1985
yılında Türk mali sistemine dahil olan ”Özel Finans Kurumları”
(ÖFK), mali sistemimizin dominant unsuru olan konvansiyonel
bankacılık sistemine nispetle oldukça yeni bir olgudur. Temelde,
batı ekonomilerinde yaygın kullanımı görülen “risk sermayesi”
sistemini esas alan ÖFK uygulaması, bir yönüyle de, ülkemizde
varlığı inkar edilemeyen ve çeşitli nedenlerle faizden uzak
durmayı tercih eden büyük bir tasarrufçu ve müteşebbis
kitlesinin ülke ekonomisine dahil edilmesini amaç edinmektedir.
Türkiye’de Özel
Finans Kurumları’nın kurulmasının iç ve dış faktörleri
bulunmaktadır. 1974 yılından beri petrol fiyatlarında meydana
gelen devamlı ve hızlı artışlar, petrol üreticisi ülkelerde
önemli döviz rezervlerinin birikmesine yol açmıştır. Bu sermaye
birikimleri, söz konusu ülkeleri yoğun bir kalkınma çabasına
itmiş, ülkeler yatırım ve buna bağlı olarak da ithalatlarını
kısa bir zaman içinde çok hızlı bir şekilde artırmışlar, ancak
hızlı kalkınmayı kısa sürede gerçekleştirebilecek alt yapının
mevcut olmaması, sağlanan tüm kaynağın içte yatırıma
dönüştürülmesine imkan vermemiştir. Sermaye fazlası, petrol
üreticisi ülkeleri dış pazarlarda mali ve fiziki yatırım
sahaları aramaya sevk ederken, petrol tüketicisi ülkeleri de bu
kaynakları ülkelerine çekmek için yoğun çabalar harcamaya
itmiştir. 1980’li yılların başlarında Türkiye ile Ortadoğu’nun
petrol zengini İslam ülkeleri arasında ticari ve siyasi
alanlarda yaşanan hızlı gelişme, ülkelerin mali yapılarındaki
farklılıklardan ötürü mali alanda yaşanamamıştır. ÖFK’ların
kurulmasıyla İslam ülkelerinde mevcut, ancak mali yapılardaki
farklılıklar ve sair nedenlerle ülkemize gelmeyen fonlar,
ülkemize çekilebilecek ve bu da ekonomik ve ticari ilişkilerin
daha da yoğunlaşmasına yol açacaktır. Bu kurumların kurulmasında
rolü bulunan iç faktör ise inançları dolayısıyla faiz geliri
elde etmek istemeyen kişi ve kurumların, yurt içinde ve dışında
altın, döviz, bina , arsa şeklinde tutulan ve ekonomik sürecin
dışında kalmış fonların üretim sürecine sokulmasının
sağlanmasıdır. Tasarruf yetersizliğinin yaşanmakta olduğu
ülkemizde, faiz geliri elde etmeme saiki ile hareket eden kişi
ve kurumların sahip olduğu fonların bankacılık sistemi dışında
kalmasına rıza gösterilmesi ekonomik bir yaklaşım olamazdı.
Gerek iç gerekse dış faktörler Türkiye’de kendine özgü çalışma
prensipleri olan ve faizsiz esasa göre faaliyette bulunan
kurumların oluşturulmasını zorunlu hale getirmiştir.
ÖFK’ların faaliyette
bulunduğu son 20 yıllık dönem, aynı zamanda, Türk ekonomisinde
büyümenin istikrarsız bir trend izlediği, yüksek ve değişken
enflasyonun hakim olduğu, ciddi ekonomik ve mali krizlerin
yaşandığı bir süreçtir. Gerek yurt içi ve gerekse uluslararası
düzeyde yaşanan makro ekonomik olumsuzluklar, tümüyle güven
esasına dayalı olarak fon toplayan ve bu fonları ekonominin
sadece reel kesim faaliyetlerine kanalize eden bu kurumlar için,
daha hızlı gelişmeleri önünde ciddi bir dışsal faktör olmuştur.
