- YAZMAYI ÖĞRENMEK – EĞLENCE Mİ,
YOKSA İŞ Mİ?
Okula giden her insan az buçuk okuma
ve yazma bilir. Ancak az buçuk yazabilmek ve güzel yazabilmek
arasında büyük bir fark vardır. Her kim ki, bu konuda alıştırma
yapmamış ise, söylemek üstediğini dilediği gibi yazamaz, çünkü
yeteri kadar kelime hazinesine sahip değildir, veya imla
kurallarını bilmiyordur. Yazma sanatını becerebilen insan ise,
ne demek istediğini açık bir dille ifade edebilir ve okuyucusunu
ikna etme kabiliyetine sahiptir.
Yazmak doğuştan gelen bir kabiliyet
değildir. Her ne kadar insanlar arasında kabiliyet farkı var ise
de, en kabiliyetlisinin bile yazma sanatının tekniğini ve ana
hatlarını öğrenmesi şarttır.
Konuşma sanatı ile yazma sanatı
arasındaki farka baktığımızda yazma işinin daha zor bir sanat
olduğunu görürüz.
Bazı insanlar tanırız, toplumda
saatlerce konuşup, bütün gün boyu hiç zorlanmadan herkesi
eğlendirebilirler. Konuşurken sanki kelimeler bir pınardan
fışkırır gibi akar durur, ve bu tür insanların sohbetine doyum
olmaz, çünkü çevrelerindeki insanlara çok şey verir, onları hem
güldürüp, hem ağlatabilirler...
Ancak ne var ki, güzel konuşabilen,
güzel yazabilme kabiliyetine otomatikmen sahip değildir.
Konuşurken karşımızda bir veya birden fazla insan bulunur ve
onların gösterdiği reaksiyonlardan nasıl konuştuğumuzu fark
ederiz. Eğer konuşmamız sıkıcı ise aramızdaki iletişimden bu
konuşmanın ne yöne gittiğini anlarız. Eğer ilgi çekici
birşeylerden konuşuyorsak, yine aynı şekilde karşımızdaki
insanın reaksiyonundan bunu hemen fark ederiz. Konuşurken sadece
kelimeler değil, bakışlarımız, ellerimiz, yüz ifademiz,
hareketlerimiz de birlikte konuşur. Konuşma tempomuz, vurgulama
yöntemimiz, arada nefes almalarımız ve duraksamalarımız hep
karşımızdaki insana hitap eder.
Hayatımızda yazdığımız kelimeleri
toplasak, büyük bir olasılıkla 50.000 kelimeyi geçmez. Bu sayı
çok gevezelik ettiğimiz bir günde konuştuğumuz kelime sayısına
eşit gelir. Bu da demek oluyor ki, hemen hemen her insan yazma
sanatı konusunda bir çocuk seviyesindedir... Konuşmaya gelince
ise, saatlerce konuşabilir, dertlerimizi anlatabiliriz. Rüyada
bile konuşuruz...
Neden konuştuklarımızı yazamayız?
Elimize boş bir kağıt aldığımız vakit veya bilgisayarımızın
ekranını açtığımız vakit, dakikalarca ne yazacağımız ve nasıl
başlayacağımız hakkında düşünür dururuz. Kelimeler öyle kolay
akmaz, konuşur gibi fikirler yağmaz. Bazen beynimiz durur gibi
olur, kalem tutan elimiz ise sanki bir anda felç olmuş gibi
hareket etmez. Neden acaba? Konuşma ile yazma arasında neden bu
kadar fark var?
ÇÜNKÜ KONUŞMAYI KESİNTİSİZ VE
UZUN SÜRE DENEYEREK, ÖĞRENMİŞİZ...
Yazarken yukarıda sıraladığımız
şartlar yoktur. Kendi kendimizle başbaşa olduğumuzdan, bize
herhangi bir tepki gelmez. O yüzden kullandığımız dilin
okuyucuya ne şekil yansıdığını göremeyiz, sadece kendi
yazdıklarımızdan sezinleyebiliriz.
Kelimeler dilin eti ve kanı
gibidirler. Gramer ise yazılanın yaşayan organizmasıdır. Küçücük
bir hata, herhangi bir organda bir bozukluk ve hastalık yaratır.
Yazma sanatındaki bu hastalıkları sıralamaya kalksak, neler
neler görürüz:
Boş laflar, eğri karşılaştırmalar, şişirmeler, zincirlemeler,
kirli benzetmeler, yanlış ifadelerin her biri dilimizi hasta
eder...Açık ve isabetli düşünce ise bu hastalıkların tek tedavi
yöntemidir...
Geleceğin yazarlarının dikkat etmesi
gereken en önemli nokta Türkçe’ye hakim olabilmeleridir. Türkçe
dünyanın en güzel ve en canlı dillerinden biridir... Ve onu
kullanırken, coşkunca ve tutkulu olmaya özen gösterilmelidir.
