Sigmund Freud 6 Mayıs 1856'da Moravya'da doğdu ve 23 Eylül 1939'da Londra'da öldü. Yaşamının seksen yılını Viyana'da sürdüren Freud, bu kenti Naziler ele geçirdiğinde terk etti. Tıp eğitimini Viyana Ünivertesi'nde yapmış olan Freud üniversitedeki görevinden  ayrıldıktan   kısa bir süre sonra 1885'te Paris'e
giderek Charcot'nun yanında eğitim gördü. Sonradan Bernheim ve Liebault ile tanıştı  ve onların histeri hastaları üzerinde sürdürdükleri hipnoz denemelerinden
çok etkilendi.

Fransa'da izlediklerinden sonra Freud, insanın bilinçli dünyasından gizli ve çok güçlü bir sürecin varlığına  kesinlikle inanmış olarak ülkesine döndü. 

Viyana'ya dönüşünde Freud, tecrübeli bir hekim olan Joseph Breuer ile birlikte çalışmaya başladı. Breuer, çoğu kadın olan hastaları üzerinde hipnozu
ilginç bir biçimde kullanıyordu.  Bu hastalar hipnoz altında sorunlarını baskısızca  ve açıkça anlatabiliyor, hipnozdan uyandıklarında da rahatlık
duyuyorlardı.

Duyguların boşalımına olanak veren bu yönteme "arınma" anlamına gelen katarsiz denmişti. Sağladığı rahatlamanın  yanı sıra  bu yöntem, hastanın nevrotik belirtilerine neden olan duygusal çatışmalarının da ortaya çıkmasını sağlıyordu. Her ne kadar hasta, içsel sorunları ile hastalık arasında bir ilişki kuramıyorsa da, onu hipnoz altında gözleyen hekim bu ilişkiyi açıkça görebiliyordu. Dolayısı ile bu uygulamalar sayesinde insanın bilinç dışı dünyasındaki süreçlerin bilinçli davranışlarla  yaptığı  önemli etkide giderek
anlaşılmaya başlamıştı.

Freud ve Breuer 1893'te bu konuda ortak bir yazıda psikodinamik  kavramının temelini atmış oldular. Ne var ki, Breuer histerinin oluşumunda cinsel etmenlere Freud'un verdiği  önemi kabul etmediği için iki hekim bir süre sonra ayrıldılar.
Çalışmalarını  yalnız olarak sürdüren Freud, giderek hipnoz kullanmaktan vazgeçti ve hastalarını uyanık durumda , düşünce düzeni  ve toplum değerlerini
gözetmeksizin özgürce konuşmayı teklif etti.

Bu yeni yöntemle hastalar içsel engellerini yenebiliyorlar, unutulmuş anılarına inebiliyorlar. Ve sorunlarını açıkça tartışabiliyorlardı. Bu yeni yönteme serbest çağrışım, hastaların içsel dünyalarına inerek  kendilerini daha iyi tanımalarına ve
dolayısıyla daha sağlıklı  bir uyum düzeyine erişebilmelerini sağlayan tedavi yöntemine de psikanaliz adı verildi.

Psikanalizin temel çıkış  noktası, nevrozların (fonksiyon bozukların) temelinde yatan sebeplerdir. Burada nevrozu da tanımlamak gerekirse, histolojik-anatomik hiçbir değişikliğe  rastlanmamasına karşın ortaya çıkan fonksiyonel bozukluklardır denilebilir. Psikanalizden önce tıp hiçbir şekilde bunların sebeplerini tespit edemezken, Freud bunların nedenlerinin süper ego'nun (toplumsal şartlanmaların) ıd ve ego (kişisel benlik) üzerine yaptığı  baskıların
sonucunda açığa  çıkan patolojik bozukluklar olduğunu öne sürmüştür.

Freudun yaptığı  çalışmalar ve incelemelerde nevrozlardaki temel sebebin özelikle cinselliğe götürmesi, Freud'u tüm semptomların ve zorlamaların buradan  kaynaklandığı fikrine götürdü. Çalışmalarını bu alanda yoğunlaştıra Freud odipus komplexine (çocuklarda anne yada babaya cinsel yakınlık hissetmesi) kadar uzanmış ve bir çok nevrotik rahatsızlığın  temelinde bu etmenin yattığı fikrine ulaşmıştır.

Kişinin ortaya koyduğu düşüncelerinin dışında çok daha derinlerde, kendine dahi kapattığı yerdeki düşüncelerine ulaşma metodu diyebileceğimiz psikanaliz
ile, nevroz'un ana sebebine ulaşılıp tedavi başarı ile sonuçlandırılabilmektedir.