Mevcut durumda Türk bankacılık sisteminin toplam mevduat
büyüklüğü içinde %3’e yakın bir pay alan ÖFK’ların, makro
ekonomik istikrar ortamında ve finans dünyasındaki global
eğilimleri yerel şartlar ışığında “iyi okumaları” şartıyla,
sistemde daha büyük bir pay alabilecekleri ve gelişme
potansiyellerini değerlendirecekleri genel kabul gören bir
beklentidir. Yine de, bu süreçte yaşanan tüm olumsuz çevresel
faktörlere rağmen, ÖFK’ların gelişme eğilimini sürdürdüğü,
faizsizlik prensibi içinde mevcut ve potansiyel müşterilerine
sundukları finansal ve bankacılık hizmetlerini
çeşitlendirdikleri, bilgi teknolojisine ayak uydurma konusunda
ciddi bir çaba içine girdikleri görülmektedir. ÖFK’lar mevcut
banka sisteminin bir alternatifi değil, sistemin bir
tamamlayıcısıdır.
ÖFK’ların
topladıkları fonları doğrudan ekonomiye kullandırma dışında bir
imkanları yoktur. Merkez bankasında blokesi mecburi fonlar ile
günlük nakit ihtiyacı dışında kalan ve doğrudan reel ekonomiye
kullandırılan tutar ÖFK aktiflerinin % 85’i seviyesindedir.
Benzer oran bankalarda % 40’lar seviyesindedir. Özel Finans
Kurumları, çalışma prensipleri gereği Devlet İç Borçlanma
Senetleri gibi sabit getirili plasmanlara girmemektedirler.
Toplanan fonların tamamını;son yıllarda Türk Bankacılık
Sisteminin devlet iç borçlanmasındaki reel farktan dolayı kredi
kullandırmakta çekingen davranması sebebiyle girmediği, reel
sektörlere plase edilmektedir. Özel finans kurumlarının daralan
ekonomide dahi plasman yapmak zorunda olması reel sektörler
üzerinde kaynak sıkıntısından dolayı yaşanması muhtemel
olumsuzlukları azaltmaktadır.
Diğer taraftan
toplanan fonların proje bazında kullanılması, proje esasına
dayanmayan fon taleplerinin cevap bulamaması, kaynakların en
verimli alanlarda değerlendirilmesini sağlamıştır. Ayrıca
Türkiye’ de kayıt dışı ekonominin yaygın olduğu bilinmektedir.
Kayıt dışı ekonomi beraberinde yüksek oranda vergi kayıplarına
neden olmakta ve vergi toplamada etkinliğin sağlanmasına engel
olmaktadır. Topladıkları fonları büyük oranda sanayi, ticaret ve
hizmet sektörlerindeki işletmelere kullandıran Özel Finans
Kurumları, şirketler adına yaptıkları bütün alım-satımları
belgeye dayandırmak zorunda olduklarından, ekonominin kayıt
altına alınmasında ve vergi gelirlerinin artırılmasında olumlu
katkılarda bulunmaktadırlar.
Özel Finans
Kurumlarının potansiyelleri mali sistem içindeki mevcut
paylarından çok daha büyüktür. ÖFK’ ların potansiyellerine
ulaşabilmeleri için şube saylarını artırmaları ve şubelerini tüm
ülke çapına yaymaları gerekmektedir. Ayrıca toplanan fonların
yatırım ve üretime dönüştürülmesinde daha farklı ve yeni
yöntemlerin keşfedilmesi ÖFK’ ların mali sistem içindeki
paylarını ve verimliliklerini artıracaktır.
Özel Finans
Kurumlarının yapısı, işleyişi, fon toplama ve kullandırma
şartları, ekonomiye katkıları vb. hususlara haftaya devam
edeceğiz.
Murat Beşinci
Risk Yönetim Uzmanı
mbesinci21@mynet.com
İstanbul -
23.08.2005
http://sufizmveinsan.com
|