne denli önemli bir etmen olduğunu ortaya çıkartmayı
hedefliyor. Şu anki tıbbi
bakış açısı doğrultusunda araştırmalar, netlikle sonuçlanmamış
olsa da beslenmemizi
açlığa yakın oranda ayarlayıp uygulamak
mantıklı görünmektedir.
Önemli olan, beslenme bilimindeki gelişmeleri doğru
kaynaklardan izlemek ve doğru yorumlar yapabilmektir.
Beslenmenin
evrimsel sürecini olumlu geçirmek dileğiyle...
İstanbul
- 31.8.2000
http://afyuksel.com
Kaynak:
25.03.2000-New
Scientist
|