Gerçekten de büyük bir uzmanlık ve deneyim isteyen bu metod, bir dedektifin katili araması, ararken de, elindeki çok küçük üç beş delille hareket etmesine benzetebiliriz. Bu yöntemle, kişinin aklına gelen anlamlı yada anlamsız sözcükleri söylemesi teklif edilerek, buralardan bir ipucu elde edip, kişinin derinlerdeki iç dünyasına bir yolculuk başlatılır.
Tabii ki kişi kendindeki koruma iç güdüsü ile birlikte, nevroz'un ana sebebine götürmemeye çalışacak, gerekirse uzman kişiyi başka yollara sürüklemeye çalışarak kendine dahi kapattığı  gerçekleri uzman kişiden saklamaya çalışacaktır. Bu durumda, bir dedektif gibi tüm verileri değerlendirmenin yanında, hastayla kurulan empatinin de önemi gözlerden kaçmamaktadır.

Freud 1915-1917 yılları arasında doktor ve amatörlerden oluşan kişilere sunduğu konferaranslarda psikanalizi  ayrıntılarıyla anlatma fırsatı bulmuştur. Burada anlatılan edim hataları (dil sürçmesi, yanlış yazma, yanlış okuma, unutma, koyduğu yerde eşyasını kaybetme) gibi günlük hayatın içinde olan olayların,
psikanalizle ilişkisini anlatmış. Bilinçdışı diyeceğimiz bu süreçlerin, bazen bilinçli dünyamıza olan etkileri ile kişiler hakkında çeşitli ip uçları yakalayabileceğimizi öne sürmüştür. O zamana kadar hiç düşünülmeyen ve araştırılmayan bir konuyu da böylelikle psikanalizin içine katabilmiştir.

Ayrıca özelikle rüyalar hakkında çok derin araştırmalar yaparak, rüyalardaki sembollerin dahi bilindiği süreçlerin, insanın bilinçli dünyasına etkisi olarak açıklamıştır.

Freud, insandaki cinsellik iç güdüsünün anne karnında başladığını  en pik noktasınında ergenlik döneminde yaşandığını savunmaktadır. Bu dönemde, cinsellikle ilgili olarak yaşanılanlar, süper-ego'nun baskısı nedeniyle, bilindışı süreçler olarak daha sonraki yıllarda karşımıza çeşitli rahatsızlıklar şeklinde çıktığını savunmuştur. 

Tüm bu anlattıklarımızla psikanalizin, insanın gizli kalmış   bilinçdışı  süreçlerini inceleyen, buralarda bulduğu semptomları ( psikolojik rahatsızlıkları) tedavi eden ve devamında kişinin yeni oluşacak semptomlara olan eğilimini yıkan bir yöntem olduğunu anlatmaya çalıştık.

Tüm bu anlattıklarımızdan  sonra, Freud'un ortaya koymuş olduğu bu görüşleri tümüyle kabul etmemize rağmen bizim de bu görüşleri değerlendirerek bazı görüşler ortaya koymamız gerekliliğini hissettik.

Kişinin tabandaki istekleri diyebileceğimiz beslenme, cinsellik ve barınma ihtiyaçlarını  temin ettikten sonra, bir sonraki aşamada ortaya çıkan benliksel ihtiyaçları ve gereksinimleri vardır. Sosyalleşen insan için geçerli bir durumdur. Bu durumda artık geleceğini düşünen insan , sosyal olmanın doğal sonucu olarak, sosyal haklarını aramaya çalışır. Bu insan takdir edilmek,  başarı  elde etmek, ünvan sahibi olmak ve ortaya bir şeyler koyabilmek amacına dönük fiiller
ortaya koyar,  burada da belirli bir tatmine ulaşan insan. Üçüncü aşama diyebileceğimiz kendini, aslının bilinç olarak ne anlama geldiğini araştırmaya başlar. İlk iki aşamayla ilgili tüm kaygı, korkularını silen insan tüm dikkatini bu alana yönlendirerek kendini çeşitli biliş ve buluş seviyelerinde hisseder.

Esasında Freud'un söylemiş oldukları tümüyle gerçekleri yansıtmaktadır çünkü bugün dahi insanların % 99’u  daha ilk iki seviyeyi aşmış  değildir. Ama batıda
özelikle Amerikada' ki araştırmalar ve gelişmeler insanda   artık üçüncü aşamaya geçişin başladığında açıkça göstermektedir.

Özelikle kuantum fiziği ile bilincin doğası, insan beyni üzerine yapılan araştırmalar, halografik evren modelleri ile insanın orjin  yapısı  incelenmeye
alınmış   böylelikle de insanlık yeni bir sürece girmiştir diyebiliriz.

Umarım anlattıklarımızla faydalı olmuşuzdur.

Hoşçakalın

İstanbul - 28.5.2001
http://afyuksel.com

Popüler Bilim Dergisi
Temmuz 2001


KAYNAKÇA:
PSİKANALİZE GİRİŞ DERSLERİ..... SIGMUNSD FREUD
YAŞAMIN VE PSİKANALİZ............. SIGMUND FREUD
KUANTUM BENLİK.......................... DANAH ZOHAR

 


Üst Ana sayfa e-mail