FİRAVUNLAR
Eski
Mısır’da feodal ve teokratik bir yönetim vardı. Sosyal ve spiritüel
her türlü yetki kralın elindeydi.
O, Mısır piramidinin en tepesindeki, tüm yapının en üstündeki
konik bölüm gibi idi.
Babil gibi ülkelerde kralın tanrılar
tarafından dünya üzerinde kendilerini temsil etmek üzere seçilmiş
bir ölümlü olduğu düşünülürdü.
Mısır’ın kralı da aynı şekilde bir tanrı idi. Daha doğrusu
pek çok tanrının birleşimi gibi idi.
O, sadece babasının, güneş tanrısı Ra’nın enkarne olmuş
hali değildi, aynı zamanda Ra’nın oğlu şahin-tanrı Horus ile
de özdeşleştiriliyordu. Daha sonraları, Heliopolis rahipleri, onu
ölüler tanrısı Osiris ile de özdeşleştirdiler. Böylece, yukarıdakilere
ilaveten firavun aynı zamanda Osiris’in oğlu idi ve
öldüğünde Osiris olarak
dirilecekti.
Bizler için bu durum oldukça karışık görünüyor.
Ancak, nesiller boyunca teologlar tarafından incelenmiş
Firavun’un kutsallığına da işaret ediyor.
Hiçbir kral Firavun kadar kutsallaştırılmamıştır.
Her
sabah, güneşin doğuşu ile birlikte Firavun kendi özel
mabedlerinden birisi olan Sabah Evine (The House of Morning) gider ve
orada eklemlerini yıkardı.
Güneş tanrısı Ra’nın cennetteki okyanusunda banyo yaptığı
gibi Firavun da kendi vücuduna banyo yaptırıyordu. Bunu yapmasının
nedeni İki Kara parçasından kendisine gelen hayat gücünü
korumaktı.
Daha sonra yüzlerine
Horus Maskeleri ve bilgelik tanrısı İbis’in maskelerini takmış
rahipler vücuduna yağlar sürer ve onu giydirirlerdi.
Ondan sonra Firavun mabede gidip orada başka bir tören yönetirdi.
Buradaki hedef, biraz
sonra ülkenin tüm mabedlerinde yapılacak dini törenlere ruhaniyet
katmaktı.
Firavun Mısır’ın kutsal katalizörü idi. O, gökten gelmiş
parlayan bir ışıktı.
Mısırlılar‘ın inancına göre her gün güneş doğarken tüm yaşamın
mekanizması, Firavun sihirli sözlerini söylemeden harekete geçmezdi.
Firavun’un huzurunda büyük bir ciddiyet ve hiyerarşi vardı.
Onun her hareketi büyük bir dikkâtle takip edilirdi.
Şayet gölgesi orada hazır bulunanlardan birinin üzerine düşerse
veya maiyetindekilerden herhangi birine yanlışlıkla dokunulursa,
bunun kötülük getireceğine inanılırdı.
Ayağının önündeki tozlar yerine, onun ayağını öpebilmek
büyük bir ayrıcalığın işareti idi.
İsmi o kadar kutsal ve büyülü idi ki, onu mırıldanmak dahi büyük
bie tehlike yaratıyordu.
İşte bu yüzden ona esas ismi ile değil, şahsi bir hitap olmayan
‘’Firavun/Pharaoh’’ diye hitap ediliyordu.
Bu kelime ‘’Büyük Ev’’ anlamına gelen iki kelimeden meydana
geliyordu.
Firavun’un
çocukluğu oldukça rahattı; bir gün içine kapatılacağı zalim
protokol hapsinden habersiz, oyun oynar, yüzme,
at binmeyi, ok ve yay atmayı öğrenirdi.
Belirli
bir yaşa gelince, diğer asil çocukları ve yurtdışından eğitim
almak üzere Mısır’a gönderilmiş yabancı prenslerle birlikte
orduya katılırdı.
http://afyuksel.com
01.03.2001
|