Hatasız yazabilmek, etkili
yazabilmek değildir. Her yazarın etkili yazabilmeyi öğrenmesi
gerekir...Bunu yapabilmek demek büyük adımlarla yürümek,
fikirleri anlamlı bir düzene sokabilmek ve doruk noktalara
çıkabilmekle mümkündür...
Hayatta hiçkimse başarının yollarını
elleri cebinde çıkmamıştır. Herşeyin bir zor ve bir kolay yolu
vardır. Bazı kimseler için yazmak bir ceza gibi gelirse de,
bazıları yazma sanatına yaratıcı bir ihtiyaç gibi bakarlar...
Emek, sabır ve disiplin yazma sanatının temel taşıdırlar...
YAZIYA NASIL BAŞLAMALI?
İlk önce yazacağınız şey hakkında
bir fikriniz olması gerekir. Yani ruhunuzda bir konu belirlemesi
yapmanız şarttır. Sonra bu konuya ait fikirlerinize şekil vermek
gelir. Elinize bir kalem kağıt alıp, ilk fikirlerinizi hemen
yazmaya başlamalısınız...
Eski yazarlar genellikle el
yazısıyla yazmışlardır, ve bu methodu kullandıkları için, hep
yazdıklarının yan taraflarına notlar almış, önemsiz yerlerin
üzerini çizmişlerdir. Bir yazıyı son şekline getirmeden önce üç
dört nüshadan geçirmişlerdir. Ünlü yazarların hemen hemen hepsi
eserlerinin oluşmadan önceki elyazısı yazılarını da
bırakmışlardır...
Onun için yazarken bilgisayara
yazıları geçirmeden önce kağıda yazmanın birçok fikrin
kaybolmaması açısından önem taşıdığını unutmamak gerekir. Boş ve
beyaz kağıdı nasıl aşacağımızı da Herman Hesse’yi ibret alarak
öğrenebiliriz. Hermann Hesse bir yazının ilk şeklini kullanılmış
kağıtlara yazarmış. Ön tarafı basılmış faturalara, takvim
yapraklarına, mektuplara ve kalitesi düşük her çeşit kağıda. Bu
methotla başlama anındaki güçlüğü ve tutukluğu yenermiş...
Bilgisayar çağında alışkanlık icabı
hemen bilgisayara düşüncelerimizi aktarmayı seçiyoruz. Ancak
bazen bir yazıyı tam bitirmek üzereyken, aniden hepsini
kaybettiğimiz veya birşeyi sildikten sonra bir daha asla geri
getiremediğimiz de oluyor bazen.
Önemli olan ilk adımların mükemmel
olması değil, önemli olan bir başlangıç yapabilmektir. Yazarken
de konu tesbiti yapılmadan hiçbir şey yazılmaz, hiçbir fikir
gelmez. Not almadan veya herhangi bir konuda birkaç fikir
üretmeden de içerik oluşmaz. İçerik meydana gelmeden de bir
yazıya form verilmez. Yazarken bütün bu adımlar dikkate
alınmalıdır.
İçeriğe alınacak tüm şeylerin ilk
önce not edilmesi gerekir. Bir konuyu işlerken de okuyucuya o
konuyu elle tutulur, gözle görülür bir şekilde yansıtmak
gerekir.
Bir örnek vermek gerekirse:
‘Araba ağzına kadar tıklım tıklım doluydu. Kadınlar, erkekler,
çocuklar vardı içinde. Nefes kokusu ve gürültü son derece
rahatsız ediciydi. Pencereyi açmak mümkün değildi, çünkü bozuktu
pencere.’ Bu ifadeleri daha güzel şöyle anlatabiliriz:
Noah Gordon’un ‘Şaman’ kitabından
alıntı:
‘Uzun Vagon askerlerle,
işadamlarıyla, köylülerle ve kadınlarla tıka basa doluydu,
bazılarının da yanlarında çocukları vardı. Çocuk sesleri değil
de, Vagonun içindeki ekşi çorap kokusu, kirli çocuk bezleri,
kötü sindirim kokusu, terli ve kirli insan vucutları ve sigara
dumanıydı insanı asıl rahatsız eden.’
YAZMAK DEMEK ANLATABİLME
SANATIDIR...
Kendini bir başkasına veya bir
seyirciye öyle anlatabilmek ki, okuyucu yazılandan bir akıntıdan
sürüklenir gibi sürüklensin...
Yazarın biri, James Thurber, bir
öyküsünü tam onbeş kez yeniden yazmış ve şöyle demiş:
‘Bilmiyorum, neden, ama benim ilk
nüshalarım öyle geliyor ki bana, sanki temizlikçi kadın yazmış.
Sadece bir kere yazmak istediğim bir yazıyı bir kalemde
yazmışımdır, şimdiye kadar.’
Amerika’lı Stefen King ise ‘Hayat ve
yazmak’ kitabında şu notu sunmuş okuyucularına:
‘Kapalı kapılar ardında yazdığım
yazı çeşidi pişmemiş yazı çeşididir: Çıplak bir hikaye, üstünde
sadece bir çorap ve bir kilot vardır. Onun için Size tavsiyem,
düzeltilmiş şekli okumadan önce, çıplak şekline bir göz atınız’.
Biraz ilerde de: ‘Şimdi Sizlere yazımın düzeltilmiş şeklini
sunuyorum, üzerinde kıyafeti olan bir hikaye, saçları taranmış,
kulağının ardına kolonya sürülmüş şekli. Bu değişiklik kayıt
edildikten sonra, kapımı bütün dünyaya açmaya hazırım’, diyor
yazar.
Yazının başlangıcı nasıl olması
konusuna gelince:
BAŞLANGIÇ ETKİLEYİCİ OLMALIDIR!..
Başlangıçla okuyucu kendine
çekilir... Şimdi başlangıçtaki büyü yöntemlerini sıralayalım:
Okuyucuya neyi hissettirmekse
amacınız, onunla başlayın!.. Mesela: Yakalayıp, sürüklemek mi,
şok etmek, heyecanlandırmak mı, sürpriz yapmak mı,
duygulandırmak mı? Ya da dikkatli ve sessizce başlamak mı,
canlı, gözalıcı, akıllıca mı veya amacınız bir şakayla başlamak
mı? Canınız nasıl istiyorsa, öyle başlayabilirsiniz...
Başlangıçla ilgili hiçbir kural ve tarife yoktur, herşey ne
yazmak istediğinize bağlıdır. Etkileyici bir başlangıç derken,
hızlı bir efektten bahsediyoruz. İyi bir başlangıçta yazar bütün
sanat anlayışını sergiler, çünkü ilk satırlarıyla okuyucuyu
yazısının akışına sürükler.
Bakın Douglas Adam ‘Per Anhalter
durch die Galaxis’ (Otostopla Galaksinin içinden) kitabında
dünyayı nasıl tarif etmiş:
‘Uzaklarda, dışarıda daha henüz
keşfedilmemiş, modası geçmiş bir Galaksinin sağ spiral kolunda
önemsiz, küçük sarı bir güneş vardır. Onun etrafında yaklaşık
doksansekiz milyon kilometre uzaklıkta önemsiz, küçük mavi-yeşil
bir gezegen dolaşır, üzerinde maymunlardan türeme ilkel
yaratıklar vardır ve o ilkeller hala digital saatlerin inanılmaz
bir buluş olduğuna inanırlar’.
Bu başlangıçla Duoglas Adam hem
dünyayla, hem de insanlarla gır gır geçiyor tabi...
Bir başka örnek:
‘Jenö’yla ilk tanıştığımda dokuz
yaşımdaydım, o zamanlar Edgar Wallace’ı ve Cannon Doyle’yi
okuyordum. Sınıfta kalmıştım ve Hint domuzları yetiştiriyordum.’
(Wolfdietrich Schnurre: Jenö arkadaşımdı, kitabından alıntı).
Şok edici başlagıçlara bir örnek:
‘Gregor Samsa bir sabah korkunç bir
rüyadan uyanınca, kendisinin yatağında devasa bir böceğe
çevrildiğini gördü.’ (Franz Kafka: Die Verwandlung (Dönüşüm)
kitabından alıntı).
Başlangıç her zaman sihir dolu
sözler içermelidir ve okuyucuya bir atmosfer yaratmalıdır. İyi
yazarların romanlarında, hikayelerinde, öykülerinde
kullandıkları başlangıç methodları ya tasvir edicidir, ya mizah
doludur, ya şok edici, ya da şaşırtıcıdır. Onların kalemlerinden
insan kendi başlangıç methodunu çıkarabilir.
Okuyucuya nasıl bir methodla hitap
edeceğinizi, onu nasıl etkileyeceğinizi bilmelisiniz. Bir
mizahla mı? Şaşırtıcı bir teşhisle mi? Yoksa okuyucuyla kurulan
bir diyalogla mı?
Eğer kesin bir stile sahipseniz,
şaşırtıcı bir teşhisle yazınıza başlayabilirsiniz. Bu tür
başlangıçlarda okuyucu ilk önce kendini kaygan buzlarda
yürüyormuş gibi hisseder, sinirlenir ve merakla şaşırtıcı
teşhisinize iştirak eder. Çünkü olağanüstü birşeyler
beklemektedir...
Bir Çin Atasözüyle noktalıyorum,
devam edecek olan bu yazı dizisini:
‘Bin kilometrelik bir yol bir tek
adımla başlar’.
NURAY
LALE, Eğitim ve
Sağlık Bilimcisi
lalenuray@yahoo.de
Bielefeld
-
06.04.2004
http://gulizk.com
|