Gönül çerağına bir sitem

onca karmaşa maişetlerinden yapılmış derin

ve dar vadiler, vahalar var ki ses onların kayalarına çarptıkça

dimağında yer bulana değin kaybolup gidiyordur..

bende ise kayalar :sessizliğindeki lirik akustiklerde tüle dönüşebilen bir perde.

zahmet ise bir dilim azık gibi.

sadece sunulacak beyaz bir tabak bekliyor…

sen ise o kadar cimrisin ki bu fakire karşı..

öyle dolu ki elin kolun başka kelimelerle

onları görmek bile güzel

mutfağım  çok fakir kalıyor

çatık kaşlı gümeci kadınlarının verdikleri zakkumların

renkli güllerini gördün çıkınımda da,

 renk dediklerin bunlar olsa gerek dedin.

kırmızısı lal eden.

züfre tohumunda biraz kuru kandil

 ve yağdanlığımda siyah ..

bu mu beni zengin gösteren?

inciler benim değil mercan hediye 

bana kalan bir urbam bir de ben..

doluda boşalmış elim kolum ve ben..

yok mu bu gönle bir dilim gönlün pazarından.

Bir sese bir gönül yeter mi?

Ses ver..

 “sevgili seninle biz pergel gibiyiz.

iki başımız var

ne kadar dönersem döneyim çevrende

er geç başımız bir değil mi..”

gönül der..

sendeki değeri

anlaşılmamla ölçülür..

anlaşılmaktır adı bunun..ey ses!

anlaşıldığını anlatmaktır..

başka nedir ki hayat.

cisme düşen sadece sadece kuru bir gölge olmaktır.

Dost bi-vefa, felek bi-rahm, devran bi-sukun;

Dert çok, derman yok, düşman kavi, talih zebun

Şimdi duymak..yazıya dönüşünce:

hiçbir şey yazmadan seni anlatmak isterdim

 hiçbir şey demeden sana.

beyaz bir sayfa gibi bırakarak seni ortalıkta.

kalem değil güneş olmak isterdim onda..

gündüzümde ısınıp gecemde beni bekleyecek..

hiç çizilmeyecek..

bende sararmanı isterdim..

bende kahverengileşmeni sayfanın..

ve kıvrılmasını eskimişliklerde..

uçlarına çengeller takardım sen eğildikçe

asi duruşunun sıcaklığında

geçerdi ömür.

seni ciltletmezdim mesela..

raflara sığmazdı güzelliğin

safir  eteğindeki vazoda saklardım kalbimin..

tütsü yakardım

isinde gezdirirdim seni..

tütsü olurdum.

dumanım gezerken kıvrımlarında

kokum sinerdi en küçük zerrelerine zamanın.

ve işte ben.

öyle bir hattat olurdum sende..

içi boş tezhibin güzelliğine bakmaktan

seni yazamayan bir vav güzelliğinde..

ve şimdi  Gidiyorum

Gelemeyeceğin yerlere..

Aslında geldiğim yerde hiç gidemeyeceğin yerlerdi.

Demedim sana..diyemedim..

Gidiyorum gece ötelediğin elvan-ı seb’aya..

Seni kaybettiğim düşlere gidiyorum.

İçinde bir bulutun arasında ellerin

Toz koparırken atlar yerden

Çimen büyüklüğünde gönlümün derilmemiş hazan

Bahçelerine gidiyorum dört nala.

Şimdi uzlet zamanı gönlümün!

Murat Çavga - Edirne
irwinbukowski@hotmail.com
10
.10.2006
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail